Şerafettin Elçi: Kürtlerin sahip olmaları gereken hak öz-yönetim hakkıdır

Çetin Çeko



Şerafettin Elçi (1938-2012) siyasetçi ve hukukçu. Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Elçi, önce “49'lar” ve daha sonra Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi davalarında yargılandı. 1977’de Adalet Partisi’nden Mardin milletvekili seçildi. 1979’da Ecevit Hükümeti’nde Bayındırlık Bakanı oldu. 12 Eylül’den sonra da yargılanan Elçi, üç yıla yakın hapis yattı ve 10 yıl kadar siyasî ve mesleki haklardan men edildi. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Kitle Partisi ile ardından kurulan Katılımcı Demokrasi Partisi'nin genel başkanlığını yürüttü. 12 Haziran 2011 seçimlerinde Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilen Şerafettin Elçi, 25 Aralık 2012’de yaşama veda etti. (Söyleşi, Şubat 2010)

Sayın Elçi, hükümet açılım konusunda çok şeyler söylüyor fakat henüz atılmış somut bir adım yok. Neden hükümet adım atmıyor veya atamıyor?

Kanımca hükümet bu işe çok hazırlıklı başlamadı. Veyahut hazırlıklı olmasına rağmen bu konuda kafasındaki belirli bir plan projeyi kamuoyuna açıklamak için uygun zemin ve ortam bulamadı. Çünkü konu gündeme gelir gelmez, çok sert bir muhalefetle karşılaştı. Destek beklediği Kürtlerden gerekli desteği görmedi. Hükümet bu konuda adeta yalnız kaldı. Bir de hükümetin içyapısını bilmek lazım, hükümet tamamen kendi içinde homojen, aynı frekansta düşünen bir siyasî yapıya sahip değil. Partinin temelini oluşturan muhafazakâr kesim ise maalesef oldum olası Türkiye'nin genel hastalığından kendini temizleyebilmiş değil.

Nedir bu hastalık?

Şoven Türk milliyetçiliği! Bir müslümanın, İslamiyet’e inanan bir insanın, ırkçı düşüncelerden tamamen kendini sıyırabilmiş olması, bu tür düşüncelere uzak durması lazım. Ama ne yazık ki, Türkiye'de dindarlık kılıfına bürüneneler bile, özünde şoven milliyetçi duygularla dolu.

Açılıma karşı sokaktan da gelen bir direncin varlığından bahsedebilir miyiz?

Hayır! Sokakta, halktan bir tepki yok. Yani muhalefetin sert tepkisine, özellikle ulusalcı, milliyetçi çevre dediğimiz kesimlerin sert tepki ve kışkırtmalarına rağmen, halktan ciddi bir tepki gelmedi. Ama hükümet yeterli desteği de görmedi. Özellikle Habur'daki olay, hükümette ciddi biçimde bir moral çöküntüsüne neden oldu. Toplumda büyük reaksiyon yarattı. Elbette Habur'a gelen insanların, karşılayanların coşkusunu anlamak son derece doğal. O coşkunun temelinde yatan, savaş son bulacak, akan kan duracak bunlar gayet doğaldı. Ama muzaffer bir ordu görünümüyle topluma yansıtılması muazzam bir tepki yarattı. O dönemde yapılan anketlere göre AKP'nin oyları yüzde yirmiler düzeyine kadar indi. Bu da hükümeti tedirgin etti, geri adım atma ihtiyacı doğurdu. Hükümet aynı zamanda şunu da gördü; mademki adım atılmıştır ne olursa olsun açılımı sürdürmek lazım.

