Kemalizm’in eleştirisi yakın döneme kadar Türk aydınları arasında çok sesli bir şekilde tartışılmazdı. Kemalizm’i tartışmak Kürd sorununu, Ermeni soykırımını aynı coğrafyada yaşayan halkların ulusal demokratik hak ve özgürlüklerini tartışmak demekti. Kemalizm’in Türk aydınları üzerindeki ideolojik tasallutundan dolayı bilakis onu ittifakcı güç olarak görüp savunurlardı. İslami kesimin Kemalizm’e eleştirisi “puta tapılmaz”ın dışına çıkmazdı.
Bilindiği üzere Türk solundan Kemalizm’e ilk siyasal ve ideolojik karşı duruş 1930’lı yıllarda Hikmet Kıvılcımlı, 1970’li yıllarda ise İbrahim Kaypakkaya ile olmuştur. Akademik alanda ise; Prof. Dr. İdris Küçükömer (1925-1987), Türkiye'de sosyalist hareketin bir taban oluşturabilmesi için, ”CHP-asker-Kemalizm üçlüsüne kökten karşı çıkması gerekir” tezidir. Kürt hareketi içinde ise, başta Komal-Rizgari grubu ve İsmail Beşikçi’nin Kemalizm ile ilgili siyasal ve tarihsel bakış açılarını, bugünkü Kemalizm değerlendirmelerine katkı sunan önemli köşe taşları olarak görmek gerekir.
Köprülerin altından çok sular aktı. Mart 2006’da Helsinki Yurttaşlar Derneği tarafından İstanbul’da düzenlenen "Kürt Konferansı"nda konuşmacı olarak bulunan İsmail Beşikçi ayakta alkışlandı. Bu bir yanıyla Türk aydınlarının İsmail Beşikçi’nin şahsında onun tezlerine, onyedi yıllık hapishane hayatına ve mücadeleci yaşamına karşı kendi duruşlarıyla yüzleşmeleri anlamına geliyordu. Bu yüzleşme dünya veTürkiye’deki alt-üst oluşlarla hala devam etmektedir.
Türk aydınlarının uluslararası siyasal konjüktür düzeyinde saflaşmalarının yanında, bugün için öne çıkan Kürt sorununa bakışları, Ermeni soykırımı, AB üyeliği, islami hareket karşısındaki duruşlarıdır. Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda Kürt sorununun çözümünü olmazsa olmaz olarak gören ve sayıları hergün artan azınlıktaki Türk aydın grubunun eylem ve söylemlerine destek verilip, ortak müştereklerde birlikte duruş sergilenebilir. Bu eylem ve güçbirliğinin nedeni Türkiye’de iktidarı elinde tutmak isteyen Kemalist asker sivil totoriter bürokrasinin artık ittifakçı güç olmaktan çıkması ve ona karşı tavır alınmasıdır.
Şapka düştü kel göründü...
Kemalist elit kendi dışındaki güçleri ya kontrolu altına almak ister ya da imha eder. Çünkü bunları kendi varlığına karşı tehdit unsuru olarak görür. Kontrol altına alma ve imha etmede kullanılanılan araçlar ise, Ergenekon ve benzeri yapılanmalardır. Bundan dolayı bu tür yapılanmaların tesadüfü olarak ortaya çıkmadığı asıl iktidarı elinde bulunduran kastın araçları olduğu tespiti doğrudur. Bu açıdan Ergenekon davası adli bir vaka olarak son bulup, üstü kapatılsa bile; bu bir siyasal hesaplaşma ve saf tutmadır. Kemalist asker sivil elit bürokrasinin devlete hakim, bağımsız, dokunulmazlığı olan, ekonomik ve siyasal alanda rant elde ederek iktidarda kalmaya ayak diretmesi artık kolay olacağa benzemiyor. Sonuçta geç de olsa ideolojik ve siyasal deşifrasyon ortaya çıkmıştır. Kürd sorunu, AB karşıtlığı, yeni anayasa ve laiklik tartışmaları, safları billurlaştıran konuların başında gelmektedir. Bu alt-üst oluşlar Kemalist totaliter asker sivil elit sınıfın terbiye edilerek sıradan devlet memuru statüsüne çekme mücadelesidir. Bu mücadeleyi zorlaştıran en büyük sorun ise Kürd sorunudur.
Neden Kürd sorunudur? Kemalist eliti normal sınırlarına çekip haddini bilmelerini isteyen kategori içinde Kürd sorununa karşı geleneksel politikalarla yaklaşan gruplar da vardır. Bu bir paradoksdur ama gerçektir. Örneğin şuana kadar ki pratiğiyle AKP’yi bu grubun içinde değerlendirebiliriz. Kürt sorununa bakışta statükocu, Türkiye’nin demokratikleşmesinde “cömert”söylemleri olan bu kesimin Kürt sorununa çözüm anlayışı askeri seçenek ve Güney Kürdistan’daki yapılanmanın şu veya bu şekilde Türkiye’ye sirayet etmesini engellemektir. Kemalist elit ile bu konuda konsensüs içindedirler. Bundan dolayı Türkiye’nin demokratikleşmesinde Kürd sorunu mihenk taşı olma özelliğine sahiptir.
Anti-emperyalizm söylemi altında ABD ve AB karşıtı şoven milliyetçi tavır takınılması, elit sınıfın tarihsel süreç itibari ile eski efendileri tarafından desteklerini çekmeleri ve iktidarı terk etmelerinin kendilerine dikte edilmesidir. Boş anti-emperyalizm çığırtkanlığı bu diktenin hezyanıdır. Oysa efendilerinin de değiştiğini, kendilerinin de değişmelerinin gerektiğini kavramak istememektedirler. Sorunlar red, inkar ve imha edilerek değil; ismini koyarak, taraf olan kesimlerle ortak paydalarda birleşerek çözülebilir. Kemalist elit, Pakistan’da yükselen toplumsal muhalefet ve ABD’nin baskısı sonucu devrik yoldaşları Pervez Müşerref’in tedavülden kaldırılışını görmek isetemeyebilirler. Kullanım zamanı biten bir maddenin raflarda tutulması ve pazarlanması nasıl mümkün değilse, Kemalizm’in de kullanım süresi bitmiştir.
Türk aydınları, Kemalizm'in "ırkçı", "sömürgeci" bir ideolojik ve siyasal yapılanma olduğunu sözkonusu kavramlarla değil de, farklı kimilik, kültür ve dinlere karşı olmakla tanımlamaları bile yeterlidir. Bu, Kemalizm'i anti-demokratik, bürokratik siyasi diktatörlük olarak görmeleri ve tavır almaları demektir. Kemalizmle bir biçimde kopuşup tavır almış Türk aydınların yine de bir çoğu ironik biçimde M.Kemal’i temel referans olarak almaktadırlar: ”Kemalizm kötüdür ama Mustafa Kemal iyidir”. Bu tutum, Kemalizmi eleştirebilmek için ikisini birbirinden ayırarak (belki de tabuyu bir sigorta babından koruyarak) Kemalistlere yüklenme biçiminde özetlenebilir. Artık bu aydının entellektüel dürüstlüğüne kalmış bir olaydır.
Sonuç olarak Ahmet Altanlar'dan başlayıp Zülfü Livaneli'lere kadar varan eleştiri ve karşı duruş cephesi, Türkiye'nin demokratikleşmesinde, Kürt halkının ulusal ve demokratik haklarının kazanım mücadelesinde geç de olsa önemli aşamalardan biridir.
Yayınlanma:: 2008-08-25