“Kürtlerin istikbali devletleşmelerine bağlıdır!”
• 78’de adaylığımı koyduğumda kazanacağımı biliyordum.
• 1994’de yasaklı olmama rağmen belediye başkanlığı için adaylığımı koyacaktım bazı HADEP'liler karşı çıktı. Karşı çıkanlardan biri de Hatip Dicle'ydi.
• DTP'nin yerinde olsam Leyla’yı aday gösteririm.
• Beşikçi’nin Z.Gökalp’le hiç bir alakası yoktur. Herkesin sözü kendisini bağlar, söyleyenleri küçültür.
• Kürt meselesini hiç kimse inkar edemez, kimse sürüncemede bırakamaz, Kürt örgütleri de dahil. Yanlış yapanın yerini doğru yapanlar doldurur.
• Çok eşlilik kararı Kürtlere yakışmaz.
1978 yerel seçimlerinde Diyrabakır’dan Kürd kimlikli “halkın adayı” sloganıyla seçimlere girdiniz ve seçildiniz. O günkü politik ortamı ve sizi adaylığa iten düşünceyi açıklar mısınız?
Aslında o günkü ortam, bizim Kürd aydınlarının halktan kopuk oldukları ve olayları detaylı göremedikleri bir dönemdi. Aday olmaları için bir çok arkadaşa öneride bulundum. Özgürlük Yolu’nun içindeydim onlara da önerdim. Kimse cesaret etmiyor, kabul de etmiyorlardı. Hatta senato seçimleri sırasında da aynı öneriyi götürdüm, CHP ve benzer partilerin peşinden gitmeye gerek olmadığını, Kürt kimliğini öne çıkarıp, kürtçe konuşarak aday olunmalı diyordum, ama kimse bu önerilerimi dikkate almadı. Rahmetli Niyazi (Niyazi Tatlıcı) çok hastaydı, İstanbul’dan cezaevi arkadaşımız avukat Ayhan Soysal gelmişti Muş’a gidecekti. Ayrıca avukat Süleyman Demirkapı da terzihanede oturmuş sohbet ediyorduk. Konu senato seçimlerinden, adaylıktan açılmıştı ben yine kimsenin cesaret edip aday olmadığını söyledim. Ayhan bana, “madem buna inanıyorsun, sen niye aday olmuyorsun” diye sordu. “Aday olmayı sevmiyorum” diye cevap verdim.
Neden aday olmayı sevmiyordunuz?
1966’da Silvan’da TİP ilçe başkanlığı yaptığım sırada bir konuşma yapmıştım. Konuşmamda, bizim amacımızın aday olmak için siyaset yapmadığımızın, halkımızın kurtuluş mücadelesi için siyaset yaptığımız doğrultusunda bir konuşmaydı. O günkü bilincimizle doğru, yanlış böyle düşünüyorduk. Ayhan, “eğer inanıyorsan aday olmalısın” dedi. “Kendimin aday olmasını, adımın öne çıkmasını istemiyorum, kendimi millete anlatıp oy istemem ayıptır, başkası olursa Kürtlük adın yola çıkıp, Kürtçe konuşursa ona destek verilir ve seçim kazanılır” dedim. Ayhan, o zaman “sen bu söyeldiklerine inanmıyorsun” dedi. İnanıyorum, inanmıyorsun derken, “tamam adaylığımı koyuyorum” dedim. “Adaylığımı koyuyorum” dememin ardından Süleyman Demirkapı ayağa kalktı. Ayhan, “ne oldu Süleyman, nereye gidiyorsun?” diye sordu. Süleyman, “manyakca kararların alındığı yerlerde duramam” dedi ve çıkıp gitti. Biz de kalkıp hasta olan Niyazi’yi ziyarete gittik. Daha sonra Diyarbakır’da bir çok arkadaşla görüştüm...
Adaylığınız Özgürlük Yolu tarafından planlı ve programlı şekilde organize edilmiş bir girişim değil o zaman?
Özgürlük Yolu’nun haberi bile yok. Diyarbakır’da bir çok arkadaşla görüşüp desteklerini aldıktan sonra, Özgürlük Yolu’yla görüşmeye gittim. Aday olacağımı onlara bildirdiğim zaman İlk etapta inanmadılar, hatta kızdılar. Daha sonra, ”bu girişim örgütümüzü bağlıyor” deyip, kabullenmek zorunda kaldılar. Diyarbakır’a döndüğümde siyasi gruplarla görüşmeden bir bildiri yayınladım. Muhtevası ben Kürdüm, Kürtlük adına yola çıkıyorum, devrimciyim bağımsızım. Artık adaydım. Kürt olduğumu söylüyordum, Kürtçe konuşuyordum hadise de buydu zaten. Kazanacağımı biliyordum, benim yerimde kim olsaydı kazanırdı. Tutuklanıp içeri atılacağımı en fazla bana iki yıl belediye başkanlığı yaptıracaklarını da biliyordum...
Günümüze gelirsek, DTP’nin 29 mart seçimlerinde nasıl bir varlık göstereceğini tahmin ediyorsunuz?
DTP’nin varlık nedeni Kürd meselesidir. Onlardan başka da kimse alanda değil. Kendilerini Türkiye’nin partisi diye nitelendirseler bile, devlet de dahil olmak üzere herkes DTP’ye, Kürd partisi gözüyle bakıyor. DTP, Kürtlük adına, Kürtçe konuşarak siyaset yapmalıdır. Beşyüzbin Kürdün toplandığı Newroz’da nazik bir türkçeyle “merhaba” , “nasılsınız” demek olmaz. DTP’lilere söyledim siz o kitleye “Kürtçe ana avrat küfür etseniz daha çok hoşlarına gider”. Bunu göremiyorlar, korkudan mıdır veya hesaplarına gelmiyor bilemiyorum. Diyarbakır Kürt Kültür Merkezi’ne gidiyorsun Kürtçe bilmiyorlar veya kimse konuşmuyor. Belediyelere telefon açıyorum “falankes li vê derê yê?”, “Türkçe konuş, Kürtçe bilmiyoruz” diye cevap veriyorlar. Bunları kendim yaşadım, önemli aksaklıklardır ama davayı bitiremez. Seçimde halkın nabzını tutmak gerekir. Adayların seçim çalışmalarını Kürtçe konuşarak yaptıkları takdirde yer gök sarsılır, bazı adımlar var ama yeterli değil.
Bölgelerinde sevilen, DTP dışındaki grupların da oylarını alacak adayların çıkarılması yarar sağlamaz mı?
Kesinlikle. 29 mart seçimlerine devletin Kürdistan’a bütün gücüyle yükleneceği kesin. DTP’yi kazandırmamak için devlet elinden gelen bütün çabayı sarf edecektir. Memurları tayin eden devlet, sandıklar ellerinde, güvenlik kuvvetleri onların elinde. Bütün bunları hesap ederek yola çıkarsan ve mutlak başarmam lazım dediğin zaman dengeyi kendi lehine çevirebilirsin. Kuvvetli olan zaten sensin, öyle bir profil ortaya çıkaracaksın ki, devlet hile yaptığı zaman bile kazanamasın. Yüzde elli yerine yüzde seksen oy aldığın zaman hile yapma şansını ortadan kaldırırsınız. Tabi ben uzaktayım, seçim çalışması yapan arkadaşlar bunları hesap ediyorlardır. Bir kez daha tekrarlamamda yarar var sanıyorum, halkın nabzı Kürd meselesindedir.
Belediyecilik anlamında şu an ki DTP’li belediyelerin performasını nasıl buluyorsunuz?
Bu konuda değerlendirmede bulunmam doğru olmaz, uzaktayım. Kürt belediyecilerinin yapacağı fazla bir iş yoktur, Kürtlük olayı en önemli çalışmadır. Bu dava sonuçlanmayana kadar eksiklikler, aksaklıklar olacaktır. Zaten devlet Kürt belediyelerine imkan sağlamıyor, ayrıca başarısız olmaları için elinden geleni yapıyor. Bunlar normal şartlara sahip belediye başkanları değiller, sıkıntı içindedirler, başları beladadır. Bunlara rağmen bir şeyler yapmaya çabalıyorlar, artık ne yapılabilirlerse. En önemli görevlerinden biri halka sahip çıkmalarıdır. Köyler boşalmış, şehirler dolmuş. Büyük bir sefalet söz konusudur. Türkiye’deki sefaletin yüzde doksan beşi Kürdistan’dadır. Hırsızlığın yüzde doksan beşi bizim çocuklarımız tarafından yapılmaktadır, satılan kadınların çoğunluğu bizim kadınlarımız, yoksulluk her şeyi yaptırır insana, bunu yadırgayamazsınız. Halk kendisine sahip çıkıldığını, sorunlarına çare arandığını görmelidir.
Eşiniz Leyla Zana’nın ismi Diyarbakır Belediye Başkanlığı adaylığı için geçiyor. Geçen gün de on yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu konulardaki değerlendirmeniz nedir?
Leyla eşim olduğu için demiyorum, hepsi için söylüyorum, geçen seneki seçimde de söyledim. Ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir halkız. Devlet tarafından cezayı müeyyideye çarptırılan siyasetçilere, halk oylarıyla sahip çıkarak cevap vermelidir. Örneğin Diyarbakır Suriçi Belediye Başkanı’nı devlet görevden aldı, kendisini tanımam. Tekrardan aday göstermek gerekir, bu işin yolu budur. Çünkü sen iş yapma, başkalarının gönlünü hoş etme peşinde değilsin, Kürt davasına nasıl katkı sağlayabilirim noktası üzerinde yoğunlaşmak lazım. Yakalanmadan önce 1994’de yasağım olmasına rağmen, Diyarbakır Belediye Başkanlığı’na adaylığımı koyma niyetim vardı. Halktan yasaklı olmama rağmen bana oy vermelerini isteyecektim. Kazanmam durumunda gidip belediyede oturacaktım. Polis gelip beni zor yoluyla dışarı atsın, "sen başkanlık yapamazsın" desinler. Ben de onları teşhir edeyim, "bakın bunların demokrasi anlayışları budur" diye. Bazı HADEP’lilerin renkleri attı, biz kabul etmeyiz dediler.
Neden bazı HADEP’liler kabul etmediler?
Bilemiyorum, zorlarına gitti herhalde, mesela karşı çıkanların biri de Hatip Dicle’ydi. Kıpkırmızı oldu. Karşı çıkabilirsiniz dedim. Zaten daha sonra yakalandım, seçimler olduğu vakit de hapisteydim. Şimdi DTP’nin yerinde olsam Leyla’yı aday gösteririm. Cezasını kesinleştirseler bile seçilmiş birini hapse atmış olacaklardır. Aynı şey Suriçi Belediye Başkanı için de geçerlidir. DTP’nin İstanbul ikinci bölgeden seçilen adayı Sabahat Tuncel cezaevindeyken seçilerek meclise girdi. Sorun asfalt yapma meselesi değil, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesidir ve ben buna nasıl katkı sağlarım, geliştiririm hadisesidir. Ayrıca adaylığı Leyla’nın kabul edip etmeyeceği kendisinin kararına kalmıştır, bu konuda kendisiyle bir konuşmamız olmamıştır. Eğer bireysel kızgınlıklarımızı, istemlerimizi, işin içine sokarsak orda yanlış yaparız. Sorun Leyla sorunu değil, anlayış, mücadeleyi kavrama sorunudur.
DTP’nin oylarında artış bekliyor musunuz?
Söylediğim çerçevede politika ve çalışma yapılırsa DTP’nin oyları çok artar. Benim belediye başkanı seçildiğim seçimde fakir halka şeker, un dağıtıldığını duyuyordum.
Devlet mi dağıtıyordu?
Hayır, diğer partiler. Bütün konuşmalarımda söylüyordum; “verilen yardımları alın. Size para da verseler alın, yemin de edin. Fakat oy vermeyin, bütün günahınız benim boynuma. Çünkü dağıttıkları paralar sizindir, hepsi hırsızdırlar, bunlar sizlerin mallarınızı çalımışlardır”. Halka bu güveni vermek, yemin bile etseler günaha girmediklerini söylemek gerekiyor. Geçen sene “PKK dağda değil, biziz!” dendiği zaman, korkunun kalmadığını bu işin bittiğini söyledim. Bizim siyasilerimizin bunu görmesi, halkı görmeleri lazım. Halk bu davada bizden çok daha ileridir. Devlet de bu işin bittiğini çok iyi biliyor, ama bizimkiler bilmiyor.
Bu günlerde İsmail Beşikçi gündemde. Beşikçi sizin için: “Mehdi, tanıdığım günden beri bende bir volkan izlenimi bıraktı. Bir volkan gibi son derece dinamik, devamlı hareket halindeydi. Otururken bile kıpır kıpır... Mehdi’nin çok yoğun ajitasyon yönü vardı. Hitabetli coşkulu, hareketli ve düzgündü..” Peki siz Beşikçi’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Beşikçi, “Kürtlerin Ziya Gökalp”midir?
Bu yanlış bir değerlendirmedir. Beşikçi bir bilim adamıdır. İnançları doğrultusunda çıkarına taviz vermeden, korkusuna taviz vermeden, baskılara taviz vermeden, neye inanmışsa onu yapmıştır. On yedi yıllık ömrü cezaevinde geçmiştir. Bundan dolayı saygı duymak lazım. Ziya Gökalp ile hiç bir alakası yoktur, aralarında kilometrelerce fark vardır. Herkesin sözü kendisini bağlar, söyleyenleri küçültür, Hocayı küçültmez. İnsanları söylemleri, hayat tarzları ve mücadeleleriyle değerlendirmek gerekir. Başkalarına benzeterek degil, bunlar yanlıştır. Beşikçi, Kürd davasıyla ilgilenmesiydi, şu an belki de dekandı.
Kürt siyasi hareketine dönersek, PKK dışındaki diğer hareketler, neden Kuzey Kürdistan’da kitle tabanı oluşturamıyorlar?
Çünkü halkın isteklerine cevap veremiyorlar. Kürdistan’ın neresini dolaşırsan dolaş hikayeler anlatılır. Falan zamanda babama böyle yaptılar, amcama şöyle yaptılar, dayım oğluna böyle yaptılar, teyzem oğluma şöyle yaptılar... Tarihsel bir geçmiş, zulüm ve baskıyla günümüze kadar gelmiş, hikayelere girmiş, türkülere girmiştir. Bu haksızlığa cevap vermezsen bir şey yapamazsın. 1984’de ilk silah patladığı zaman 12. koğuşta idim, arkadaşlara söyledim “bu iş bitmiştir”. PKK, bu halkın duygularına cevap vermiştir, tercüman olmuştur. Fransız devrimi böyle olmuştur, İspanya otuz sekiz hareketi şöyle olmuştur, Sovyetler’de böyle olmuştur, Marks şöyle demiştir bunlar ayrı olaylardır. Evet dünya tarihini bilmek, olaylardan ders almak ayrı bir şey, ama kendi toplumuna bunu yansıtıp geliştirmek başkadır. İşi teoride bırakmamak gerekir, bırakırsan orada yatar. Örneğin İstanbul Beyoğlu’nda, bütün Kürtçüler ve solcular oradadır. Kayda değer çalışmalar yapmaktadırlar ama yeterli değildir. Her gece devrim yaparlar ve dağılırlar. Halka gitmek lazım. Halkın sorunlarına cevap verdiğin zaman, halk sende olmayan meziyeti sana iftira atarak büyütür, geliştirir. Hiç olmamış olayları sana yansıtır. Bunun için halkın gönlüne girmek gerek. Bu da halkın duygu ve taleplerine cevap vermekle olur. Diğer siyasi partiler halktan kopukturlar. PKK’nın kırk bin şehidi , yaralısı var. Savaşan onlar, dağda olan onlar, cezaevinde olan onlar, o zaman nasıl olacak?
Kuzey Kürtlerinin devlete karşı istikrarlı siyasal talepleri yok tezine ne diyorsunuz?
Evet, doğru bir belirlemedir. Kürtlerin siyasal taleplerinde kati ve net bir talep yoktur. Hatta ben de bunu mahkemelerde ve savunmalarımda dile getirdim. Kürt siyasal partileri, aman korkutmayalım türünden tavır geliştiriyorlar, ama öyle olmaz. Şu an ki şartlarda Kürtlere karşı aşrı bir tepki söz konusudur. Türkler, neden Kürt partilerine oy vermiyorlar? Her şeyi konuşamıyorsunuz. Kürt partisinden aday olan birinin eşi, bu nedenden dolay eşi için oy vermiyor. Başka bir örnek, bir buçuk yıl önce yapılan seçimlerde DTP’den seçilen bir kişi vardı....
ÖDEP Genel Başkanı Ufuk Aras mı?
Evet. Kendi partisinden aday olmadı, DTP’nin kuvvetli bir bölgesinden aday oldu ve seçildi. Peki ÖDEP, neden Mersin’den aday gösteriyor? Mersin’de ikibine yakın oy aldılar, barajı aşma şansları da yok. Orhan Miroğlu yüzseksenbeş oy ile seçimleri kaybetti. İkibin oy Miroğlu’na gitseydi o kazanırdı, neden ÖDEP Mersin’den aday gösterdi?
Evet, neden aday gösterdiler?
DTP’ye sormak gerek. Devletin parmağı mı var, başka nedenler mi bilemiyorum!
Tayyip Erdoğan, “Kürt sorunu benim sorunumdur, sorunun çözümünde din çimentodur” demişti. Gerçekten Kürd sorunu Erdoğan’ın sorunu oldu mu?
Türk devleti akıllı, dokuzyüz senelik bir devlettir. Orta Asya’dan atlar üzerinde gelerek, bu toprakları işgal etmişlerdir. Bu onların sanatıdır, biz ise safız, politika bilmeyen biziz. Ecevit de bir zamanlar güzel laflar etti, Bakanlar Kurulu’nu Diyarbakır’da topladı. Cumhurbaşkanı bayramda cuma namazını Diyarbakır’da kılacak, isterlerse amuda kalksınlar bana ne! Burada bir sorun var, ben Kürdüm ve haklarımın peşindeyim, sen Kürt davasında ne yapmak istiyorsun, bana bu sorunun cevabı lazım. Erdoğan’ın sözleri taktikseldir. Demirel buna benzer lafları 1991’de söyledi, Ecevit de, İnönü de buna benzer sözler söylediler, bunlar derin devletin sloganlarıdır. Amaç Kürdleri umutlandırarak biraz daha zaman kazanmaktır. Söylenenlerin bir anlamı yok, Kürd halkının demokrat hak ve özgürlükleri için neler yapıldı, parlamento, Bakanlar Kurulu ne tür kararlar almıştır bunlara bakmak lazım. Tansu Çiller, Kürtlere en büyük kötülüğü yapanlardan biridir. “Beni bacınız olarak kabul edin” dedi, ardından cinayetler işletti, faili meçhuller onun zamanında arttı. Bunların hepsi gizli devletin sloganlarıdır, taktikseldir ve birbirinden kopuk değildirler. Kürtlerin, onlara şunu söylemsi gerekir; “söz değil, adım atılmasını istiyoruz!”. O zaman maskeleri düşer. Kürt meselesini hiç kimse inkar edemez, kimse sürüncemede de bırakamaz, Kürt örgütleri de dahil, yanlış yapanların yerini doğru yapanlar doldurur.
Diyarbakır Cezaevi vahşeti ile ilgili kitap yazdınız, toplantılara, konferanslara katıldınız. “Direnmenin önemli nedenlerinden biri de bir gün yaşananlara tanıklık etmektir.” diyorsunuz. Bu tanıklık yeteri derecede yapıldı mı, yoksa daha yapılacak çok şeyler var mı?
Diyarbakır cezaevi vahşetinin teşhiri ile ilgili çalışmalarda artış var. Belgesel film, kitap çalışmaları yapılmakta. Zaman zaman benimle de kontağa geçiyorlar. Selim Çürükkaya’nın , anlatımları filmleştirilmesine yönelik çalışması sonuçlanırsa çok iyi olur. Görüntülü anlatım insanlarda daha fazla etki yapıyor, seyredenlerin kabul edebilecekleri görüntüler değil tabi bunlar, insanlıkla alakası yok. Cop batırmalar, fare yedirmeler, bok çukurlarına sokmalar, askıya asmalar, günlerce aç bırakmalar önemli ayrıntılardır. Uluslararası Af Örgütü, Amnesyti’nin toplantılarında yaşadıklarımı anlattığımda dinleyiciler şaşırıyorlar, hafızaları almıyor, inanmak istemiyorlar. Haklıdırlar da, çünkü hala benim de böyle bir vahşetin nasıl yapıldığına aklım elvermiyor! Bu vahşetin emirini verenlerde ve uygulayanlarda nasıl bir vicdan var aklım almıyor! Bir arkadaşa işkence yapıyorlardı Abdullah yüzbaşıya söyledim, “size yakışmaz, insan olun, insan! Sizin yaptığınızı şimdi dünyada kimse yapmıyor. Dün bir adamınız işkence yaptı” dedim. Tabi ertesi gün adamı çavuş yaptılar.
Siz kendiniz de söylüyorsunuz, “benim söylediklerimin tersini yaparlar” yine öyle olmuş.
Evet, evet malasef öyle oluyor...... Diyarbakır cezaevinde yapılan bazı uygulamaların bir örneğini, dünyanın başka yerinde göremezsiniz. İran’dan Vietnam’a kadar inceledim bir örneğine rastlamadım. Daha yapılacak çok iş var. Belgesel filmlerin bitmesi, Diyarbakır vahşetini anlatmada etkili olacaktır. Benim ile ilgili yapılan filmin bayağı etki yarattığını biliyorum.
İsterseniz Güney Kürdistan’a geçelim. Geçtiğimiz günlerde Federal Kürt Parlamentosu çok eşlilikle ile ilgili bir karar aldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok yanlış bir karar. Bağdat yasalarından etkilenmiş olabilirler, ama kesinlikle yanlış bir karardır. Zaten protestolar yükselerek devam ediyor. İmza kampanyaları başlamış durumda. Sayın Mesud Barzani’nin tavrı önemlidir. Kendisinin yasayı veto etme vaye parlamentoya geri gönderme yetkisi var. Önemli olan bu tür hatalara girmemeleridir. Dünyanın da dikkatini çeken bir olaydır. Eski dönemden kalma, dini veya feodal süreçten gelip, insanların hak hukukunu çiğneyen, çirkin uygulamaları artık ortadan kaldırmamız lazım. Kürtlere yakışmaz, dünyada en çok ezilen uluslardan biri de biziz. En çok da bu konularda bizlerin hasas olması lazım.
Peki, ABD’nin 2011’de Irak’tan çekilmesi Güney Kürdistan’ı nasıl etkiler?
Güney Kürdleri kendi istikballerini hesap ederek hareket etmek zorundadırlar. Her zaman söylerim, yine tekrar ediyorum; Türklerin, Arapların, Farsların ırkçıları dışkıyı severler, Kürtleri sevmezler. Yıllardır bu kavganın içindeyiz, sağcısı, solucusuyla hepsiyle ilişkimiz olmuştur. Kürdlerin bahsi söz konusu olunca kırmızı oluyorlar. Amerika, Avrupa kendi çıkarları için hareket eder. Kürtler de kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmelidirler, yoksa kaybederler. Kürtlerin istikbali, garantileri devletleşmelerine bağlıdır. Kürtlerin kimseye zararları olmamıştır. Tarihe bakalım, bin sene önce Merivanlar döneminde, Kürtlerin kuvvetli oldukları bir dönemdi ve hiç bir yere saldırıları olmamıştır. Kürdistan’ın dışında bir yere gitmemişler, komşularına yardım etmişlerdir. Kürtler artık saflığı, dini bir tarafa bırakıp, nasıl devlet olurum, halkımız nasıl refah ve mutluluğa kavuşur düşüncesiyle hareket etmelidirler. Bu da dünyadaki dengelerin hesabını iyi yapmakla olur.
Sizin belirtmek istediğiniz bir konu var mı?
Şunu belirtmek istiyorum. Dört parçadaki Kürt örgütlerinin ortak hareket etme zorunluluğu vardır. Her ne pahasına olursa olsun sen, ben kavgası ve şahsi çıkarımızı bir yana bırakarak, bu halkın kurtuluşu için ne gerekiyorsa onu düşünerek hareket etmek zorundayız. Dünyadaki dengeler koşullar Kürtlerin lehinedir. Bundan yola çıkarak politikalar üretilmesi gerekir. Ayrıca başka şansları da yoktur.
Teşekkürler Sayın Mehdi Zana.
Yayınlanma:: 2008-12-08