2010’da patlak veren Arap Baharı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ‘Yeni Osmanlıcılık’ siyasetini hayata geçirme çabalarına önemli bir fırsat yarattı. Tayyip Erdoğan, Arap Baharı'nın lokomotif örgütü Müslüman Kardeşler'in hem hamiliğini üstlendi hem de onun üzerinden Müslüman dünyasının liderliğine soyundu. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Suriye ve İsrail, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler'e verdiği destekten dolayı aşırı rahatsız oldular.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) arasında Kasım 2015'te siyasi ittifakın kurulmasıyla, Erdoğan'ın ‘Yeni Osmanlıcılık’ eğilimleri ile ırkçı Türk milliyetçiliği iç içe geçti. Özellikle ‘çözüm sürecinin’ sonlandırılması ve Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminden sonra bu sentez, Erdoğan'ın kitleleri harekete geçirmede, yargı ve güvenlik güçlerini tümüyle kendi denetimi altına almada yardımcı oldu.Erdoğan, Suriye, Rojava ve Güney Kürdistan'ı kısmen işgal etti. Doğu Akdeniz, Libya ve Dağlık Karabağ’da ise askeri eylemlere girişti. Ankara'nın Washington ile S-400 ve Rojava Kürdistanı başta olmak üzere Libya ve Doğu Akdeniz siyasetindeki farklılıkları, Türkiye’nin uluslararası toplumdan izolasyonuna yol açtı. Ankara, bu izolasyon ve kuşatmayı ‘Değerli Yalnızlık’ diye tanımlayarak, iç siyasette kitleler nezdinde hamasi milliyetçi söylemlerle desteğe dönüştürdü. Halkların Demokrasi Partisi (HDP) hariç diğer muhalefet partileri, Erdoğan’ın dış politikada işgal ve ilhak siyasetine 'Türkiye'nin bekası' adına destek verdiler.
Türkiye, söz konusu bölgelerden özellikle Suriye, Rojava ve Güney Kürdistan’da askeri ve ekonomik varlığını arttırarak kalıcı hale geldi. Buna karşın ABD, Körfez ülkeleri, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve İsrail karşıtlığı konusunda Ankara’nın diplomatik, ekonomik ve askerî açıdan uzun vadede sürdürülebilir siyaseti mümkün olamadı. Bunda önemli bir faktör de Müslüman Kardeşler’in, bölgede ciddi bir irtifa kaybına uğramasıydı. Bu durum Tayyip Erdoğan'ın, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz siyasetinde pazarlık gücünü ve elini zayıflattı.
Erdoğan iktidarının yaşanan ekonomik krizi atlatması ve 2023 seçimlerini kazanması için, ‘Değerli Yalnızlıktan’ kurtulması gerekiyordu. AKP iktidarı, 'Komşularla sıfır problem’ moduna hızlı bir 'U' dönüşü yapma kararı aldı. Ankara, öncelikle Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İsrail ile diplomatik ilişkileri tekrardan canlandırmaya, geçmişte yaşananları geçmişte bırakmaya karar vererek harekete geçti.
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler 29 Ocak 2009’da İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda dönemin T.C Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez arasında yaşanan gerilim ile su yüzüne vurdu. Ardından 2010 Mavi Marmara olayı ile söz konusu olumsuz münasebet zirveye çıktı.
Uluslararası toplum tarafından ‘terör örgütü’ kabul edilen Filistin'in Müslüman Kardeşler örgütü Hamas’a Ankara açıktan destek vermeye başladı. Bu İsrail'in güvenliği açısından bardağı taşıran son damla oldu. Kırmızı bültenle aranan Hamas mensuplarının Türkiye’de ofis açarak faaliyetlerde bulunmaları, İsrail ile Türkiye arasında askeri ilişki ve ortak projelerin askıya alınmasıyla sonuçlandı. Ankara ile Kudüs arasında siyasi, diplomatik ve askeri ilişkiler kesintiye uğrarken, ekonomik ilişkiler tersine normal seyrinde devam etti.
