Müzakere söyleşilerimizin üçüncü konuğu araştırmacı yazar Naci Kutlay. Kürt diasporasının sürece yaklaşımın değerlendiren Kutlay, “geri kalmış Kürt toplumu diasporasının bazı aşamaları henüz geçemediği” eleştirisinde bulunuyor. Öcalan’ın Diyarbakır Newrozu’nda söyledikleri tarihin bazı gerçekleriydi diyen Kutlay, Kürtlerin demokratik mücadelede uzun bir mesafe almaları gerektiği, sorunun Kürtlerin demokrasi, örgütlülük ve çağdaşlıkta yol aldıkça giderileceği tespitini yapıyor. Kutlay’ın sürece ilişkin düşüncelerini okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Çetin Çeko
Sayın Kutlay, bir kısım çevreler hükümetin MİT
aracılığıyla Öcalan’la sürdürdüğü müzakerelerin Kürt sorununun çözümüne yönelik
olduğunu belirtirlerken, bir kısım çevreler de Kürt
hareketinin “Türkiyelileştirilmesi”, Kürt sorununun sürdürülebilir bir kriz
şeklinde idare edilmesi süreci olarak değerlendirmekte. Sizce söz konusu
müzakerenin hedefi nedir?
Öcalan ile
Hükümet arasında sürdürülen müzakerelere ilişkin herkes konuştu ve yazdı, çok
değişik şeyler söylendi. Genelde Kürtlerin bir kez daha kandırıldığı ve Kürt
olmayanlar ise Kürtlere ve PKK’ye güvenilemezliği dile getirdiler. Kürtlerde
ise ve en çok da Kürt diasporasında konuşulan “Kürt hareketinin
Türkiyelileştirilmesi” ve “Kürt hareketinin sürdürülebilen bir kriz şeklinde
idare edilmesi” düşünceleri oldu. Siz de öyle ifade etmişsiniz. Doğrusu bu
şekildeki soruyu çok objektif bulmadım.
Sosyal, siyasal
ve geleceğe ilişkin sorunlar bir bütündür oysa. İçinde değişik ve birden fazla
yanlar barındırırlar bu tür sorular ve sorunlar. Türkiye’deki Kürt sorununun
çok yönleri var, “Türkiyelileştirmek” elbette bunun bir yanı. Bundan daha doğal
ne olabilir? Kürt diasporasının bu dönemdeki tartışma mantığını taşıyor
sorunuz. Anlıyorum; ben de diaspora yıllarını paylaştım, diaspora ile esas
ülkedeki insanların bakış açıları farklıdır. Diğer toplumların diasporalarında
da bu farklılık var, ancak Kürtlerde daha belirgindir bu konum. Geri kalmış
Kürt toplumunun diasporası bazı aşamaları aşmadı henüz. Ermeni, Rum ve
diğerleri bulundukları toplumlardan yeterince yararlandılar, geliştiler. Biz
Kürtlerde henüz yeterince olmadı bu evre. Avrupa ve ABD’de de yeterince Kürt tarihçi,
sosyolog ve diğer bilim adamları yetişmedi. Bu konular ve Kürtlerin bu yanları
tartışılmadı. Böyle kimselerin azlığı en büyük neden. Kürt diasporası bunları
göz önüne alarak dünyaya bakmalı ve sorgulamayı planlamalı diyorum.
Yeni evrelere
varma beklentisi aklıma geliyor. Kürt tarihi, sosyolojik araştırmaları ve
geleceği böyle ele alınmalı. Beni bağışlayın sorunuzun içeriği bana bunu
anımsattı. Kürt diasporası bir ölçüde ayrışmış durumda, dereceli olarak Kürt
hareketine karşıtlık düşünce ve duyguları taşıyor. Yirmi yıl öncelerin parçalı
ve giderek erozyondan sonra yok olan Kürt örgütlerinin ardılları eski
mantıklarından arınmadılar. Türkiye’deki Kürt hareketini yürütenlere karşıtlık
belli başlı nitelik… Her şey tartışılmalı, söylenmeli, yoksa Kürtler mesafe
alamazlar. Diaspora da bilimsel ve siyasal algıların dışında olamaz. Dünkü
karşıtlıkları sürdürmek bağışlanamaz. Yeniyi ve çağı yakalamalıyız. Ne demek
istediğimi birazcık da olsa ifade ettim.
Hükümet ile Öcalan arasında
varılan mutabakatın içeriği bilinmiyor. BDP ve PKK’nin bile bu konuda tümüyle
bilgi sahibi oldukları konusunda kuşkular var. Murat Karayılan, “Erdoğan’ın bir
çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz
bunları…” diyor. BDP ve PKK gerçekten Öcalan’ın söylediklerine iknalar mı?
Yoksa Öcalan faktöründen dolayı söylenenlere evet demek zorunda mı kalıyorlar?
İkinci sorunuz da öyle. Türkiye’deki tartışmaları ve süreci herkes bir
ölçüde biliyor. Türkiye’deki (CHP,MHP ve diğerleri) konum ve izledikleri siyasi
çizgiler iyi biliniyor. Siyaset bilimini bilenler bunlardan sonuçlar
çıkarabilir. Hangi amaçların ve çizgilerin nereye gidecekleri insanların algı
ve ferasetlerine bağlıdır. Bir anda ve evrede konuşulamayan olgular gelişim,
değişim ve yaşam içinde şekillenir. Kürt sorunu bu algıyı yaşıyor. Bu nedenle
ikinci sorunuza da aynı yanıtı veriyorum. Dönemi, gelişmeleri ve de en önemlisi
Kürt tarihini iyi okumak ve irdelemek gerekir. Reçete ve peşin yargılar
sunamayacağım için bağışlayın.
Oslo görüşmelerinde bir
sonuca varamayan AKP hükûmeti ile Öcalan ve PKK'nin tekrar bir yarı açık
'süreç' başlatmalarına neden olan bölgesel ve uluslararası koşullar nelerdir?
Oslo süreci üzerine kitaplar yazılabilir. Kürtlerin ve iktidarın
yetersizliklerini, eksiklerini ve deneyimsizliklerini ele alacak değilim. Sorun
büyük… İki taraf da kolay çözülebileceği üzerine hesaplar yaptı. Şimdi, biraz
daha öğrenerek yol almak durumu söz konusu oldu.
PKK, BDP dışındaki Kürt
kesimlerinin Öcalan’a yönelik iki temel önemli eleştirileri söz konusu.
Birincisi, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı baş müzakereci olmasının
yanlış olduğu. İkincisi gerillanın otuz yıllık mücadele sonucu hangi kazanımlarla
kayıtsız şartsız geri çekilmek zorunda bırakıldığı. Bu eleştiriler konusunda
neler söylemek istersiniz?
Öcalan tutuklu ve koşulları iyi biliniyor. Bu konumda yapılabilecekler
önemli. Koşullarının birçok dönemlerinden sonra kendisine çok iş düştüğü ve
yapabileceklerinin öneminden ötürü konumu belirleyici oldu. Bunun
tartışılabilecek olumlu ve olumsuz yanları olabilir. Sorunun her iki şıkkı için
söyleyeceklerim aynı. İnsanlar, örgütler, hükümetler ve kurumlar gerekenleri
yapmak isterler. Onlar karar verirler… Düşünce özgürlüğü nedeniyle herkes
istediğini söyleyebilir.
Öcalan’ın Diyarbekir
Newrozu'nda okunan mesajında atıfta bulunduğu “ortak tarih”, “misakı milli”, “Çanakkale
ruhu” ve İslam’a vurgu yapan düşüncelerini içeren “yeni paradigmasını” nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtlerin ve Türklerin tarihi önemli dönemlerde birlikleri oldu. Türkler
daha örgütlü oldukları için genelde belirleyici toplum oldular. Kürtler de
konumlarıyla paralel düzeyde yaşam sürdürdüler. “Tarihi şartları” iyi okumak
gerekir. Malazgirt, Çaldıran, Osmanlı dönemi ve Anadolu Kurtuluş Hareketi belli
başlı dönemler… Kürtlerde “mirlik”ler tarzında yarı bağımsız siyasi statüler
yaşandı. Kültür ve edebiyatta varlık ve gelişim gösterdiler.
En önemlisi “siyasi örgütlenme”lerde bulunamamalarıdır. Dönemlerinin
gerisinde kaldılar. Feodal ve aristokratik dinsel düzeyleri onları yetersiz
sevilere mahkum etti. Öcalan’ın Diyarbakır Newrozu’nda söyledikleri tarihin
bazı gerçekleriydi. Yaşananlardı.
Öcalan merkezli PKK ve BDP
ile sürdürülen Kürt sorununun olası çözümüne ilişkin müzakerelerde bunun
dışında kalan diğer Kürt örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Ermeni, Süryani,
Alevi ve kanaat önderleri temsilcilerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları,
sürece dahil olmaları gerekmiyor mu? Gerekiyorsa bunun mekanizmaları nasıl
oluşturulmalıdır?
PKK dışındaki Kürt örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin, Ermeni, Süryani
ve Alevilerin sürece dahil olmaları en doğru ve beklenen bir konumdu. Bunlar
örgütlü ve var olduklarında kaçınılmaz sonuç böyledir. Eleştirilebilir, ancak
zayıf ve yeterince iddialı olmamaları bu sonuca neden oluyor. Aleviler
özellikle üzerinde durulmaya değer.
Kürt ulusunun özerk, federe
veya bağımsız bir siyasal statüye kavuşmadan Ortadoğu’da kalıcı bir barış
istikrarın sağlanması mümkün müdür?
Kürtlerin Ortadoğu’da istikrarlı ve demokratik yapıya kavuşmadan
Ortadoğu’ya huzur gelmesi hep sorunlu olacaktır. Bölge halklarının ve devletlerinin
giderek kavuşacakları demokratik süreç bunu sağlayacaktır.
Kürtler, eğer hükümet samimi
ise müzakerelerin sadece MİT-Öcalan görüşmeleriyle sınırlı kalmaması, meclisin
de sürece dahil olmasını istemekte. İktidar, Kürt sorununu resmiyette
belgelendirmeden, muhataplığı resmi olarak kabul etmeden hala Kürtlerin
varlığını suya yazılmış kelimelerle telaffuz etmiyor mu? Yeni anayasa tartışma
ve önerilerini, “Akil İnsanlar Grubu” oluşumunu da dikkate alırsak sürece ne
kadar umutla bakabiliriz?
Kürtlerin demokratik mücadelesinde henüz uzun bir mesafe
almaları gerekiyor. Kürtler demokrasi, örgütlülük ve çağdaşlıkta yol aldıkça
sorunlar giderilecektir.