Son üç yıl
öncesine kadar Güney Kürdistan hareketi liderlerine neden “bağımsız Kürdistan” istemedikleri
sorulduğunda şu cevabı verirlerdi: “Hangi Kürdün kalbinde bağımsız Kürdistan
yok ki!” Aradan geçen bu süre zarfında “kalpteki Kürdistan” artık beyinlerde ve
reel siyaset sahnesinde biçimlenmeye başladı. Başta Kürdistan Federe Bölgesi
Başkanı Mesud Barzani olmak üzere, Güney Kürdistanlı liderler, yüksek
sesle “bağımsız Kürdistan”ın zamanının
geldiğini dilendiriyorlar.
Gerekçe olarak
Kürdistan Bölgesi Hükümeti ile Bağdat arasında başta petrol anlaşmaları, bütçe,
sorunlu bölgeler ve güvenlik konularına ilişkin sürdürülen müzakerelerde bir
sonuca varılamaması. Kürdistanlı yetkililer, Irak’taki federe sistemin
sorunların çözümünde yeterli olmadığı, var olan sistemin çöktüğü kanaatindeler.
Hewler (Erbil),
Bağdat ile mevcut sorunların giderilmesinde iki alternatifin kaldığını açık
olarak deklare ediyor. Bu iki alternatif ya konfederal sistem ya da bağımsız
Kürdistan. Genel kanı konfederal sistemin Hewler ile Bağdat arasındaki son
hamlenin olduğu yönünde ve bu hamlenin sorunlara çözüm olacağı ise tartışmalı.
İster konfederal, ister federal sistem olsun Kürdistan Bölgesi Hükümeti ile
Bağdat arasında sorunların çözümünün oldukça zor olduğu, çözümün Kürdistan’ın bağımsız
bir devlete kavuşmasıyla ancak çözülebileceği tezi Kürtler arasında ve
uluslararası düzeyde hızla kuvvetleniyor.
Kürdistan
hükümeti, Bağdat ile sorunların çözümüne ilişkin bütün alternatifleri tek tek
deniyor. Yol ayrımına gelindiği zaman gerek Irak’a karşı olsun, gerekse
uluslararası düzeyde elini kuvvetlendirmek için, denenmeyen hiçbir yolun,
masaya yatırılmayan hiçbir konunun olmadığı stratejisini izliyor.
Şunun altını
çizmek gerekir ki, Kürdistan Bölgesi ile Irak merkezi hükümeti arasındaki
sorunların özü idari anlaşmazlıklardan değil, ulusal ve coğrafik sorunlardan
kaynaklanıyor. Ayrıca Bağdat’ın BAAS’tan kısmi devir aldığı geleneksel Kürt
siyasetinden vazgeçmemesi, Irak’ın içinde bulunduğu politik kaos ve iç iktidar
mücadelesi kısa vadede herhangi bir mutabakata varılacağına işaret etmiyor.
Kürtlerin,
Araplarla eşit haklar ve sorumluluklar çerçevesinde yaşamadıkları takdirde,
kendi geleceklerini belirlemelerinin evrensel bir hak olduğunu tartışmaya
açmaya bile gerek yok. Aynı şekilde “ulus devletler çağını doldurmuştur”
tezinin Kürtler için bir anlam ve ifadesi de yok. Son yüz yıldır Kürtler,
Kürdistan’ı paylaşan ve sömürgeleştiren devletleri dönüştürmeye ve bu
devletlerin eşit haklara sahip uluslarından biri olmaya çalıştılar. Ama bu tek
yanlı çaba ve ısrar bir sonuç vermiyor.
Ekonomik açıdan
ise, Kürdistan’daki zengin petrol ve doğal gaz yataklarının çıkarımı, transferi
ve satışı başlı başına Kürdistan için geniş bir idari özerkliği ve uluslararası
düzeyde ilişkileri gerektiriyor. Şuan ki mevcut sistem tartışmalı olmakla
beraber, Bağdat bu özerkliği Kürtlerin elinden almaya, kendini tek karar verici
otorite olarak dayatmaya çalışıyor. Bunca ödenen bedel, yaşanan deneyim ve
çıkarılan tarihsel derslerden sonra, Kürtlerden bunu kabullenmelerini beklemek
gerçekçi değil.
Bu açıdan bölgeyi
yakından takip eden gerek Kürdistanlı ve gerekse yabancı siyasi analizciler
önümüzdeki beş ile on beş yıl içinde Güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanını
kaçınılmaz görüyorlar. Kürdistanlı yetkililerin bağımsızlığa vurgu yapan
demeçlerine eskiden Bağdat, Ankara, Tahran ve Şam’dan sert tepkiler gelirdi.
Artık bu türden tepkiler eskiye nazaran azalmış durumda. Daha doğrusu adı geçen
başkentler, Irak’ın toprak birliğini yalnızca birer temenni olarak vurgulamak
zorunda kalıyorlar. Her dört sömürgeci devlet de sürdürdükleri Kürt ve
Kürdistan siyasetlerinin iflas ettiğini, bundan sonra Kürtleri mevcut
statükoyla kendi siyasi sınırlar içinde tutamayacaklarını çoktan kavramış
durumdalar.
Ankara, Tahran,
Şam, Washington, Bürüksel, Moskova ve Pekin, Kürdistan Bölgesi’nin er veya geç
Irak’tan ayırılacağını biliyorlar. Bağdat ise, Kürtlerin Irak’tan
ayrılacaklarını, fakat ayrılığın hangi şartlarda kabullenileceği eksersizleri
yapmakla meşgul gözüküyor. Kısaca var olan filli ve meşru duruma ad koymak
gerekiyor.
Kürdistan’ın coğrafik bütünlüğü
Bu konuda üç
senaryodan söz edilmekte. Birincisi; Kısa vadede Kürdistan Bölgesi Hükümeti
bağımsızlık söylemini aktif tutarak Bağdat’ı konfedere sisteme razı ettirmek.
Yani iki devletten oluşan bir birliktelik kurmak, menfaatlerde bir çatışmanın
meydana gelmesi durumunda ise sorunsuz ayrılmak.
İkincisi:
Bağdat’ın konfederal yapıyı kabul etmemesi durumunda Kürdistan Bölgesi
Hükümeti’nin şu an için kontrol ettiği Duhok, Hewler ve Süleymaniye sınırlarını
kabul ederek ayrılması.
Üçüncüsü:
Kürdistan’ın coğrafik sınırları içinde kalan, ama Kürdistan hükümetinin siyasi
sınırları içinde olmayan, Kerkük, Ninova ve Hanekin başta olmak üzere
tartışmalı bölgeleri alarak Kürdistan’ın Irak’tan ayrılması.
Bilindiği üzere
11 Mart 1970 tarihli otonomi anlaşmasının hayat bulmamasının iki önemli nedeni
vardı. Birincisi, Bağdat’ın otonomi anlaşması maddelerine uymaması, ikincisi
Kerkük, Ninova ve Hanekin'i Kürdistan sınırları dışında tutulması. Her iki
sorun, Güney Kürdistan hareketi ile Irak BAAS rejimi arasında köprülerin
yıkılmasına ve silahlı çatışmaların tekrardan başlamasına neden olmuştu.
Güney Kürdistanlı
siyasal güçler, 2003 Irak operasyonu öncesi Çokuluslu Koalisyon Güçleriyle
yaptıkları görüşmelerde şu noktalar üzerinde anlaştılar: Irak’ta oluşturulacak
sistemin federal, çoğulcu, demokratik, etnik ve dini azınlıklara saygı temeline
dayanması. Gelecekteki Kürt otonomisi, Kerkük ile Musul’dan Suriye sınırına
kadar genişleyen Sincar bölgesini kapsaması. Ayrıca ne Türkiye ne de İran’ın,
Irak’ın içişlerine müdahale için durumdan faydalanmaması.
Genel anlamda
dört parçadaki Kürt hareketinin yirmi birinci yüzyıl siyaseti, -ideolojik ve programatik erozyonlara rağmen-,
Kürtlerin ve Kürdistan’ın ulusal ve coğrafik birlikteliğinin sağlanması üzerine
inşa edilmeye çalışıldığını düşünürsek, Kürtler açısından bu bölgelerin Irak’a
bırakılması olası gözükmüyor.
Bilindiği üzere
Kürdistan Bölgesi peşmerge güçleri ile Irak ordusu birçok kez çatışma noktasına
geldi. Kürdistan’ın bağımsızlık ilanı karşısında Bağdat’ın Kürdistan’a
saldırısı, Ortadoğu’da bugüne kadar yaşanmamış geniş çaplı bir kaosun yaşanması
anlamına gelir. Hiç kimse bunu ne düşünmek ne de telaffuz etmek istemez. Mevcut ayrılığın savaşla değil, diyalog ve
barışçıl yöntemlerle olması yönünde Kürtler hem fikirler. Ama Kürtlere
savaşmaktan başka bir yol bırakılmazsa, Kürt gençlerinin akacak kanın, yalnızca
bağımsız bir Kürdistan için akacağı, bizzat Mesud Barzani tarafından dile
getirilmekte.
Bağımsız Kürdistan yolunda Türkiye ve Suriye
siyaseti
Dikkatlice
incelersek Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin son iki yıldır Türkiye ve Suriye
siyaseti, olası konfedere veya bağımsızlık ilanı çerçevesinde örülmeye
çalışıyor. Bunun başarılı olup olmayacağını süreç içinde göreceğiz.
Şimdilik Türkiye
ile Kürdistan Bölgesi Hükümeti arasındaki başta enerji konuları olmak üzere
ekonomik ve siyasi ilişkiler, Güney Kürdistan’ın Bağdat’a, Tahran’a ve
Washington’a karşı elini rahatlatan bir seyirde devam ediyor. Bu yakınlaşmayı
Türkiye’nin bağımsız Kürdistan’ın kabulü olarak okuyanlar olmakla beraber, Türk
devletinin Kuzey Kürdistan siyaseti göz önüne alındığında mevcut ilişkinin
varacağı noktanın mutlu sonla bitmeyeceği tespitini yapan geniş bir kesim de
var. Ayrıca hala hafızlardan silinmeyen İran’ın 1974 yılında Güney Kürdistan
hareketine vurduğu darbeye benzer bir tavır, olası bağımsızlık ilanı karşısında
Türkiye ve İran’ın koymaları ihtimaller dahilindedir.
Bu açıdan Batı
Kürdistan’da (Suriye Kürdistanı) Kürt halkının elde edeceği kazanımlar, Güney
Kürdistan’ın konfedere ve bağımsızlığı yönünde atacağı adımda stratejik öneme
sahip. Güney Kürdistan bu öneme göre hareket ederken, diğer üç parçadaki Kürt
hareketinin Güney’in konfederal veya bağımsızlık ilanına ne kadar hazırlıklı ve
dayanışma içinde olduğu ise ayrı bir soru işareti olarak önümüzde durmakta.
ABD eski
Hırvatistan Elçisi, Irak Anayasası’nın yazımında görev alan ve Demokrat Parti
üyesi Peter Galbraith, geçen yıl Rudaw gazetesine verdiği mülakatta “ABD’nin
bağımsız Kürdistan’a yaklaşımı ne olur?” sorusuna şu cevabı vermişti: “ABD
genellikle statükoyu destekler ve ayrılma muhtemelen gerçekleşene kadar da
desteklemeyecektir. Bu gerçekleştiğinde ise Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul
etmekten gayri bir seçeneği olmayacaktır.”
ABD’ye benzer
tavrı Brüksel, Moskova ve Pekin’in koyması muhtemel gözüküyor. Batı’nın ve
Doğu’nun enerji alanında Kürdistan’a yaptıkları yatırımlar öncesi, bölgede
statü değişikliği olabileceği hesabını yaptıkları çok da zor olmayan bir tahmin
olsa gerek. Ayrıca Kürdistan’ın parçalarına tahakküm eden bölge devletlerinin
Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı tavırları, Kosova’nın tanınmasına benzer
uluslararası düzeyde bir kamplaşmaya benzemeyeceğini gösteriyor. Çünkü Batı ve
Doğu blokunun Kürdistan’daki karma enerji yatırım ve ilgileri bu yorumu
kuvvetlendiriyor.
30 Nisan’da
yapılacak olan Irak Genel Seçimlerini, Kürdistanlı yetkililer sorunların
çözümünde önemli bir şans olarak ifade ediyorlar. Herkes biliyor ki, bu ifade
ritüel bir söylemden öteye gitmiyor. Araplar, Kürt bir Cumhurbaşkanı’nın
Irak’ın bütünlüğü açısından önemli olduğunu bildikleri için bu makamı Kürtlere
bırakmakta tereddüt etmediler. Celal Talabani’nin Irak’ın bütünlüğü konusunda
birlikçi tavrı ise öteden beri biliniyor. Talabani’nin sağlık sorunlarından
dolayı politik sahneden çekilmesi ardından, Irak’ın birliğinden bahseden bir
Kürt politikacısı yok gibi.
Nuri El Maliki
muhalifleri, Irak’ın siyasal ve toprak birliğini sürdürmesi için Kürdistan
Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’nin Irak Cumhurbaşkanı olmasını öneriyorlar.
Barzani’nin Irak Cumhurbaşkanlığı’nı kabul etmesini çok düşük bir ihtimal
olarak değerlendirmek gerekir. Ama bu teklifi Kürtler, Irak’ın federe bir
yapıdan konfedere sisteme geçmesi için koz olarak kullanabilirler.
Kısaca Güney
Kürdistan’ın kısa vadede konfedere bir devlete, daha sonra ise bağımsız bir
devlete doğru yol aldığını söyleyebiliriz.
twitter@cetin_ceko