PKK'nın Mayıs 2016'da Rus yapımı taşınabilir hava savunma sistemi (MANPADS) ile Türkiye’ye ait bir Kobra helikopterini düşürmesi, Ankara’nın güvenlik endişelerinin artmasına neden oldu. Kürdistan’ın dağlık sarp bölgelerinde PKK’ye karşı Kobra helikopterlerinin güvenliğini sağlamak için Ankara’nın İsrail'in insansız hava araçlarına (İHA) ihtiyacı vardı. Türkiye, kendi İHA’larının yapımına başlamıştı. Fakat üretilen İHA’lar muharebe operasyonlarına hazır değillerdi. Bu nedenle Ankara, İsrail'den teknoloji transferi talebinde bulundu. Lakin Kudüs, sorunlu ilişkilerden dolayı Ankara'ya teknoloji transferinde bulunmayı kabul etmedi.
Ayrıyeten 2020’de İsrail’in, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile ilişkilerini normalleştiren Abraham Anlaşmaları Ankara’yı rahatsız etti. İsrail bölgede ve Arap dünyasındaki yalnızlıktan kurtulurken, Türkiye, daha fazla yalnızlığa doğru sürüklendi.
TC, Akdeniz, Ege ve Karadeniz'de ilan ettiği deniz yetki alanları ile kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri kapsayan ‘Mavi Vatan’ doktrinini dillendirmeye başladı. ABD'nin desteğiyle 2020’de İsrail, Kıbrıs, Yunanistan, Mısır, Ürdün ve İtalya, Doğu Akdeniz'in kısaltılması ‘EastMed’ olarak isimlendirilen Akdeniz doğalgazının boru hattı ile Avrupa’ya transferi için anlaşma imzaladılar. Geçtiğimiz haftalarda İsrail ve Yunan basını, boru hattı projesinin bölgesel gerilimler yaratmasından dolayı, Washington'un projeyi desteklemekten vaz geçtiğini yazdı. ABD’nin bu kararı, Erdoğan’ı heyecanlandırdı ve doğalgaz boru hattı projesini Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden değil de Türkiye üzerinden İsrail ile birlikte yapma önerisini Kudüs’e teklif etti.
2021 Haziran İsrail genel seçimlerinde Benjamin Netanyahu'nun 12 yıllık iktidarının sona ermesi, Ankara açısından Kudüs ile ilişkileri düzeltmede önemli bir fırsat yarattı. Aşırı sağcı Naftali Bennet liderliğinde kurulan koalisyon hükümetinin nabzını tutmaya çalışan Ankara’ya, Kudüs de olumlu sinyaller göndermeye başladı. Yakın bir dönemde Türkiye ile İsrail arasında üst düzeyde görüşmelerin başlaması muhtemel gözüküyor. Son zamanlarda Erdoğan’ın İsrail hakkında olumlu çıkışlarının en önemli nedeni, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizden kurtulmasına ve bölgedeki yalnızlığına son vermek olduğu aşikar.
İsrail’de birçok siyasetçi ve konuya uzman çevreler, Kudüs’ün Ankara ile ilişkileri ağırdan almasından yanalar. İsrail'in Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile kurduğu ittifakları koruması ve Ankara'nın Kudüs'te ciddi bir yer edinmesine izin verilmemesini istiyorlar. Ayrıca İsrail’in Arap ülkeleri ile kurduğu yeni diplomatik ilişkiler, geçmişteki gibi Kudüs’ün Ankara’ya ihtiyacının elzem olmadığı yönündedir.
İsrail’in dikkatle izlediği bir diğer konu da Türkiye’nin nükleer programıdır. Kudüs’ün, Tahran’ın nükleer silah programını engellemek için nasıl mücadele ettiği ve neler yaptığı biliniyor. Bölgede İsrail'i tehdit edecek nükleer silaha sahip başka devletlerin olmasını Kudüs istemiyor. Hele Türkiye’nin İsrail’e yönelik tehditleri göz önüne alındığında bunun kendisi için hayati tehlike olacağını düşünüyor.
5 Eylül 2019’da Sivas'ta Orta Anadolu Ekonomi Forumu'nda konuşan Erdoğan, “Birilerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane değil … Ama benim elimde nükleer başlıklı füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum. Şimdi hale bakın, onlar nerede, neyin yarışını yapıyor, bize de ne diyorlar? 'Sakın ha sen yapma' diyorlar. Yanı başımızda İsrail. Var mı? Var. Ve bütün her şeyiyle onunla korkutuyor. Fakat onlara kimse dokunamıyor” açıklamasında bulunmuştu.
Türkiye, zengin uranyum yataklarına ve ‘Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’ tarafından işletilen TR-1 ve TR-2 olmak üzere iki nükleer reaktöre sahip. Kudüs, Ankara’nın nükleer kapasitesini geliştirecek hem iradeye hem de ham maddeye sahip olduğunu, fakat nükleer silah yapabilmesi için yeterli bilgisinin olmadığını düşünüyor. ‘Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na taraf olmayan Pakistan ise bu konuda deneyimi olan bir ülke. Türkiye ile Pakistan arasında nükleer silah yapımına dair elde henüz somut bir kanıt olmasa da Ankara ile İslamabad arasındaki yoğun askeri iş birliği Kudüs'ü tedirgin ediyor.
İsrail’in Güney, Rojava, Doğu ve Kuzey Kürdistan’a ilişkin siyaseti
Taraflar dillendirmeseler de İsrail’in, Güney Kürdistan ile geçmişten gelen ve günümüzde gelişerek devam eden siyasi ve ekonomik ilişkileri mevcut. Ayrıca, İsrail'in Bağdat ile diplomatik ilişki kurma çabaları ve İran'ın Irak'ta siyasi nüfuzunun azalmasında Kürtler, Kudüs için önemli bir ortaktır. Bu açıdan Güney Kürdistan'ın kazanımlarının korunması ve ilerletilmesine İsrail’in destek ve katkısı devam edecektir. Yakın ve uzun vadede Ankara-Kudüs yakınlaşmasının Güney Kürdistan'a olumsuz bir etkisinin olacağı ihtimal dışıdır.
Suriye’nin geleceği İsrail’in güvenliği açısından en önemli konulardan biridir. Suriye’de İran ve cihatçı güçlerin etkisinin azalması, Rojava Kürtlerinin kazanımlarını korumaları ve kalıcı hale getirmeleri Kudüs’ün genel yaklaşımıdır. Kudüs, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın askeri güçlerini Rojava Kürdistanı’ndan çekmesine ve Türkiye’nin işgaline karşı durdu. Ayrıca Rojava Kürtlerine insani yardımda bulundu. ABD ve koalisyon güçlerinin Suriye’yi terk etmemeleri ve Kürtlere destek vermeleri için İsrail devleti ve Dünya Yahudi Lobileri yoğun çalışmalar yapıyorlar. En önemlisi de İsrail kamuoyunda Kürtlere karşı yükselen dayanışma ve sempati de Rojava Kürtlerinin IŞİD’e karşı direnişleri ile Güney Kürdistan Bağımsızlık Referandumunda Kürdistan sokaklarında dalgalanan İsrail bayraklarının katkısı küçümsenemez. Ankara-Kudüs yakınlaşmasının İsrail’in Suriye ve Rojava Kürdistanı siyasetinde Kürtlerin aleyhine bir yansıması olası gözükmüyor.
İran ile İsrail arasındaki çatışmaya bölgenin aşil topuğu diyebiliriz. İsrail devletini ortadan kaldırmayı hedefleyen İran ve vekil güçlere karşı İsrail, sıfır tolerans prensibiyle hareket ediyor. Bu nedenle Kudüs, Tahran’ın nükleer silah programını çökertmek için her türlü eyleme baş vuruyor. İsrail, İran muhalefetine bunun içinde Doğu Kürdistanlı siyasi güçler de dahil olmak üzere diplomatik, ekonomik ve askeri katkı sunmaktadır.
İran’ın Halkın Mücahitleri örgütü, ABD’ye dolayısıyla İsrail’e İran’ın nükleer silah programı hakkında bilgi aktardı. 26 Ocak 2009 tarihinde Avrupa Birliği Konseyi, üç yıl aradan sonra da ABD, Halkın Mücahitleri’ni terör örgütleri listesinden çıkardı. Siyasi analizciler Naftali Bennet liderliğinde kurulan İsrail koalisyon hükümetinin, Benjamin Netanyahu hükümetinden devir alınan İran siyasetini aynı katılıkta devam ettireceğini belirtiyorlar.
İsrail, Erdoğan'ın iktidarı kaybetmesinin, Türkiye'nin İsrail ve anti Semitizm karşıtlığından kurtulmasa da etkisinin azalmasına katkı sunacağını hesap ediyor. Erdoğan, İsrail’in Gazze’deki operasyonlarını ‘soykırım ve insan hakları’ ihlali diye kınarken, Benjamin Netanyahu da Ankara’nın Kürtlere yönelik siyasetini soykırım ve insan hakları ihlali olarak dile getirdi.
Kudüs’ün Kuzey Kürtlerine yönelik siyasetinin doksanlı ve iki binli yılların başındaki gibi olması muhtemel gözükmüyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Şubat 1999’da Ankara’ya teslim edilmesinde İsrail gizli servisi MOSSAD’ın rolü biliniyor. Ankara, Hamas’ın İsrail karşıtı operasyonlarına destek verirken, İsrail de eli kolu bağlı gelişmeleri izlemedi. İsrail güvenlik uzmanlarının yazdıkları makalelerin satır aralarında PKK’ye karşı savaşta Ankara’ya İHA teknolojisinin transferinin engellenmesi ve Jerusalem Post’un, 27 Kasım 2020’de PKK yöneticilerinden Murat Karayılan ile Kandil’de gerçekleştirdiği röportaj, İsrail’in PKK ‘ilgisine’ işaret etmesi açısından dikkate değerdir.
Söz konusu röportajda Karayılan, İsrail üzerinden ABD’ye mesaj göndererek, Washington’un PKK ile üçüncü aktörler üzerinden ilişkiye girmesi yerine, direk ilişki kurması ve PKK’nin ‘terör örgütleri’ listesinden çıkarılması talebinde bulunmuştu. Karayılan ayrıca, temas içinde oldukları Rojava ve Doğu Kürdistanlı siyasi hareketleri ABD ile bağlantıya geçmeleri konusunda teşvik ettiklerini ifade etmişti.
İsrail son on yıl içinde Kuzey Kürtleri aleyhine olan dosyasını Kürtler lehine güncelledi. İsrailli siyasetçiler ve karar vericilerin, Türkiye’nin Hamas’a desteği ve İsrail karşıtlığı siyasetine orantılı, PKK ve Kuzey Kürtleri kartını canlı tutacağını söyleyebiliriz.
Her dört parçadaki ana akım Kürdistanlı siyasi güçlerin İsrail ile bir şekilde temasları mevcut. İlişkilerin aleniyete dökülmemesini isteyenler Kürtlerdir. İsrailli siyasetçiler geçmişten günümüze devam eden ilişkilerin yüksek sesle telaffuz edilmemesini, Kürtlerin jeopolitik konumlarından dolayı anlayışla karşıladıklarını her defasında dile getiriyorlar.
Sonuç olarak Ankara’nın Kudüs ile ilişkileri düzeltme çabaları, İsrail’in Kürt siyasetine yönelik olumsuz etkisinin olacağına dair bir işaret veya gösterge şu an için olası gözükmüyor.
Twitter: @cetin_ceko