Hükümet bunu sürdürürken, Türk kamuoyunun hassasiyetlerini de dikkate alıp yürütüyor. Halen kamuoyunda beklenen yumuşama yok. Ama şunu da memnuniyetle görüyoruz ki, kamuoyu bir süre öncesine göre açılımın açıldığı döneme göre biraz daha yumuşamıştır. Kürtlere, Kürtlüğe duyulan tepkiler şu an yok. Bu konular televizyonlarda, basında tartışıla tartışla, halkta Kürt sorununa karşı ciddi bir yumuşama yarattı. Hükümet belki bundan sonra bir şeyler yapar, ama hâlâ ciddi bir proje yok! Ortada ne Türkleri tatmin eden, onlara güven veren, ne de Kürtleri memnun eden herhangi bir proje var! Türk kamuoyunu ikna etmeye, inandırmaya yönelik bir gayret görüyoruz. Bu işin sanıldığı gibi tehlikeli olmadığına dair bir gayret görüyoruz.

Hükümet, “en geniş kesimlerin katılım ve görüşleri alınarak” somut bir programın ortaya konulacağını belirtmişti. Bu konuda partinizle veya şahsınızla hükümet adına görüşmeler oldu mu?

Hayır. Söylediğim gibi hükümet bu işe alelacele hazırlıksız olarak girişti. Bu sorun son derece önemli ve yakıcı bir olaydır. Hükümet bu meseleyi sahne önünde gündeme getirmeden önce, perde arkasında çok iyi hazırlayıp kotarması lazımdı. İlk önce devlet katında, devletin önemli kurumlarıyla bir uzlaşı sağlaması gerekirdi. Bunu sağladıktan sonra siyasî partiler, Türkiye'yi etkileyen sivil toplum örgütleriyle birlikte bu konuyu gündeme getirmeliydi. Maalesef böyle yapılmadı, işi aceleye getirdi.

Peki, sizin hükümet yetkilileriyle görüşme talebiniz oldu mu?

Hayır olmadı. Yalnız bir süre önce İstanbul'da Eko-Politik kurumunun Kürtler ve Türklerle birlikte düzenlediği konferansta sayın içişleri bakanı bizlerle akşam yemeği yedi. Salona girdiğinde tokalaştık, bana söylediği şuydu: “Programımda sizinle görüşme vardı, kusura bakmayın bu gaile içinde fırsat bulamadık. Ama mutlaka sizinle görüşeceğim”. Fakat bugüne kadar bir görüşme gerçekleşmedi.

Hükümet Kürtlerin legal siyasal partilerini, demokratik kitle örgütlerini ve kanaat önderlerini bilinçli olarak bu sürecin dışında tutmuyor mu? Örneğin Alevi ve Roman çalıştayları yapılırken neden Kürtlerle böyle bir platform oluşturulmadı?

Evet, sürecin dışında tutuyor. Bu konuda tamimiyle haklısınız. Hükümetin herhalde hesabı şu; Kürtlük adına hareket eden, Kürtleri temsil eden parlamentoda bir grup var. DTP, şu anda da BDP. Hem başbakan hem de içişleri bakanı bunlarla görüştüler. Ayrıca zaman zaman görüş alış verişi yapıyorlar. Belki bunu yeterli gördüler ama bu yetersizdir. DTP, BDP bütün Kürtleri temsil eden bir siyasî parti değil. Sizin de söylediğiniz gibi Kürt siyasî partilerini, demokratik kurumlarını, şahsiyetlerini bir araya getiren bir platformda konuları tartışmaya açmalıydı. Kürtlerin ortak görüşü belirlenip, ortaya çıkan görüş dikkate alınmalıydı.

Kürt siyasî hareketinin kendisini serbestçe ifade etmesine imkân verecek anayasal ve yasal düzenlemeler konusunda AKP'nin bir hazırlığının ve isteğinin olmadığı, Açılım’la Kürtleri AKP’lileştirmeye, bazı olanaklar sağlayarak Kürtleri sisteme entegre etmeye çalıştığı yorumları yapılmakta. Bu yorumlar konusunda düşüncelerinizi alabilir miyim?

Kürtleri AKP'lileştirme iddiası aşrı bir iddiadır. Eğer Kürtlerden bir kesim AKP'ye meylediyorsa, onu destekliyorsa, AKP'nin Kürtlerle ilgili olumlu adımlar atacağı beklentisi olduğu içindir. AKP'lileşmek veya Kürtlere karşı olan politikalarına destek vermek için değildir. Doğal olarak her parti kendine taraftar kazanmak ister ve bu onun doğal hakkıdır. AKP, siyasetini MHP, CHP gibi anti Kürt bir zemine oturtursa, Kürtleri kazanması söz konusu olamaz. AKP, Kürtleri kazanmak istiyorsa, Kürtlerin haklı, meşru talep ve isteklerini yerine getirmekle bunu sağlayabilir.

Tabii, burada anayasa meselesi karşımıza çıkmaktadır. Bu da Türkiye'nin en önemli meselesidir. Mevcut anayasayla ne demokratik bir açılım, ne Kürt sorununun çözümü, ne de Türkiye'nin AB'ye katılımını sağlayabilirsiniz. Bunu her devlet yetkilisi de bilmektedir. Hükümetin AB ile ilişkilerinden sorumlu devlet bakanı sayın Egemen Bağış çok açık ve net olarak; “biz bu anayasayla AB'ye giremeyiz” dedi.

Şoven militarist Türk milliyetçiliği ruhuyla donanmış bir anayasayla Türkiye'nin çağımıza ayak uydurması mümkün değildir. Yalnız Kürt meselesi açısından değil, Kürt meselesi olmasa bile, bu anayasayla modern bir toplumu yönetmek mümkün değildir. Hükümet zaman geçirmeden yepyeni bir anlayışla, modern dünyanın benimsediği ilkeler doğrultusunda, Türkiye'nin çoğulcu yapısını göz önüne alan bir anayasa yapmalıdır. Anayasaların temel karakteri toplumsal gerçekliğe uygun olmasıdır. Bugünkü anayasa ülkenin sosyal gerçekliğini tamamen göz ardı eden bir anayasadır. Yamalarla düzeltilmesi ise mümkün değildir. Demokratik, çoğulcu modern bir anayasa Türkiye'nin acilen gündemine gelmelidir.

Kürt siyasal yapılanmaları, “özerklik”, “federasyon” ve “bağımsızlık” isteyenler olarak kabaca üç kategoride toplanıyorlar. Kanaat önderlerini de katarsak hepsinin ortak talebi Kürtlerin kolektif haklarının anayasal kabulüdür. Oysa hükümet bireysel hak ve özgürlükler temelinde soruna yaklaşıyor. Bu çözümü zorlaştıran en önemli etken değil mi?

İlk etapta Kürtlerin sahip olması gereken statükoyu bilmek lazım. Azınlıklar ayrıdır, halk ayrıdır. Toplum kesimlerinin sahip olduğu çeşitli statükolar vardır. Kürtler, Türkiye'de var olan diğer etnik guruplar gibi kendi anayurtlarını terk edip veya devletin mevcut statükosunu benimseyip, devletin imkânlarından yararlanarak bu devlete sığınmış azınlıklardan değildirler. Kürtler farklıdır. Kürtler, tarih boyunca kendilerine ait anayurtlarında yaşamaktadırlar. Kendi anayurtlarında dil ve kültürleriyle varlıklarını sürdürmektedirler. Bütün göç ettirmelere rağmen, Kürtler kendi bölgelerinde çoğunlukturlar. Kendi kimliklerine sıkı sıkıya sarılmaktadırlar. BM'nin mevcut kriterlerine göre Kürtlerin sahip olması gereken haklar, bir halkın sahip olduğu haklar çerçevesinde ele alınmalıdır. Bireysel haklar, Kürtlerin sahip olması gereken haklardan çok uzaktır, kolektif hakların tanınması zaten zorunludur ama bu da yeterli değildir.

Kürt sorununun makul çözümü federatif sistemdir

Çünkü tanınan bu kolektif hakları icra edebilecek, yerine getirebilecek bir öz yönetime Kürtlerin ihtiyacı vardır. Kürtlerin sahip olması gereken temel hak; öz yönetim hakkıdır. Bu da mevcut merkezi yönetimle olmaz. Türkiye'nin hiç zaman geçirmeden yeni yapılacak anayasada ademi merkeziyetçi bir idari yapılanmaya gitmesi lazımdır. Tabii bunun değişik versiyonları var. Eyalet sistemi olabilir, özerk bölgeler olabilir, federatif sistem olabilir. Partimizin görüşü; en makul kalıcı olan yönetim modelinin federatif sistem olduğudur. İlla bunun olması da şart değildir. Fakat ademi merkeziyetçi bir sistemin Türkiye'de kabulü zorunludur.

AKP'nin askeri vesayete eleştirisi, Ergenekon davaları, 28 Şubat örneğinde olduğu gibi kendi varlığına kast eden bir tehditten mi kaynaklanıyor yoksa normal demokratik temayüllerin böyle olmasından mı?
AKP'nin demokrasi anlayışı konusunda kuşkular var, bunu hiç önemsemiyorum. İnsanların samimiyetini bizim irdelemeye hakkımız yoktur. Ayrıca insanların beyninden ve yüreğinden geçenleri okuyan bir alet hâlâ icat edilmedi. Önemli olan yapılması istenendir. Yapılması istenen bizim de yararımıza ise, o işi yapmak isteyenin saiki ne olursa olsun desteklememiz gerekir. Çünkü bu bizim için bir şanstır. Bizler nasıl demokrasiye ihtiyaç duyuyorsak, Kürt sorununun çözümünün demokrasiyle yüzde yüz bağlantılı olduğuna inanıyorsak, AKP de kendi varlığı için demokrasiyi gerekli görüyor. Bu nedenle demokratik adımlar atıyorsa bunu memnuniyetle karşılamamız lazım.

Kürt açılımında DTP'nin “sorunun muhatabı Öcalan'dır”, “Öcalan'ın cezaevi şartları iyileştirilmelidir” yaklaşımı ve sokak eylemleri süreci negatif etkileyen faktörler olarak değerlendirildi. BDP kongresinde ise: “Hükümetle müzakere edebiliriz. Seçilmiş siyasetçiler olarak biz bu sorunun muhatabıyız. Silah bırakma konusunda sadece tartışma yürütebiliriz ama kararı veremeyiz. Geri kalan bütün konularda biz muhatabız.” dendi. DTP sürecin başından itibaren neden bu politik kabiliyeti geliştiremedi?

DTP'nin bu politik kabiliyeti geliştirmesi mümkün değildi, bugün de mümkün değil. Çünkü DTP'yi temsil eden milletvekillerinin nasıl tespit edildiğine bakmak gerekir. Bunlar halkın özgür iradesiyle seçilmiş kişiler değiller. PKK'nın denetiminde olan bir komitenin ve onun tabanı sayesinde seçilmiş kişilerdir. Ayrıca bunlar seçilmeden önce “Abdullah Öcalan irademizdir” diye bir imza kampanyası açmışlardır. Eğer sen kendi imzanla birini iraden kabul ediyorsan o zaman iradeni sıfırlamış oluyorsun. Sıkıntı burada. PKK, Kürt sorununun çözümünde samimiyse özellikle bu konuda ciddi olarak düşünmek zorundadır.

Ayrıca savaşı sürdürmekten yana ise, bu stratejiyi benimsiyorsa o konudaki taktikler farklı olur. Yok, savaşın gereksizliğine, bir yarar sağlamayacağına inanıyorsa bu konuda uygulanacak taktikler farklı olur. PKK'nin bu konuda kendini netleştirmesi lazım. Ayrıca son KCK bildirisinde öne sürülen şartların devlet tarafından kabulü mümkün değil.

Neden?

Deniyor ki, “muhatap Abdullah Öcalan'dır, Abdullah Öcalan'ın hapislik şartları düzelmeli ve ev hapsinde tutulmalı”. Şu anda ne hükümet bunu yapmaya hazır, ne de toplum bunu kabullenmeye hazır. Burada önemli olan Kürtlerin taleplerinin ön plana çıkarılmasıdır. PKK'nın, Abdullah Öcalan'ın meşruiyetini, muhataplığını ön plana çıkarması ne Abdullah Öcalan’ı özgürleştirir ne de açılımın önünü açar. Ama açılımın önü açılırsa, Kürtlerin hak ettiği haklar elde edilebilirse, bu beraberinde Abdullah Öcalan'ın da özgürleşmesini doğal olarak getirir. Bu önceliği iyi tespit etmek lazım. Ayrıca KCK'nın son açıklamasında BDP'nin muhatap alınmasını belirten hiçbir işaret yok.

BDP'nin muhataplık açıklamalarını KCK tekzip mi ediyor demek istiyorsunuz?

Evet. KCK'nın iradesi her zaman belirleyici olmuştur. Eğer BDP bu gücü ve iradeyi kendinde görebiliyorsa bundan memnuniyet duyarız. Dünkü konferansta da bunları söyledim. PKK'lıların bundan dolayı alınganlık göstermemeleri lazım. BDP'liler kendi arkadaşları, sahne arkasından onlar muhatap olur, perde önünde ise BDP'liler. BDP'liler elbette kendi arkadaşlarından ayrı iş yapacak değildirler. Önemli olan perde önünde BDP'nin olmasıdır. BDP, bu görevi üstlendiği zaman ise, tekelci bir anlayışla hareket etmemesi, “ben bütün Kürtlerin temsilcisiyim” pozisyonuyla çıkmaması gerekir. BDP, kendi dışındaki Kürt kitlesi ile birlikte ortak talepler konusunda geniş bir platform oluşturabilir. O zaman hükümetin karşısına bütün Kürtleri temsil eden bir pozisyonla çıkılır. Kürtlerin eli daha güçlü olur. Toplumdan, dünya kamuoyundan geniş destek görür. Kanımca yürütülmesi gereken yöntem bu olmalı. PKK'nın bu konuda ciddi ciddi düşünmesi gerekir.

Siz Abdullah Öcalan'ı, PKK'yı öne sürerek, bunların muhataplığı üzerinde ısrar ettiğiniz sürece sorunun çözümünün önünü tıkarsınız, hiçbir sonuç da elde edemezsiniz. Ne Abdullah Öcalan özgürleşir ne de PKK'nın önü açılır. Soruna bu açıdan yaklaşırlarsa, siyasî yaşama katılabilirler, önleri açılır, siyasî hayatta gelebilecekleri en iyi noktalara gelebilirler. Politika illa kendi görüşünde ısrar sanatı değil, sonuç alma sanatıdır. PKK, hangi yöntemlerle daha iyi sonuç alabilirim kuralını gündemine alması gerekir.

Açılımın önemli hedeflerinden biri de farklı kimlik ve grupların demokratik, siyasal kültürel ifade ve örgütlenme haklarının garanti altına alınmasıydı. DTP ve BDP'den bazı yönetici ve belediye başkanları KCK operasyonları adı altında tutuklanarak hapse kondular. Bu yaklaşım Kürtleri illegal yapılarda örgütleme, legal siyasî alanı kapatma ve dağa çıkarma gayreti olarak yorumlanmakta. Bu operasyonlarla, askeri operasyonlar arasında muhteva olarak bir fark var mı? Neden bu operasyonlar yapılmakta?KCK operasyonlarının çözüm sürecine katkısı var mı?

Bu son derece yanlıştı. Bir şeyi bilmek gerekir; Türkiye'de hükümet her şeye hâkim mi değil mi? Bilemiyoruz! Bildiğim kadarıyla içişleri bakanı bu operasyonları yürüten polislerden rahatsız. Siz bir sorunu çözmek için gündem oluşturmuşsanız, o gündemi sabote edecek davranışlardan kaçınmanız lazım. Bu yalnız Kürtleri değil, insaf sahibi Türkleri bile rahatsız etmiştir. Son derece anlamsızdır. Halkın temsilcilerinin ellerini kelepçeleyip, sıralayarak resimlerini basına servis etmek yanlış ve gündemi sabote etmektir. Bu hatanın bir an önce giderilmesi gerekir ki, sorunların çözümü için yumuşak ortamın oluşmasına katkı sağlansın. Sorunlar sert havaların estiği ortamlarda çözülmez.

Kürt siyasal güçleri neden iş ve güçbirliği yapamıyorlar? İdeolojik ve örgütsel ayrılıklar o kadar mı çok keskin? Sayın Kemal Burkay'la yapılan bir röportajda “Şerafettin Elçi her zaman ayrı kalmayı tercih etti” demişti. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kemal Bey’in kendine has bir ruh yapısı var, şu anda herhangi bir polemiğe girmek istemem. Kürtlerin birliğini bozmada en önemli faktör maalesef Kemal Bey’dir. Çünkü o parti zaman zaman başka guruplarla bir araya geldiğinde grupçu çıkarı devamlı ön planda tutuyor. Kendileriyle anlaşan, beraber aynı parti çatısı altına yer alan insanları kısa bir süre içinde dağıtıyorlar. Bu açıdan Kürtlerin bir araya gelmeleri çok zor bir sorundur.

Neden zordur?

Bu yapısal bir meseledir ve ideolojik ayrılıkların çok ötesindedir. Özellikle iki kutuplu dünyanın yıkılışından sonra ideolojik ayrılıklar günümüzde çok yumuşadı, sertlikler kayboldu. İdeolojik farklılıkların çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Kürtler maalesef hâlâ grup çekişmelerinden kedilerini sıyıramadılar.

Kürtlerin en önemli sorunu özgür olarak düşünen bireyler haline gelememeleridir. Bu çok önemlidir. Partimizi kurarken ileri sürdüğümüz görüş şuydu. Hür Kürtler platformunu oluşturduk!

Hür Kürtlerle neyi kast ediyorsunuz biraz açar mısınız?

Özgür iradesi ile hareket edenleri kast ediyorum. Fraksiyonlarla bir araya geldiğiniz zaman Kürtlerin birliğini sağlayamazsınız. Özellikle siyasî yapılar süreklilik, parti içi uyumu gerektirir. Parti güven ve dayanışmayı gerektirir. Fraksiyonlarla bir araya geldiğiniz zaman bütün sorun grupların iç iktidar mücadelesine dönüyor, davaya da hizmet edilemiyor, büyüyemiyorlar da. Özgür iradesiyle hareket eden geniş bir Kürt kitlesi var. Kürtlerin, soğuk savaş dönemi anlayışını terk edip, özgür bireyler olarak modern çağın gereklerine uygun yeni yapılanmalara gitmeleri gerekir. Bu bütün Kürtlerin birliğini sağlamaz ama Kürtlerin olabilecek geniş birliğini sağlar.

49'lar davasında, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde hapis yattınız. AP ve CHP'de milletvekilliği yaptınız. Siz ve daha bir çok Kürdün yolları eski partileriyle ayrıldı. Kürt kimlikli partiler kurarak mücadelenizi bu partilerde sürdürmeye başladınız. AKP içinde Kürt sorununu ifade eden milletvekillerinin varlığına bakılarsa böyle bir yol ayrımı zamanla bu milletvekilleri için de mümkün mü?

Sanmıyorum! Çünkü birlerinin sandığı gibi, yahut Sayın Tayyip Erdoğan'ın ifade ettiği gibi, AKP'de 75 Kürt milletvekili yok. Bölgeden gelen 75 milletvekili var. Kürt hassasiyeti ile hareket eden ise 13, 14 milletvekili. Bunlar kendi milletvekilliklerini halklarının haklı davasına feda edebilecek nitelikte değiller. Türkiye'deki siyasî yapı maalesef lider sultasını doğurmuştur. Milletvekili olmak isteyenler halka dayanmaktan ziyade, lidere dayanarak milletvekili seçiliyorlar. Seçilen AKP'li milletvekilleri Sayın Tayyip Erdoğan'dan dolayı seçildiklerinin farkındadırlar. Yeniden seçilebilmek için kendi partileriyle ters düşmeyi göze alamıyor ve aktif rol oynayamıyorlar. Ayrılabileceklerine ihtimal vermiyorum.
Tags: