Arap baharında tarihi Kürt rüzgarları

Çetin Çeko
Polisin tokatlaması ve hakaret etmesini protesto için kendini yakan Tunuslu pazarcı Muhammed Buazizi’ye bu eyleminin Arap ülkelerini alt üst edeceği söylenseydi acaba inanır mıydı? Bırakın Buazizi, siz de inanır mıydınız? Muhammed Buazizi ismi yavaş yavaş hafızalardan silinmeye başlarken yerini “Arap baharı”, “domino etkisi” olarak adlandırılan Tunus, Cezayir, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn ve benzeri ülkelerde demokrasi talep ve direnişleri aldı. Kuşkusuz ölü toprağın Arap halkları üzerinden kalkmasının ilk gözle görülür elle tutulur kıvılcımları bunlar. Sonuçlar için şimdiden bir şeyler söylemek erken ama gidişat olumlu yönde.

Kürt sorununun adil ve demokratik çözümden mahrum kalmasının nedenlerinden biri, kuşkusuz bugün ayaklanma yaşayan Arap ülkelerindeki baskıcı, anti demokratik iktidarlar ve onlarla iş birliği yapan Türk ve Fars devletlerinin oluşturdukları kuşatmadır. Kürtler sıcak ve soğuk savaşın emperyalist politikalarına, bloklar arası dengelere kurban edilmiştir. Ulusal kurtuluş mücadelesi sürecinde ittifak tercihleri sınırlı ve her zaman için şartların kendi aleyhlerine dönebileceği siyasal ilişkilere mecbur kılınmışlardır.

Kürt-Arap ilişkileri Irak bağlamından dolayı Güney Kürdistan hareketi ağırlıklı gelişmiştir. Kürt-Arap dayanışması açısından 1956 yılı önemli bir yıldır ve tarihe İngiltere, Fransa ve İsrail bloku ile Mısır arasında savaş damgasını vurur. Süveyş Krizi olarak da adlandırılan bu savaşta, Kürt ulusal hareketi lideri Mustafa Barzani, Selahattin Eyyubi’nin yardımına benzer, kapsamlı bir eylem olmasa da Mısır lideri Cemal Abdülnasır’a üçlü bloka karşı Mısır’ın yanında çarpışma önerisinde bulunur. Nasır, teklifi takdirle karşıladığını Barzani’ye bildirir. Güney Kürdistan hareketi liderleri Arapların ve Kürtlerin emperyalizme karşı verdikleri ortak mücadelede bu teklifi örnek olarak gösterirler.

Kürtleri Arap-İsrail Savaşı'na katma çabaları

Aradan 11 yıl geçer, 1967’de bu kez tarihe “6 Gün Savaşı”, “Haziran Savaşı”, “Arap-İsrail Savaşı” damgasını vurur. Başını Mısır, Ürdün ve Suriye’nin çektiği Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir’in asker ve silah yardımıyla desteklediği savaş, İsrail’in kesin üstünlüğü ile sonuçlanır.

1967 yılı Güney Kürdistan hareketinin Ahmad Hassan al-Bakr yönetimindeki Irak rejimi ile çatışmaların yaşandığı yoğun bir yıldır. Arap-İsrail savaşının başlamasına günler sayılıdır. Mustafa Barzani’nin yakın Arap dostlarında bir heyet kendisini ziyarete gelerek Kürtlerin de beş bin kişilik bir peşmerge gücünü İdris Barzani komutasında cepheye göndermelerini isterler. İsrail’le savaşmak için Suriye’ye gönderilen ve Irak ordusunun başında anti-Kürt, ırkçı tavrıyla tanınan Mahmud Arim diye bir general vardır. Suriye’ye vardığında yapmış olduğu konuşmada; “siz (Suriyeliler) ikinci İsrail (Kürdistan) yok etmek için bize yardım ettiniz. Şimdi de biz borcumuzu ödemeye, yani birinci İsrail’i yok etmeye geldik”* belirlemelerinde bulunur.

Barzani, bu sözleri gerekçe göstererek yardım çağrısını ret eder. Kürtleri İsrail-Arap savaşına katma girişimi bununla sınırlı kalmaz. Savaşın başladığı gün yani 5 Haziran’da Bağdat’tan Kürdistan’a oldukça kalabalık bir resmi heyet gelir. Heyet bu kez, daha önceki öneriye ek olarak Irak ordusunun İsrail’le savaşta olduğu süre içinde Peşmergelerin Irak ordusuna karşı saldırmamaları talebinde bulunur. Barzani ise heyete savaşı hemen durdurmalarını ve peşmergenin Irak ordusuna karşı herhangi bir operasyonda bulunmayacağı garantisini verir.

Enver Sedat, İsrail savaşı esnasında peşmergeler Irak ordusuna saldırmasın

Ortadoğu’da artık Kürtler de hesaba katılması gereken bir güç olarak ağırlıklarını hissettirmeye başlarlar. Yine “Ekim Savaşı” olarak adlandırılan 1973 Arap-İsrail savaşı başlamadan önce dönemin Mısır lideri Enver Sedat, Bağdat elçisi aracılığıyla Mustafa Barzani’ye haber göndererek, Irak’ın Kürdistan’daki savaşı gerekçe göstererek İsrail Savaşı’na katılmak istemediğini, bu bahaneyi ortadan kaldırmak için Peşmergelerin Irak ordusuna karşı saldırılarını durdurmasını ister.

Barzani, bir kez daha savaş boyunca Irak ordusuna karşı herhangi bir saldırıda bulunmayacağı güvencesini Enver Sedat’a iletir. Savaşta Mısır ve Suriye, İsrail karşısında üstünlük sağlarlar. İsrail bu zorlu saldırıyı Arap cephesinden kırmak için Peşmergelerin Irak ordusuna saldırmalarını ister ve ABD adına KDP’ye bir dizi vaatte bulunulur.

KDP yönetiminin birçok üyesi bu vaatlerin kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsat olarak değerlendirip gerekenlerin acilen yapılmasını isterler. Barzani ise, “eğer böyle bir harekete kalkarsak Arap halkının ebedi düşmanlığını kazanmış oluruz. Bu utanç verici büyük bir hata olur. Bu hatanın vahim neticelerini kaldıramayız.”** diyerek karşı çıkar.

Kürtlerin İsrail’e karşı savaşmaları veya destek vermeleri konusunda baskı yalnızca Arap ülkelerinden gelmez, Sovyetler Birliği de Kürtlere bu konuda baskı yapar. 9 Ekim 1973 tarihli Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi adına “Sevgili Yoldaş Mustafa Barzani’ye” başlıklı bir mektup gönderilir. Mektup 11 Mart 1970 antlaşmasına atıfta bulunarak, Kürtlerin meşru taleplerinin karşılandığını, dolayısıyla Irak’ın İsrail’e karşı verdiği mücadeleye Kürtlerin de katılması gerekir denir.

Oysa Irak, 11 Mart antlaşmasının hükümlülüklerini yerine getirmemekle kalmayıp, ayrıca 1966 yılında elde edilen idari kazanımları da ortadan kaldırmaya başlamıştır. SBKP Merkez Komitesi’nin mektubundan yaklaşık altı ay sonra bir fiil çatışmalar başlar. Gerek doğu bloku olsun, gerekse batı bloku olsun Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarının haklılığını görmezden gelerek, Kürtleri cellatlarının yanında saf tutturmaya devam edeceklerdir.

Yakın döneme gelirsek özellikle 1980’den sonra Kuzey Kürdistanlı bir kısım örgütler Filistin mücadelesine “destek” vermek için Filistin’de bulundu. Bunların birçoğu anti-siyonist temelde İsrail devletinin ortadan kalkması tezini kabul ederek saf tuttular. Arap yarımadasının hemen hemen bütün devletleri dikta iktidarlarını İsrail ve siyonizm tehdidi üzerine biçimlendirip günümüze kadar getirdiler.

Kürtler ise ulusal ve demokratik haklarını, “gerçek otonomi”, “federasyon” talepleri olarak gündemden düşürmediler. Bu mücadele başta Kürdistan’ı parçalayıp ve paylaşan ülkeler olmak üzere diğer bölge gerici dikta devletleri tarafından “emperyalizmin kuklası”, “iş birlikçi” talep ve hareketler olarak karartılmaya çalışıldı. Oysa Kürtlerin mücadelesi Arap, Fars ve Türk halkları için demokrasinin yeşermesi ve yerleşmesi için bahar rüzgarları anlamına gelmektedir. Bu anlam geç kavrandı, kavranması bilinçli olarak engellendi. Bunda ezen ulus sol hareketlerinin sosyal şoven yaklaşımları önemli oranda belirleyici oldu.

Şimdi demokrasi rüzgarlarının karşılıklı olarak birbirlerini etkileme dönemidir. Arap dünyasındaki bu gelişmeler kuşkusuz Kürt sorununun adil demokratik çözümüne katkı sağlayacaktır. Kürdistan’ı paylaşan, Kürtlerin ulusal demokratik haklarını gasp eden devletleri bir kez daha düşünmeye itecektir.

Özellikle Kürtler açısından Suriye’deki gelişmeler büyük önem arz etmektedir. Suriye’de nüfusun yüzde onunu oluşturan Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarının kırıntısından bile bahsetmek mümkün değildir. Suriye Kürtlerinin mücadeleleri ve uluslararası kamuoyunun baskısı, Beşir Esad yönetimini ilk elden adım atması gereken konuların başında Kürtlerin demokratik haklarının tanınmasını gündeme taşımıştır. Esad, ister iktidarda kalsın ister gitsin Suriye, Kürt sorunu karşında adım atmak zorunda bırakılmıştır. Kuşkusuz Suriye'nin demokratikleşmesi ve Kürt ulusal haklarına siyasal çözümler getirmesi ile Kürdistan'ı sarmalayan zincirlerden bir parçanın daha kopacağı, gevşeyeceği İran ve Türkiye üzerinde baskının artacağını söyleyebiliriz.

Türkiye açısından ise “komşularla sıfır problem” tezinin özü ortaya çıkmıştır. Tez, devletlerarası statükonun korunup, sürdürülmesi, mevcudun korunması anlamından öteye gitmemektedir. Bu da demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin devletlerarası ilişkilerde belirleyici olmadığı, güvenlik ve ticari çıkar ilişkilerin belirleyici olduğu anlayışıdır. Arap yarım adasındaki isyanlar bunu bir kez daha terse çevirerek, insan ve demokrasi odaklı noktaya çekmiştir. Kuşkusuz süreç uzun ve sancılıdır. 110413

(*) Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi II, Mesud Barzani, Doz, s.191
(**) Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi II, Mesud Barzani, Doz,s.286

cetin.ceko@gmail.com


Tags: