Kosova ve Kürdistan

Çetin Çeko

Güney Kürdistan’ın olası bağımsızlık ilanı karşısında uluslararası hukuk, emperyal ve bölge devletlerinin tavrı açısından Kosova deneyimi Kürtler açısından önemli bir örnektir.

”Bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar.” (Arnavut atasözü)

Çetin Çeko

Tarihsel boyut içinde Kürdistan’ın parçalanıp paylaşılmasında dış ve iç faktörler her zaman tartışma konusu olmuştur. Son yirmi beş yıl içinde Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da özellikle Balkanlar’daki siyasal alt üst oluşların formatlanmasında dış ve iç faktörlerin nerede, nasıl, tek başına veya birlikte belirleyici rol oynadığı önemli bir inceleme konusudur. Bu bağlamda Balkanların son bağımsız devleti Kosova’nın bağımsızlığa giden sürecini ve sonrasını Kürdistan sorunu açısından dikkatle irdelemek gerekir. Özellikle Güney Kürdistan’ın olası bağımsızlık ilanı karşısında uluslararası hukuk, emperyal ve bölge devletlerinin tavrı açısından Kosova deneyimi Kürtler açısından önemli bir örnektir.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ardından Orta Doğu ve Balkanlar’da stratejik iki ciddi savaş yaşandı. Bu savaşlardan birincisi 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Amerika ve koalisyon güçlerinin Irak’a yönelik Körfez Savaşı bir diğeri de yaklaşık yirmi yıl süren Yugoslavya iç savaşı idi. Her iki savaş uluslararası ve bölgesel düzeyde yeni siyasal oluşumları, yeni dengeleri ve yeni devletleri ortaya çıkardı. Kosova, Yugoslavya İç Savaşı’nın bitimi ve federatif yapının dağılması ardından sekiz yıl sonra ancak bağımsızlığına kavuşabildi.

Bağımsızlık ilanı bir değil iki kez

Kosova iki kez bağımsızlığını ilan etti. İlk ilan Eylül 1991’de yapıldı. Kosova halkının bu kararı ne uluslararası düzeyde ne de Yugoslavya içinde karşılığını bulmadı. Buna karşın Kosovalı Arnavutlar, Sırp yönetimi içinde “gölge devlet” kurarak ve sivil itaatsizlik eylemleri başlatarak 2008’e kadar geldiler.

2008 yılında ilan edilen ikinci bağımsızlık devletleri ve uluslararası kurumları Kosova konusunda iki ayrı kutba böldü. Bu kutuplaşma Kosova’yı tanıyan ve tanımayan devletler dışında “ulus devletler çağını doldurmuştur” tezini savunan çevreler idi.

Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ardında bağımsızlık ilanına karşı çıkan İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Romanya, Rusya, Sırbistan, Azerbaycan ve Slovakya’nın iç anatomilerine bakıldığında ilginç bir karşı çıkış ortaklığını görürüz. Bu devletlerin siyasi sınırları içinde veya dışında Kosova örneğine benzer sorunlara sahip oldukları, Kosova modelinin kendileri için emsal teşkil etmemesi için bağımsızlık ilanına karşı oldukları görülür.

Yunanistan, Kıbrıs Türk kesiminin bu hakkı kullanmasından ve ülkedeki yarım milyona yakın Arnavut nüfustan; Romanya ülke içindeki Macar azınlıktan; Azerbaycan, Ermenistan’la olan Karabağ sorunundan; Rusya, Sırbistan ilişkisi ayrıca Gürcistan-Abhazya, Gürcistan-Osetya ve Moldova-Pridjenstroves arasındaki çatışmaların yeniden başlayabileceğinden; İspanya, Bask ve Katalonya’dan dolayı Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkan ülkelerdir.

Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ülkelerin benzer ulusal ve etnik sorunları bulunan ülkeler için bu tanımanın emsal teşkil etmeyeceği yönünde görüş belirtmeleridir. Bu şerhi ilerde Kürdistan’ın olası bağımsızlığına karşı bir tavır olarak da okuyabiliriz.

Türkiye, Kosova’nın bağımsızlığını Balkanlar siyaseti, Müslüman ülke olması ve NATO programı içinde öteden beri savunmuştur. Türkiye’nin Kosova, Filistin ve Kıbrıs sorununa ilişkin siyaseti uluslararası alanda Kürd-Kürdistan sorununa yaklaşımındaki çifte standardını, iki yüzlülüğünü göstermesi açısından en çarpıcı örneklerin başında gelmektedir.

2012’ye kadar Kosova’nın bağımsızlığı “Uluslararası Yönlendirme Grubu” adı altına 25 Avrupa ülkesinin gözetimi altındaydı. Bu grubun gözetimi bitmesine rağmen Kosova, Birleşmiş Milletler Daimi Üyeleri Rusya ve Çin’in vetosundan dolayı BM’de temsil edilememekte, Olimpiyatlara katılamamakta ve uluslararası telefon kodu bulunmamaktadır.

BM’nin 1514 sayılı kararının 4. 6. ve 7. bendlerine tekzip

Kosova’nın bağımsızlığının “uluslararası hukuka aykırı” olduğu ve “toprak bütünlüğünü parçaladığı” gerekçesiyle Sırbistan Ekim 2008’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na başvuruda bulundu. Birleşmiş Milletler, Lahey’de devletlerarası hukuki anlaşmazlıklara çözüm bulmakla görevli olan ve BM üyeleri için hukuki bir bağlayıcılığı olmayan (UAD) Uluslararası Adalet Divanı’ndan konuyla ilgili görüş istedi. İki yıl sonra Temmuz 2010’da UAD kararını açıkladı. 10 hakim Kosova’nın bağımsızlık kararının lehinde, 4 hakim ise aleyhinde oy kullandı. Böylece karar Kosova lehine onaylanmış oldu.

Sırbistan, BM Genel Kurulu’nun 14 Aralık1960 yılında kabul edilen 1514 sayılı kararın 4. 6. ve 7. bendelerinde yer alan ‘Bir ülkenin ulusal birliği ve toprak bütünlüğünü kısmen ya da tamamen bozmaya yönelik her girişim, BM Antlaşması’nın amaç ve ilkleriyle bağdaşmaz” kararına dayanarak itirazda bulunmuştu. BM’nin 1514 sayılı kararının 4.6. ve 7. bendleri BM Genel Kurulu'nun 1952 tarihli, "Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme  Hakkı"  kararına ve özüne aykırıdır. Söz konusu bendlerin “ikiyüzlü”, başta Kürdistan gibi benzer sömürge ülkelerin bağımsızlık taleplerine karşı kullanılacağı her vesile dile getirilip eleştirilmektedir.

Lahey Adalet Divanı, 1514 sayılı maddenin 4.6. ve 7. bendlerinin BM’nin amaç ve ilkeleriyle bağdaşmadığını Kosova kararıyla tekzip etmiş oldu. Güney Kürdistan’ın olası bir bağımsızlık ilanında UAD’nın Kosova kararını emsal bir karar olarak kullanmanın yolu da böylece açıldı.

Amerika, Rusya ve Çin üyesi oldukları Birleşmiş Milletlerin, İngiltere ve Fransa üyesi oldukları hem BM hem de Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumların bağlayıcılığını ne kadar önemsedikleri Kosova örneğinde ortaya çıkmaktadır. Artık uluslararası sorunların çözümü konusunda BM ve AB yerine bu devletlerden bir kısmı ve bölgesel aktörlerin bir araya gelmesi ile kurulan ittifaklar belirleyici olmaktadır. Kürtlerin de uluslararası alanda siyasal manevra kabiliyetlerini oluşturmaları için çok yönlü ilişki ve dengeleri bu açıdan hesap ettikleri ekonomik ve diplomatik alanda kurulan ilişkilerle görülmektedir.

“Büyük Arnavutluk, Büyük Kürdistan Hayali”

Kosova’nın bağımsızlık ilanı ardından dillendirilen yaklaşımlardan biri de bölgede “Büyük Arnavutluk” devletinin kurulma yolunda olduğudur. Bu yorum ister istemez bize “Büyük Kürdistan hayali” yorumlarını hatırlatmaktadır. Rojava’daki özgürlük mücadelesi ve öz yönetimin nihai hedefine varması ardından Güney ve Batı Kürdistan’ın birleşeceği ve bunun da “Büyük Kürdistan”ın başlangıcı olacağı yorumları korkulu senaryolarla yazılmaktadır. Oysa parçalanan, paylaşılan uluslar ve toprakların birliği tarihsel bir adaletsizliğin ve haksızlığın son bulmasına yöneliktir. Buna karşı çıkanlar işgal statüsünü sürdürmek isteyen kurum ve devletlerdir.

Kosova’nın bağımsızlığa giden yolda yakın tarihini incelemeye devam ettiğimizde Güney Kürdistan'ın özgürleşmesi süreci ile benzerlikleri olduğunu görürüz. Bu benzerliklerin başında dış faktör olarak değerlendirebileceğimiz NATO ve İttifak Güçleri’nin müdahalesi gelir. Her iki müdahalenin gerekçesi “aşırı insan hakları ihlali”dir. Bu gerekçeye dayanarak NATO, 1999’da Sırp yönetiminin Kosova’ya saldırılarını durdurmak amacıyla güçlerini Kosova’da konuşlandırmıştır. Saddam Hüseyin’in Kürtlere yönelik soykırım saldırıları karşısında NATO ve koalisyon güçleri ilk etapta Güney Kürdistan’a askeri birliklerini direk olarak konuşlandırmasalar da, 1991-2003 yılları arasında BM’nin 688 nolu kararı ile 36. paralelin kuzeyi ile Güney Kürdistan, 32. paralelin güneyi ile Şii bölgesi uçuşa yasak bölge ilan edilerek havadan koruma altına alındı ve bölge Saddam birliklerinden arındırıldı.

ABD ve koalisyon güçlerinin Irak ve Güney Kürdistan operasyonları NATO’nun daha sonradan gerçekleştirdiği Kosova operasyonu açısında önemli bir deneyimdir. Kuşkusuz her iki operasyon da Arnavut, Kürt ve Arap halklarının salt çıkarları ve geciken adaletin tecellisi için gerçekleşen operasyonlar değildirler.

Başta Amerika ve İngiltere’nin bölgedeki enerji kaynakları ve yollarının kontrolü, bu kaynakların Ortadoğu dışına güvenli bir şekilde Balkanlar üzerinden Batı ve Kuzey Avrupa'ya transferine yönelik stratejik bir operasyon olduğu genel bir kanaattir. Bunun yanında Balkanlar ve Ortadoğu’da Sovyet döneminden gelen Rus hegemonyasının kırılmasına yönelik başta Amerika olmak üzere batının hükümranlık savaşını unutmamamız gerekir. Ayrıca Amerika’nın Balkanlar’da kontrolünü arttırmak amacıyla denizaşırı ikinci büyük askeri üssü Bondsteel’in bu fonksiyonu yerine getirmesi için Kosova’da kurulduğunu da not etmeliyiz.

Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası toprakları parçalanan Kürtler ve Kosovalı Arnavutlar için son yirmi beş yıl özellikle dış dinamiklerin etkisiyle önemli tarihsel bir fırsat ortaya çıkarmıştır. Güney Kürtleri ve Kosovalı Arnavutlar gerekli refleksleri göstererek, stratejik konumlarını ulusal ve demokratik hakları elde etmede kullanmışlardır. Her iki siyasal oluşumu “emperyalizmin kuklaları” olarak niteleyen kesimler, iki ulusun, ulusal ve demokratik haklardan neden mahrum, baskı altında bırakıldıkları, bugüne kadar kendilerini neden yönetemedikleri sorusunu sormamaktadırlar.

Bu göreceli soyut anti-emperyalist dayatma ve suçlamalar zaman içinde suçlanan oluşumun oluşturduğu reel dinamikler sonucu anlamını yitirmekte ve ortadan kalkmaktadır. Artık Güney Kürdistan’ın federe statüsünü veya Kosova’nın bağımsızlığını ortadan kaldıracak tartışmaların bu manada anlamı kalmadığı gibi, her iki oluşumu geri bir statüye götürecek eylemlere ne Kosovalı Arnavutların ne de Kürtlerin izin vermeleri düşünülemez. Bu açıdan kazanılan hakların korunması ve daha ileri boyutlara taşınmasında iç dinamiklerin belirleyiciliği burada kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Irak Anayasası’nda Güney Kürdistan Federe hükümetinin statüsü olmasına karşın Türk hükümetleri uzun bir süre Güney Kürdistan Bölgesel Hükümeti’ni tanımakta ve ilişki kurmakta direndiler. Bununla da kalmayıp Güney Kürdistan’da oluşan istikrarı bozmak ve provoke etmek için uğraştılar. Bu siyasetten sonuç alamayan Türk devletinin kırmızıçizgileri süreç içinde renk değiştirerek soldu ve Kürdistan Federe Hükümeti ile ilişki kurmak zorunda kaldılar, bırakıldılar.

Buna benzer bir yaklaşım Sırp yönetimi tarafından Kosova’ya uygulanmaktadır. Geçtiğimiz Nisan ayında Sırbistan devleti ile Kosova arasında imzalanan “Barış ve İşbirliği Anlaşması” Kosova tarafından bağımsızlığının Sırbistan tarafından tanınması olarak kabul edilirken, Sırbistan bu anlaşmayla Kosova’nın bağımsızlığının tanındığı anlamı çıkarılamaz diyerek Kosova’yı tanımadığını bir kez daha deklere etti. Sırbistan’ın açıklaması ne olursa olsun uzun vadede gidişatın böyle olmadığını herkes görmektedir. Özellikle Sırbistan’ın AB üyeliği açısından Kosova sorununu normalleştirmesi ön koşullardan biri olarak değerlendirilmektedir.

Kürdistan ve Kosova arasındaki benzerlikler ve farklıkları irdelemeye devam edersek Kosova Kurtuluşu Ordusu’nun (UÇK) durumu ilginç bir ayrıntı olarak önümüze çıkmaktadır. UÇK’nın bir dönemler Amerika tarafından “terörist” örgütler listesinde yer aldığı daha sonra ise bu listeden çıkarıldığını görüyoruz. Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ardından ise UÇK silahlı bir güç olmaktan arındırılarak sivil savunma gücüne dönüştürülmüştür. Güney Kürdistan’da ise Bağdat’ın tüm itirazlarına rağmen peşmerge gücü korunarak ordulaşmıştır. Bu açıdan Kosova ordusuz bağımsız bir devlet olurken, Güney Kürdistan Federe Irak içinde ordulu bir statüye ve güce sahiptir. PKK’nin de ileri bir süreçte ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesinden çıkarılabileceği ihtimaller dahilindedir.

“İslam kardeşliği mi? Bağımsızlık mı?”

Tarihsel bağlamda “İslam kardeşliği” söyleminin Arnavutlar için geçersiz ve itibar etmedikleri bir kavram olduğu, ulusal ve demokratik hakların birincil sırada geldiğini görüyoruz. Arnavutlar, bağımsızlıklarını kazanmak için Balkan Savaşları sırasında Osmanlı yönetiminden Müslüman bir halk olarak 1912’de ayrılmayı başardılar. Kürtler ise “İslam kardeşliği” adına Osmanlı ve sonrasında ayrılma, kendi devletlerini kurma iradesi ve becerisini gösteremediler. Arnavutlar bağımsızlıklarını elde etmelerine karşın Kosova örneğinde olduğu üzere topraklarının bir kısmı diğer komşu devletler tarafından daha sonra işgal edildi ve parçalandı ama mücadeleleri devam etti. Son yüz yıl içinde her zaman için parçalarının birinde Kürtlerin tersine devletleri oldu. Bugün iki ayrı Arnavut devletinin olması bu parçalanmışlığın sonucudur.

Kosovalı Arnavutların bağımsızlık mücadelesinde Arnavutluk’un önemli bir lojistik destek merkez olduğu biliniyor. Kısıtlı ekonomik imkanlarına karşın Arnavutluk ekonomik, askeri ve basın-yayın alanlarında Kosovalı Arnavutlara her zaman gerekli desteği vermiştir. Güney Kürdistan’ın, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki mücadeleye desteği ile karşılaştırıldığında Federe Kürdistan hükümetinin gerek Bağdat ve gerekse etrafını çevreleyen üç güçlü sömürgeci devlete karşı çok hassas dengeler içinde siyaset yürüttüğünü görmekteyiz.

Kosova’nın bağımsızlığı ülkenin kuzeyinde bulunan Sırplar açısından hala sorunludur. Kosovalı Sırplar, Priştina’yı değil, Belgrad’ı tanıdıklarını ifade etmektedirler. Kosova anayasasında Sırpların hakları anayasal güvence altına alınmış, Sırpça Kosova’nın ikinci resmi dil olarak kabul edilmiş olsa da iki ulus arasındaki tarihsel husumetin son bulması Sırbistan’ın Kosova’yı tanıması ve Kosova’nın da Sırbistan ile ilişkilerini normalleştirmesi zaman alacağa benzemektedir.

Bu yazıda son yirmi beş yıl içinde Kosova’nın bağımsızlık süreci ile Kürdistan’da yaşanan sürecin kaba benzerlik ve farklılıklarını, Kürdistan’ın olası bir bağımsızlık ilanı karşısında uluslararası hukuk ve bölge devletlerinin karşı aksiyonlarını kurgulamaya çalıştım. Kuşku yok ki, Kosova ve Kürdistan’ın bulunduğu siyasal coğrafya ve tarihsel süreçler önemli farklılıklar içermektedir. İki ayrı coğrafyada olmalarına karşın her iki ulusun doğal enerji kaynakları ve yolları açısından stratejik konumlarının yarattığı önem, dış faktörlerin oluşmasıyla tarihsel anı lehlerine çevirmelerine neden olmaktadır. Demek ki tarihin yalnızca tekerrürden ibaret olmadığını, tarihsel haksızlıkları ortadan kaldırmak için oluşan tarihsel fırsatları zamanında ve doğru bir şekilde kullanmak gerektiğini bu iki somut örnekle görmekteyiz. 13.10.21

Çetin Çeko: Twitter, Facebook, Blog
Tags: