“Türk devleti cumhuriyetten günümüze Kürtlerin seçilmişlerini mebus değil mahpus gördü”
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Kürt siyasal hareketinden gelen veya onların desteklediği yurtsever Kürt vekillerin dokunulmazlıkları hiçbir zaman olmadı. Ya idam edildiler ya ağır cezalara çarptırıldılar ya da sürgünde yaşamak zorunda bırakıldılar.
Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Şeyh Said Hareketi’ne destek, Azadi örgütü üyesi olmak ve ‘müstakil bir Kürt devleti kurmaya teşebbüsten’ 14 Nisan 1925’te idam edildi. Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey de, aynı gerekçeyle Kasım 1925’te idam edildi.
Şey Said Hareketi’ne destek verdiği gerekçesiyle yargılanan diğer bir Kürt milletvekili ise Feridun Fikri Düşünsel’di. 1923-1927 döneminde İkinci TBMM’ye Dersim milletvekili olarak seçilen Düşünsel, aynı zamanda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularındandı. Şeyh Said Hareketi'ne destek ve Atatürk’e karşı düzenlendiği iddia edilen İzmir Suikastına katıldığı gerekçesiyle İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti.
1950’de çok partili döneme geçişle birlikte, 1925 sonrasında sürgüne gönderilen Kürt ailelerinden birçok kişi Demokrat Parti listesinden milletvekili seçildiler. Ağrı’dan Halis Öztürk, Kasım Küfrevi ve Celal Yardımcı, Diyarbakır’dan Mustafa Ekinci, Yusuf Azizoğlu ve Mustafa Remzi Bucak, Urfa’dan Hacı Şeyh Ömer Cevheri, Erzurum’dan Abdülmelik Fırat milletvekili oldular.
Demokrat Parti’den Diyarbakır milletvekili seçilen Mustafa Remzi Bucak, 1943 yılının Temmuz ayında Van'ın Özalp ilçesinde, 33 Kürt köylüsünün hayvan kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizildiği “33 Kurşun Katliamını” ortaya çıkardı.
Bucak'ın Kürtlere ilişkin parlamento çalışmaları devlet nezdinde aşırı rahatsızlık yarattı. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından Çankaya Köşküne çağrılan Bucak, “Unutma ki, Kürt meselesi bizim için Ermeni meselesinden çok, pek çok daha önemlidir. Aynı akıbetin başınıza gelmesini istemiyorsanız, bu kadar muamele ve müsamaha size çoktur bile” diyerek tehdit edildi. 49’lar Davası öncesi tutuklanacağı ve davaya dahil edileceğini anlayan Bucak, 1959’da Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Kürt sorunu ve çözümü üzerine çalışmalarına sürgünde devam eden Remzi Bucak, İsmet İnönü’nün Kıbrıs sorununun çözümünde iki toplumlu federasyon önermesini, Kürt sorununun olası çözümünde Türkiye için de uygulanabileceğine ilişkin bir mektubu İsmet İnönü’ye hitaben yazdı.
49’lar Davası’ndan yargılanıp cezalandırılan Ziya Şerefhanoğlu’nu Bitlis halkı onura etmek ve cezalandırılmasını kabul etmediğini göstermek için, Kürt kimliğiyle onu 1964-67 döneminde Cumhuriyet Senatörü seçti. Remzi Bucak gibi Ziya Şerefhanoğlu da, devletin baskısı karşısında ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı ve hayata sürgünde gözlerini yumak zorunda kaldı.
Kürt vekillerin dokunulmazlıkları hiç olmadı
27 Mayıs 1960 Darbesiyle Demokrat Parti’den tutuklanan dönemin Erzurum milletvekili Abdülmelik Fırat ve Ağrı milletvekili Halis Öztürk DP'li Türk milletvekillerinden ayrı olarak “Kürtçülük” ithamıyla da yargılandılar.
Yassıada’dan Kayseri Cezaevine getirilen ilk önce idam daha sonra bir buçuk yıl ceza verilen dönemin en geç mebusu olan Abdülmelik Fırat, anılarında Ağrı milletvekili “Halis Öztürk’ün yakınması” başlıklı bir anekdotu paylaşır.
“Bizimle beraber Halis Öztürk Bey de vardı. Hapishanede batılı, Türk kökenli milletvekilleri etrafında kümeleşince yüksek sesle derdi ki: Kardeşim! Kurtuluş Savaşı’nda malımız, canımızla savaştık; atların dışkısından buğday ve arpa tanelerini arayacak duruma düştük. Birkaç Rus topunu ele geçirdiğimiz için belgelerle onurlandırıldık. Vatan kurtulduktan sonra köyümüze gittik. Kürt olduğumuz için bize mürteci ve mütegalibe dediniz, öldürmek istediniz; canımızı kurtarmak için dağa çıktık. Bu defa asi ve eşkıya dediniz; ardımıza kolordular sevk ettiniz; köylerimizi yaktınız; insanlarımızı öldürdünüz. 1950 yılında yalandan bir demokrasi oyunu icat ettiniz. Halkımız bizi Meclis’e yolladı, güya mebus olduk.”
“1960 yılında kutsal anayasayı çiğnedin diye askerler darbe yaptı. Bu defa mahpus olduk. Ben dört kutsal kitap bilirim. Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran. 1924 Anayasanızı hiç uygulamadınız ki ben onu çiğneyeyim. Öyle anlaşılıyor ki, Halis’in yeri mebusluk değil, mahpusluktur. Üstelik soyadımızı Öztürk yapmamıza rağmen biz hep Öztürk olarak gördünüz.”
Bugün için de geçerli olan Ağrı mebusu Halis Öztürk 'ün anlatımı, devletin Cumhuriyet'ten bu yana Kürt mebuslara yaklaşımında esasa ilişkin bir değişikliğin olmadığını gösteren önemli bir örnektir. Sonuçta Yassıada Yüksek Adalet Divanı'nca Anayasayı çiğnediği gerekçesiyle Halis Öztürk 10 yıl ağır hapis cezasına çarptırılır.
1960 Darbesi ardından İsmet İnönü’nün Başbakanlığında Cumhuriyet Halk Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 25 Haziran 1962’de ikinci sivil koalisyon hükümeti kurulur. Koalisyon hükümetinin ömrü yaklaşık bir buçuk yıl sürer ve 25 Aralık 1965 yılında dağılır. 1925 Şeyh Said ve 1938 Dersim hareketleri sonrası TBMM’de Kürt ve Kürdistan sorunu bağlamında “Kürtçülük” ve “vatana ihanet” başlıkları altında en yoğun tartışmalar bu dönemde yaşanır.
Dönemin CHP'li İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata, Yeni Türkiye Partisi’nden Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Diyarbakır milletvekilli Yusuf Azizoğlu’nun Kürdistan’da sağlık sosyalizasyonu uygulaması ile metropoldeki Kürdistanlı yükseköğrenim ve kültür derneklerine yaptığı yardımlarla Kürtçülük davasına destek çıktığı iddiasında bulunur. Azizoğlu hakkında meclis soruşturması açılmasını ister.
Meclis’teki tartışma ve soruşturmaların toplamında döneme ilişkin akıllarda kalan en önemli resim, Bekata’nın, Azizoğlu’na “Sen Türk müsün, Kürt müsün? Cevap ver!" sorusudur. CHP, YTP ve CKMP arasındaki koalisyon hükümetinin dağılmasında bu tartışmaların belirleyici olduğu yorumları ağırlıktadır.
Hıfzı Oğuz Bekat’nın, sorduğu “sen Türk müsün, Kürt müsün?" sorusuna Yusuf Azizoğlu’nun “Türküm” demesi, Kürt çevrelerinde hayal kırıklığı yaratır. Azizoğlu hakkındaki meclis soruşturması lehine sonuçlanır. Buna rağmen Azizoğlu’nun devletin ırkçı, anti Kürt ceberut siyasetinden dolayı bunu söylemek zorunda kaldığı bilinmektedir.
Yıllar sonra aynı soruya başka bir Kürt vekil muhatap olur. Bu vekil Şerafettin Elçi'dir. 1978-79 yılları arasında Ecevit hükümetinde Bayındırlık Bakanı olan Elçi, “Türkiye’de Kürtler var ve ben de Kürdüm” açıklamasından dolayı, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesince 2 yıl 3 ay cezaya çarptırılır. Yine Bakanlığı döneminde, "bazı Kürtleri işe aldı" diye Yüce Divan'da yargılanır ve 2 yıl 4 aya mahkûm olur. Bu cezalardan dolayı, otuz ayı aşkın bir süre cezaevinde kalır. Cezaların bir sonucu olarak, 10 yıl kadar siyasi haklardan mahrum bırakılan Elçi'nin avukatlık yapma hakkı da elinden alınır.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nde Kürt sorununu parlamentoda gündeme getirdikleri için benzer akıbete Ahmet Türk ve Nurettin Yılmaz da uğrarlar. Her iki Kürt parlamenterin Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde nasıl ağır işkencelere maruz kaldıkları kamuoyunca bilinmektedir.
Baskıların nedeni statüsüz Kürtler ve Kürdistan siyaseti
1990’lara gelindiğinde farklı siyasal geleneklerden gelen sivil Kürt siyasal hareketinin kadroları Halkın Emek Partisi’ni kurarak Türk siyasal partileri dışında örgütlendiler. 1994’te DEP milletvekillerine tahammül edemeyen sivil, asker devlet bürokrasisi Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar ve Ahmet Türk’ü meclisten zorla çıkarıp daha sonra tutuklayıp hapse attı.
1994’deki DEP’li Kürt mebuslara uygulanan hukuki ve siyasi anlayışın benzeri bugün HDP’li milletvekillerine uygulanmaktadır. Milletvekilli dokunulmazlıklarının bir kereye mahsus kaldırılmasına ilişkin AKP’nin ilk önergesi sadece “terör suçu” kavramı içinde HDP’li vekilleri hedefliyordu. CHP’nin itirazı ve MHP’nin de desteği ile önerge diğer “suçlardan” da milletvekillerinin bir kereye mahsus yargılamalarının yolunu açtı. Ama alelacele yargılananlar ve tutuklananalar sadece HDP’li vekiller oldular.
HDP'li vekillerin tutuklanmasındaki gerekçe, dokunulmazlıkları kaldırılan vekillerin haklarındaki davalar nedeniyle savcıların ifadeye davetlerine icap etmemeleri gösterilmektedir. Birkaç ay öncesine kadar kendi yargısına güvenmeyen ve yargıya operasyon yapan hükümetin “Türkiye'de bağımsız yargı var, herkes buna itaat etmelidir” demesi inandırıcı değildir. Cumhuriyet Savcılarının HDP’li vekillere eş zamanlı operasyonu soruşturmanın hukuki değil, siyasi olduğunu deşifre etmiştir.
Hatırlanacağı üzere MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Cemaat ile AKP çatışması sırasında cemaatçi olarak anılan Cumhuriyet Savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmış, Fidan’ın savcılığa ifadeye gidişini bizzat dönemin başbakanı Erdoğan engellemişti. Hem Fidan’ın hem de Erdoğan’ın o günkü tavırları yasalara aykırı bir tavırdı ve haklarında bir işlem yapılmadı. Daha sonra bu fiili durumu “düzletmenin” yoluna gidilerek MİT Kanunu’nda değişiklik yapılarak soruşturmalar Başbakan’ın iznine bağlandı. Bu olay bile Türkiye’de hukukun göreceli ve kişilerden kişilere, gruplardan gruplara değişkenlik gösterdiğinin kanıtıdır.
AKP hükümeti Kürtlerin bölgede statü kazanımlarını engellemek için hem Türkiye’nin siyasi sınırları içinde hem de dışında diplomatik, politik ve askeri genel bir saldırıya geçmiştir. HDP’li vekillerin tutuklanması, Kürdistan’daki belediyelere kayyum atanması, Fırat Kalkanı operasyonu, Musul tehdidi Türk devletinin statüsüz Kürtler ve Kürdistan siyasetini daha da katı sürdüreceği anlamına gelmektedir. Bu durum Türkiye’yi uluslararası toplumun eleştirilerine kulaklarını kapamasına ve “benim ben, Bağdat’ta halife” tehditkâr tavırlar ve söylemler içine sokmuştur.
Her geçen gün Türk kurumsal siyasi partilerinden Kürtlerin kopuşları devleti korkutmaktadır. HDP'nin ‘Türkiyelilik’ söylemine rağmen, cumhuriyet tarihinde bu yoğunlukta ve nitelikte Kürtlerin temsili ilk defa Kürt ağırlıklı bir parti tarafından parlamentoda gerçekleşmiştir.
Devlet bunu Kürtlere ve Kürdistan’a statü talebinin ciddi ve tehlikeli bir adımı olarak görüp algılamaktadır. HDP’li vekillerinin tutuklanması ve Kürt sivil siyasetinin yolunun kapatılmaya çalışılması, bu korku ve panikten dolayıdır. HDP, Kürtlere ve Kürdistan’a statü siyasetinin çıtasını yükselterek ve netleştirerek saldırı ve baskılara cevap verebilir.
Dönemin DP Ağrı milletvekili rahmetli Halis Öztürk’ün belirttiği gibi, Türk devleti cumhuriyetten günümüze Kürtlerin seçilmişlerini mebus değil mahpus gördüğü için onlara dokunuyor.
@cetin_ceko
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Kürt siyasal hareketinden gelen veya onların desteklediği yurtsever Kürt vekillerin dokunulmazlıkları hiçbir zaman olmadı. Ya idam edildiler ya ağır cezalara çarptırıldılar ya da sürgünde yaşamak zorunda bırakıldılar.
Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Şeyh Said Hareketi’ne destek, Azadi örgütü üyesi olmak ve ‘müstakil bir Kürt devleti kurmaya teşebbüsten’ 14 Nisan 1925’te idam edildi. Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey de, aynı gerekçeyle Kasım 1925’te idam edildi.
Şey Said Hareketi’ne destek verdiği gerekçesiyle yargılanan diğer bir Kürt milletvekili ise Feridun Fikri Düşünsel’di. 1923-1927 döneminde İkinci TBMM’ye Dersim milletvekili olarak seçilen Düşünsel, aynı zamanda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularındandı. Şeyh Said Hareketi'ne destek ve Atatürk’e karşı düzenlendiği iddia edilen İzmir Suikastına katıldığı gerekçesiyle İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti.
1950’de çok partili döneme geçişle birlikte, 1925 sonrasında sürgüne gönderilen Kürt ailelerinden birçok kişi Demokrat Parti listesinden milletvekili seçildiler. Ağrı’dan Halis Öztürk, Kasım Küfrevi ve Celal Yardımcı, Diyarbakır’dan Mustafa Ekinci, Yusuf Azizoğlu ve Mustafa Remzi Bucak, Urfa’dan Hacı Şeyh Ömer Cevheri, Erzurum’dan Abdülmelik Fırat milletvekili oldular.
Demokrat Parti’den Diyarbakır milletvekili seçilen Mustafa Remzi Bucak, 1943 yılının Temmuz ayında Van'ın Özalp ilçesinde, 33 Kürt köylüsünün hayvan kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizildiği “33 Kurşun Katliamını” ortaya çıkardı.
Bucak'ın Kürtlere ilişkin parlamento çalışmaları devlet nezdinde aşırı rahatsızlık yarattı. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından Çankaya Köşküne çağrılan Bucak, “Unutma ki, Kürt meselesi bizim için Ermeni meselesinden çok, pek çok daha önemlidir. Aynı akıbetin başınıza gelmesini istemiyorsanız, bu kadar muamele ve müsamaha size çoktur bile” diyerek tehdit edildi. 49’lar Davası öncesi tutuklanacağı ve davaya dahil edileceğini anlayan Bucak, 1959’da Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Kürt sorunu ve çözümü üzerine çalışmalarına sürgünde devam eden Remzi Bucak, İsmet İnönü’nün Kıbrıs sorununun çözümünde iki toplumlu federasyon önermesini, Kürt sorununun olası çözümünde Türkiye için de uygulanabileceğine ilişkin bir mektubu İsmet İnönü’ye hitaben yazdı.
49’lar Davası’ndan yargılanıp cezalandırılan Ziya Şerefhanoğlu’nu Bitlis halkı onura etmek ve cezalandırılmasını kabul etmediğini göstermek için, Kürt kimliğiyle onu 1964-67 döneminde Cumhuriyet Senatörü seçti. Remzi Bucak gibi Ziya Şerefhanoğlu da, devletin baskısı karşısında ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı ve hayata sürgünde gözlerini yumak zorunda kaldı.
Kürt vekillerin dokunulmazlıkları hiç olmadı
27 Mayıs 1960 Darbesiyle Demokrat Parti’den tutuklanan dönemin Erzurum milletvekili Abdülmelik Fırat ve Ağrı milletvekili Halis Öztürk DP'li Türk milletvekillerinden ayrı olarak “Kürtçülük” ithamıyla da yargılandılar.
Yassıada’dan Kayseri Cezaevine getirilen ilk önce idam daha sonra bir buçuk yıl ceza verilen dönemin en geç mebusu olan Abdülmelik Fırat, anılarında Ağrı milletvekili “Halis Öztürk’ün yakınması” başlıklı bir anekdotu paylaşır.
“Bizimle beraber Halis Öztürk Bey de vardı. Hapishanede batılı, Türk kökenli milletvekilleri etrafında kümeleşince yüksek sesle derdi ki: Kardeşim! Kurtuluş Savaşı’nda malımız, canımızla savaştık; atların dışkısından buğday ve arpa tanelerini arayacak duruma düştük. Birkaç Rus topunu ele geçirdiğimiz için belgelerle onurlandırıldık. Vatan kurtulduktan sonra köyümüze gittik. Kürt olduğumuz için bize mürteci ve mütegalibe dediniz, öldürmek istediniz; canımızı kurtarmak için dağa çıktık. Bu defa asi ve eşkıya dediniz; ardımıza kolordular sevk ettiniz; köylerimizi yaktınız; insanlarımızı öldürdünüz. 1950 yılında yalandan bir demokrasi oyunu icat ettiniz. Halkımız bizi Meclis’e yolladı, güya mebus olduk.”
“1960 yılında kutsal anayasayı çiğnedin diye askerler darbe yaptı. Bu defa mahpus olduk. Ben dört kutsal kitap bilirim. Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran. 1924 Anayasanızı hiç uygulamadınız ki ben onu çiğneyeyim. Öyle anlaşılıyor ki, Halis’in yeri mebusluk değil, mahpusluktur. Üstelik soyadımızı Öztürk yapmamıza rağmen biz hep Öztürk olarak gördünüz.”
Bugün için de geçerli olan Ağrı mebusu Halis Öztürk 'ün anlatımı, devletin Cumhuriyet'ten bu yana Kürt mebuslara yaklaşımında esasa ilişkin bir değişikliğin olmadığını gösteren önemli bir örnektir. Sonuçta Yassıada Yüksek Adalet Divanı'nca Anayasayı çiğnediği gerekçesiyle Halis Öztürk 10 yıl ağır hapis cezasına çarptırılır.
1960 Darbesi ardından İsmet İnönü’nün Başbakanlığında Cumhuriyet Halk Partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 25 Haziran 1962’de ikinci sivil koalisyon hükümeti kurulur. Koalisyon hükümetinin ömrü yaklaşık bir buçuk yıl sürer ve 25 Aralık 1965 yılında dağılır. 1925 Şeyh Said ve 1938 Dersim hareketleri sonrası TBMM’de Kürt ve Kürdistan sorunu bağlamında “Kürtçülük” ve “vatana ihanet” başlıkları altında en yoğun tartışmalar bu dönemde yaşanır.
Dönemin CHP'li İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata, Yeni Türkiye Partisi’nden Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Diyarbakır milletvekilli Yusuf Azizoğlu’nun Kürdistan’da sağlık sosyalizasyonu uygulaması ile metropoldeki Kürdistanlı yükseköğrenim ve kültür derneklerine yaptığı yardımlarla Kürtçülük davasına destek çıktığı iddiasında bulunur. Azizoğlu hakkında meclis soruşturması açılmasını ister.
Meclis’teki tartışma ve soruşturmaların toplamında döneme ilişkin akıllarda kalan en önemli resim, Bekata’nın, Azizoğlu’na “Sen Türk müsün, Kürt müsün? Cevap ver!" sorusudur. CHP, YTP ve CKMP arasındaki koalisyon hükümetinin dağılmasında bu tartışmaların belirleyici olduğu yorumları ağırlıktadır.
Hıfzı Oğuz Bekat’nın, sorduğu “sen Türk müsün, Kürt müsün?" sorusuna Yusuf Azizoğlu’nun “Türküm” demesi, Kürt çevrelerinde hayal kırıklığı yaratır. Azizoğlu hakkındaki meclis soruşturması lehine sonuçlanır. Buna rağmen Azizoğlu’nun devletin ırkçı, anti Kürt ceberut siyasetinden dolayı bunu söylemek zorunda kaldığı bilinmektedir.
Yıllar sonra aynı soruya başka bir Kürt vekil muhatap olur. Bu vekil Şerafettin Elçi'dir. 1978-79 yılları arasında Ecevit hükümetinde Bayındırlık Bakanı olan Elçi, “Türkiye’de Kürtler var ve ben de Kürdüm” açıklamasından dolayı, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesince 2 yıl 3 ay cezaya çarptırılır. Yine Bakanlığı döneminde, "bazı Kürtleri işe aldı" diye Yüce Divan'da yargılanır ve 2 yıl 4 aya mahkûm olur. Bu cezalardan dolayı, otuz ayı aşkın bir süre cezaevinde kalır. Cezaların bir sonucu olarak, 10 yıl kadar siyasi haklardan mahrum bırakılan Elçi'nin avukatlık yapma hakkı da elinden alınır.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nde Kürt sorununu parlamentoda gündeme getirdikleri için benzer akıbete Ahmet Türk ve Nurettin Yılmaz da uğrarlar. Her iki Kürt parlamenterin Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde nasıl ağır işkencelere maruz kaldıkları kamuoyunca bilinmektedir.
Baskıların nedeni statüsüz Kürtler ve Kürdistan siyaseti
1990’lara gelindiğinde farklı siyasal geleneklerden gelen sivil Kürt siyasal hareketinin kadroları Halkın Emek Partisi’ni kurarak Türk siyasal partileri dışında örgütlendiler. 1994’te DEP milletvekillerine tahammül edemeyen sivil, asker devlet bürokrasisi Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar ve Ahmet Türk’ü meclisten zorla çıkarıp daha sonra tutuklayıp hapse attı.
1994’deki DEP’li Kürt mebuslara uygulanan hukuki ve siyasi anlayışın benzeri bugün HDP’li milletvekillerine uygulanmaktadır. Milletvekilli dokunulmazlıklarının bir kereye mahsus kaldırılmasına ilişkin AKP’nin ilk önergesi sadece “terör suçu” kavramı içinde HDP’li vekilleri hedefliyordu. CHP’nin itirazı ve MHP’nin de desteği ile önerge diğer “suçlardan” da milletvekillerinin bir kereye mahsus yargılamalarının yolunu açtı. Ama alelacele yargılananlar ve tutuklananalar sadece HDP’li vekiller oldular.
HDP'li vekillerin tutuklanmasındaki gerekçe, dokunulmazlıkları kaldırılan vekillerin haklarındaki davalar nedeniyle savcıların ifadeye davetlerine icap etmemeleri gösterilmektedir. Birkaç ay öncesine kadar kendi yargısına güvenmeyen ve yargıya operasyon yapan hükümetin “Türkiye'de bağımsız yargı var, herkes buna itaat etmelidir” demesi inandırıcı değildir. Cumhuriyet Savcılarının HDP’li vekillere eş zamanlı operasyonu soruşturmanın hukuki değil, siyasi olduğunu deşifre etmiştir.
Hatırlanacağı üzere MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Cemaat ile AKP çatışması sırasında cemaatçi olarak anılan Cumhuriyet Savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmış, Fidan’ın savcılığa ifadeye gidişini bizzat dönemin başbakanı Erdoğan engellemişti. Hem Fidan’ın hem de Erdoğan’ın o günkü tavırları yasalara aykırı bir tavırdı ve haklarında bir işlem yapılmadı. Daha sonra bu fiili durumu “düzletmenin” yoluna gidilerek MİT Kanunu’nda değişiklik yapılarak soruşturmalar Başbakan’ın iznine bağlandı. Bu olay bile Türkiye’de hukukun göreceli ve kişilerden kişilere, gruplardan gruplara değişkenlik gösterdiğinin kanıtıdır.
AKP hükümeti Kürtlerin bölgede statü kazanımlarını engellemek için hem Türkiye’nin siyasi sınırları içinde hem de dışında diplomatik, politik ve askeri genel bir saldırıya geçmiştir. HDP’li vekillerin tutuklanması, Kürdistan’daki belediyelere kayyum atanması, Fırat Kalkanı operasyonu, Musul tehdidi Türk devletinin statüsüz Kürtler ve Kürdistan siyasetini daha da katı sürdüreceği anlamına gelmektedir. Bu durum Türkiye’yi uluslararası toplumun eleştirilerine kulaklarını kapamasına ve “benim ben, Bağdat’ta halife” tehditkâr tavırlar ve söylemler içine sokmuştur.
Her geçen gün Türk kurumsal siyasi partilerinden Kürtlerin kopuşları devleti korkutmaktadır. HDP'nin ‘Türkiyelilik’ söylemine rağmen, cumhuriyet tarihinde bu yoğunlukta ve nitelikte Kürtlerin temsili ilk defa Kürt ağırlıklı bir parti tarafından parlamentoda gerçekleşmiştir.
Devlet bunu Kürtlere ve Kürdistan’a statü talebinin ciddi ve tehlikeli bir adımı olarak görüp algılamaktadır. HDP’li vekillerinin tutuklanması ve Kürt sivil siyasetinin yolunun kapatılmaya çalışılması, bu korku ve panikten dolayıdır. HDP, Kürtlere ve Kürdistan’a statü siyasetinin çıtasını yükselterek ve netleştirerek saldırı ve baskılara cevap verebilir.
Dönemin DP Ağrı milletvekili rahmetli Halis Öztürk’ün belirttiği gibi, Türk devleti cumhuriyetten günümüze Kürtlerin seçilmişlerini mebus değil mahpus gördüğü için onlara dokunuyor.
@cetin_ceko