Sezgin Tanrıkulu: ‘Kürt sorununu çözebilecek bir anayasanın yapılabileceğine inanmıyorum’
Çarşamba, Aralık 16, 2015
Kürt sorunu eşit bireysel vatandaşlık hakkı ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle çözülebilir mi? Kürtlere yetki devri ve güç paylaşımından CHP ne anlıyor? Uluslararası üçüncü bir gözün müzakere sürecine katılımına CHP neden karşı? Olası yeni bir anayasa Kürtleri sadece tanımlayan mı yoksa tanıyan ve ulusal demokratik haklarını teslim eden bir içeriğe mi sahip olmalı? CHP Kürt sorununun çözümünde muhatabın neden parlamento olmasında ısrarcı? Legal ‘Kürt’ ve ‘Kürdistan’ isimli parti ve kurumlara devlet dava açarken, CHP nasıl yaklaşıyor? CHP’de Şerafettin Elçi, AP’de Abdulmelik Fırat, AKP’de Dengir Mir Mehmet Fırat’ın başına gelenler, CHP’de Sezgin Tanrıkulu’nun başına gelebilir mi, soruları başta olmak üzere Kürt sorununa CHP’nin yaklaşımını parti Genel Başkan Yardımcılardan milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile konuştuk.
Sayın Tanrıkulu, Kürt sorununun kalıcı çözümüne ilişkin CHP ile Kürt siyasal hareketlerinin yaklaşımı arasında derin uçurumların olduğunu görüyoruz. CHP, Kürt sorununu eşit vatandaşlık hakkı ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle çözülebileceğini savunuyor. Kürdistanlı siyasal güçler ise, ulus olmaktan doğan hakları gereği kendi coğrafyalarını özerk, veya federe bir statü ile hatta ayrılma hakkı da dahil olmak üzere geleceklerini kendilerinin belirlemelerini talep ediyorlar. Yetki devri ve güç paylaşımında bu kadar derin uçurumlar, önerilen eşit bireysel vatandaşlık hakkı ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle çözülebilir mi?
CHP olarak Türkiye’nin Kürt meselesine sosyal demokrat eksen içerisinde bakmaya çalışıyoruz. Kürt sorunu on yıllardır birikmiş birçok travma ve acıyı içinde taşıyor. Sorun çözülmedikçe derinleşiyor ve dolayısıyla atılmayan her adım, gecikilen her gün meselenin çözümünü güçleştiriyor.
CHP, Türkiye’nin Kürt sorunu da dahil olmak üzere demokrasi alanında bir çok eksiği olduğunu ve bu konularda hızla adımlar atılması gerektiğini savunmaktadır. Kürt sorununun çözümünü üç eksenli çerçeve içerisinde görüyoruz. Birinci eksen, anayasa dahil olmak üzere demokrasi, adalet, özgürlük ve geçmişle hesaplaşma alanıdır.
İkinci eksen; Türkiye’de çatışma ve şiddet dağlardan şehir merkezlerine kaymıştır ve toplumsal hayatta güncel olarak etkisi ağır bir biçimde hissedilmektedir. Bu ortamdan çıkışı sağlayacak sürecin acilen başlaması gerekir. Bu da bir yöntem meselesidir. Çatışmayı nasıl sonlandırabiliriz, silahsızlanmayı nasıl sağlayabiliriz ve şiddeti Kürt sorununun çözümünde bir alternatif olmaktan ebediyen nasıl çıkarabiliriz?
Üçüncü eksen ise; Sosyal ve ekonomik alanlarda atılacak adımlardır. CHP bu üç eksenli programı detayları ile ortaya koymuştur. Kuşkusuz bu çerçeve eksik görüle bilinir. Süreç başlamadığı için de, Kürt siyasal hareketlerinin talepleriyle bizim önerdiğimiz talepler arasında makasın açıldığının farkındayız. Ama süreç öngördüğümüz şekilde parlamentoda başlarsa, makasın daralacağını, varsa eksiklerimiz bunların giderilebileceğini ve ortak bir noktada buluşulabilineceğini düşünüyoruz.
Söz konusu ortak nokta ne olabilir?
Sürecin sağlıklı olarak başlaması evrensel demokratik ortak noktaları çıkaracaktır. Çatışmaların çözümü ve sonlandırılması dünyanın en zor işlerinden biridir. Kürt meselesi geldiği nokta itibariyle elli bine yakın insanın yaşamına mal olmuş, Ortadoğu’nun karmaşık sistem ve ilişkileri içinde çözümü daha da zorlaşmıştır.
‘Kişilere, aktörlere bağlı çözümleri çözüm olarak görmüyoruz’
Çatışma çözümünde Kürt meselesinin olası çözümünü sadece kişilere, aktörlere veya hükümete bağlı olarak çözülemeyeceğini ifade ettik. 2013’de Erdoğan, hükümet ve İmralı odaklı başlayan süreç, başlangıcında silahların susmasına yol açtı. Bu görece olumlu durum, yöntemin yanlışlığı konusundaki eleştirilerimizin görülmemesine neden oldu.
Bizler buna rağmen uygulanan yöntemin yanlışlığını vurgulamaya devam ettik. Aynı zamanda taraflara başarılı olacaklarına inançları varsa sürecin karşısında olmayacağımızı da söyledik. Aktör odaklı sürecin yanlışlığı, yani Erdoğan odaklı sürecin yanlışlığı 7 Haziran seçimleri ardından ortaya çıktı. Daha sonra gerek Erdoğan, gerek HDP ve gerekse Kandil çözüm zemininin parlamento olacağını ifade etmeye başladılar. Maalesef CHP’nin haklılığı süreç bozulduktan sonra ortaya çıktı.
CHP’nin Kürt sorununun çözümü için ortaya koyduğu modelde Toplumsal Mutabakat Komisyonu, Ortak Akıl Heyeti ve Gerçekleri Araştırma Komisyonu önerileri var. Kürtler, ısrarla uluslararası üçüncü bir gözün devlet ile Kürtler arasında sürdürülecek müzakerelerde yer almasını istiyorlar. Hükumet buna karşı çıkıyor. Olursa ‘milli göz’ olur diyor. CHP, ‘milli’ demiyor ama yerli bir göz öneriyor. Uluslararası üçüncü bir gözün müzakere sürecine dahil olmasına neden karşısınız?
Belirttiğiniz gibi yöntem konusunda üç model öneriyoruz. Birincisi, Mutabakat Komisyonu olmalıdır. Bu komisyon yasayla kurulmalı ve yasal güvence altında olmalıdır. Parlamentodaki siyasal partiler bu komisyonda temsil edilmeli, komisyona katılmak istemeyen partiler olursa katılmaları zorunlu kılınmamalıdır.
Buna bağlı olarak Ortak Akıl Heyeti kurulmalıdır. Bu heyette sorunun çözümüne katkı sunacak her siyasi partiden konunun ehli temsilciler ve kanaat önderleri yer almalıdırlar. Heyet, parlamento dışındaki Kürt, Türk, ölen şehit yakınları ve gazilerle, kısaca bu sürece katkı sağlayacak her kesimle görüşmelidir. Fonksiyonu parlamento komisyonunun yapamayacağı görüşmeleri yapmak olmalıdır.
‘Akil İnsanlar Heyeti’nin içinde Türkiye’nin en milliyetçi ve nefret söylemi kullanan insanları yer aldı.’
Üçüncü ayak ise otuz beş yılın travmasıyla yüzleşmeyi sağlayacak Gerçekleri Araştırma Komisyonu olmalıdır. Bu üç ayak eş zamanlı çalışmalı ve biri diğerinin alternatifi olmamalıdır.
Sorunuza gelirsem, uluslararası üçüncü bir gözün bu süreçte yer almasını doğru bulmuyoruz.
Neden doğru bulmuyorsunuz?
Çünkü hükümetin Türkiye’nin kendi dinamiklerini bu mesele konusunda tümüyle harekete geçirmediği kanaatindeyiz. Kendi parlamentosu içerisinde mutabakat aramayan hükümet anlayışı vardı ve bu anlayış gelip bir yerde tıkandı. Parlamento zemini uluslararası üçüncü tarafın katkısından çok daha derin katkılar sunabilir.
Uluslararası üçüncü gözün Kürt sorununu uluslararası zemine kaydırmasından mı çekiniyorsunuz? Kürt sorunu zaten uluslararası zeminde değil mi?
Kapalı kapılar ardında devam eden görüşmeler bir kısım Kürtlerin kafasında “bu kadar mücadeleden sonra Öcalan bizi satıyor mu?”, Türkiye’nin batısında ise “hükümet acaba neyi müzakere ediyor, Türkiye bölünecek mi?” algıları oluşturdu. İki toplum arasında makas daralacağına daha da açıldı.
Bu açıdan Kürt meselesini karmaşık hale getiren AKP hükümetidir. AKP, bizim önerdiğimiz her şeyi tahrip ederek ortaya koymaya çalışıyor. Örneğin 2012’de dönemin Başbakanı Erdoğan’la görüştüğümüzde Akil İnsanlar Heyeti’ni önermiştik. Bizim ortaya koyduğumuz öneriye sahiplendiler, ama algı operasyonu yaparak dejenere ettiler. Tarafsız, objektif kanaat önderlerini işin içine katmadılar.
Ortada Akil İnsanlar Heyeti diye bir şey kaldı mı? Heyetin içinde Türkiye’nin en milliyetçi ve nefret söylemi kullanan insanları yer aldı. Bu insanların yazdıklarına bir bakın! Bizim önerdiğimiz akil insanlar bunlar mıydı? Parlamentoda komisyon kurulsun partiler soruna müdahil olsun dedik. Süreci başlatmak amacıyla meclis kararıyla parlamentoda bir komisyon kuruldu ama sonuçta berbat bir rapor ortaya çıktı. Komisyonda bir HDP’li üye on AKP’li üye oldu, çözüme uygun adımlar atılmadı.
2014’de Kürt meselesini terör meselesine indirgeyen yasa parlamentoya sunulduğu zaman da alternatif önerilerimizi sunduk. Alternatif yasa önerimizin gerekçesinde, Ortak Akıl Heyeti’nin aynı zamanda bir izleme kurulu olarak çalışabileceğini, aydınların sürecin tarafsız, demokratik denetimini sağlayabileceğini o zaman ifade ettik.
Bu açıdan kendi dinamiklerimizi parlamento ve hukuk çerçevesinde harekete geçirmeden başka dinamikleri hayata geçirmeyi yanlış, Kürt siyasi hareketinin önerisini de bu bağlamda doğru bulmuyoruz. Ayrıca Türkiye’nin Kürt meselesi sadece Kürtlerden ibaret bir mesele değil, Türkiye’nin meselesidir.
AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımının kalıcı barışı sağlamayı değil, siyasi rant elde etmek için sorunu ‘tekelinde tutmayı’, ‘rehin almayı’ hedeflediğini, bunun için ne CHP’nin ne de herhangi bir başka toplumsal aktörün sürece katkı vermesini istemediğini belirtiyorsunuz. Peki, HDP’nin bu konuda tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca HDP’nin özellikle Kürt siyasal hareketinin diğer bileşenlerini sürece dahil etmek istemediği yönünde eleştiriler var.
Kısa bir hafıza yoklaması yaparsanız, 2012’den itibaren Kürt meselesinin çözümüne CHP’nin parlamento zemininde katkı sağlamak ve rol almak istemesine karşın, AKP’nin CHP’yi nasıl dışarıda tutarım çabasını görürsünüz.
Bizler Kürt meselesine siyasi çıkar meselesi olarak bakmadık. 6 Haziran 2012 tarihinde inisiyatif alıp Başbakan’a gittiğimizde 13 Temmuz 2011’de bozulan ateşkesin ardından 6 Haziran’a kadar yaklaşık bin insanımız hayatını yitirmişti. Erdoğan elinde idam ipiyle dolaşıyor, ağzından kan damlıyordu.
‘HDP, CHP’nin parlamento zemininde sürece katılımı için AKP’ye baskı yapmadı’
Ana muhalefet partisi olarak böylesi bir süreçte sorumluluk aldık. Hatta “kardeşim bırakın gitsinler, AKP bu işte batacak, niye AKP ile görüşüyorsunuz” mealinde parti içinden ve dışından çok da eleştiriler aldık. Kürt meselesine bir siyasi partinin çıkarı olarak bakmadığımız için Erdoğan ile görüştük. Fakat meselenin derinliğini ve çerçevesini anlamayan Erdoğan tarafından ret edildik.
HDP de, CHP’nin sürece dahil olması bakımından AKP’ye baskı yapabilirdi ama parlamento zemini içinde bu baskıyı yapmadı. Parlamento dışındaki Kürt siyasal bileşenlerinin sürece katılması geniş mutabakat açısından önemli, bu açıdan üç ayaklı yöntemi öneriyoruz.
‘CHP, Kürt sorununda çözüm karşıtlığından çözümcü parti konumuna geldi
Kürtlerin bu devlete ortak olmaları isteniyorsa, yapılması öngörülen yeni anayasanın Kürtleri tanımlayan değil, tanıyan ve ulusal demokratik haklarını teslim eden bir içeriğe sahip olması gerektiğini Kürt hareketleri belirtiyorlar. Olası yeni anayasanın Kürt sorununun çözümüne ilişkin çerçevesinin bunu karşılayacağını düşünüyor musunuz?
Çatışma sürecinde kutuplaşmanın bu kadar derinleştiği, her iki tarafın birbirinden ayrıldığı, koptuğu bir süreçte Kürt meselesini çözebilecek bir anayasanın yapılabileceğine inanmıyorum. Öyle bir mutabakatı sağlamak imkansıza yakın bir şeydir. Eş zamanlı büyük mutabakat gerektiren adımlar yerine, mümkün olandan başlanılarak öncelikli olarak çatışmanın durması ve silahsızlanma adımlarının atılması daha gerçekçi bir yaklaşımdır.
Mevcut anayasayla mı bu adımların atılabileceğini kast ediyorsunuz?
Evet, bu anayasayla da adımlar atıla bilinir. Örneğin seçim barajının düşürülmesi, partiler yasasının değişmesi, ifade özgürlüğünün sağlanması konusunda bizi engelleyen ne var? Bu değişiklikleri yeni bir anayasaya havale etmeye gerek yok. İki yıl önce çok berbat İç Güvenlik Yasası çıkarıldı. Şu anda mevcut yasaya göre tutuklamalar tekrardan başladı. Bu anti demokratik yasaları değiştirmek mümkünken ve AKP ile anayasa konusunda mutabakatın zor olduğu bilinen bir gerçekken, anti demokratik bir ortamda yaşamaya devam etmenin gereği var mı?
İlk etapta yapılması gereken yeni bir anayasa sürecini başlatacak yol temizliğini yapmaktır. Çatışmanın son bulduğu süreç daha demokratik bir anayasa yapmanın zeminine vesile olacaktır.
Eğer en sondan başlarsak, daha önceki başarısız anayasa değişikliği süreciyle tekrardan karşı karşıya geliriz. 2013’de anayasa değişikliği süreci başladığı zaman konuşmalarımda şunları söyledim: “Hasta tutuklular var, insanlar cezaevlerinde ölüyorlar. Ama bugüne kadar bu konuda bir yasa çıkmadı. Sonuçta bunun değişmesi için anayasanın değişmesine, yasa çıkmasına gerek yok, Adli Tıp Yasası’nın bir maddesini değiştirmek yeterli.” Mayınlı arazilerin temizlenmesi, Diyarbakır Cezaevi’nin müze olması, faili meçhuller konusunda zaman aşımının kaldırılması gibi atılabilecek adımları çoğaltmak mümkün.
Bu adımların atılması durumunda ortalama bir insanda parlamento bu işe el attı duygusu ve inancı güçlenecektir. İlk başta buna ihtiyacımız var. Anayasa en geniş mutabakatı sağlayacak nispi barış ortamında ancak yeniden yazılabilir.
Kürdistan’da alanı her geçen gün büyüyen çatışmalı bir ortam var. Eğer kalıcı, adil ve onurlu bir barış olacak ve akan kan duracaksa CHP olarak PKK ve diğer legal Kürt hareketleriyle niye görüşmüyorsunuz? Çatışma çözümleri tarihi sadece istihbarat birimlerinin illegal yapılarla görüşmediğini, siyasi profillerin de sürece katkı açısından görüşmeler gerçekleştirdiği örnekleriyle dolu. Bu tür bir girişimde bulunmayı düşünüyor musunuz?
Biz ana muhalefet partisiyiz ve çerçevesini çizdiğiniz zeminin parlamento olduğuna inanıyoruz. Parlamento bu zemini yaratmadan hiç bir adım atılamaz. Çatışma çözümlerinde istihbarat örgütlerinin rolü vardır ama bütün sorumluluğu istihbarata, güvenlik örgütlerine bırakamazsınız. Müzakerenin şeffaf, demokratik, evrensel değerlere dayalı bir platformda sürdürülmesi ve sürecin taraflarca rehin alınmaması gerekir. Bu açıdan önerdiğimiz Ortak Akıl Heyeti’nin sorumluluk alanlarından birinin de taraflarla bu tür görüşmeler yapmasıdır.
Bu aşamada CHP olarak söylediğiniz çerçevede böyle bir görüşme yapmamızın hiçbir yararı yoktur. Silahlı çatışmanın bu kadar çok derinleştiği bir ortamda muhatap partiler değil, parlamentodur. Bir ana muhalefet partisinin veya parlamentodaki bir partinin hiçbir hukuksal zemini ve çerçevesi olmadan görüşmeler yapmasını doğru bulmuyoruz.
Parlamentoda siyasi partiler bir araya gelir, buna uygun bir çerçeve ortaya koyar ve yasal güvencesi olan bir heyet, toplumun her kesimi ile görüştüğü gibi örgütle de görüşebilir. Ama bu yasal zemin ve çerçeve olmazsa, “gittik görüştük, örgüt bunları istiyor mu diyeceğiz?"
Örgüt zaten bütün medya araçlarını kullanma durumuna ve kendi görüşlerini açıklama imkanına sahip. Söylemediği, sır olarak sakladığı, kimsenin bilmediği bir görüşü yok.
‘CHP, 1995 ile 2010 arasında Kürt meselesine kulağını kapatmıştı’
Sorunuzla ilişkili Kürt meselesinin çözümüne ilişkin 2015’in baharında parlamentoya elli beş milletvekilinin imzasıyla sunduğumuz yasanın gerekçelerini “22 Soru, 22 Cevap CHP’nin Kürt Sorununa Bakışı ve Çözüm çerçevesi” broşüründe yanıtlamaya çalıştık. Sanırım düşüncelerimizi kamuoyuna yeterli düzeyde ulaştıramadığımız için tam olarak anlaşılmış değiliz.
AKP’nin, CHP ve MHP’ye neden Kürt illerinden oy alamıyorsunuz eleştirisi her seçimde gündeme geliyor. Bu eleştirinin altında örtülü toplumsal Kürt gerçekliğinin yattığını düşünüyorum. O da Kürt hareketinin milyonlarla ifade edilen ayrı siyasal bir güç olarak legal siyaset sahnesine girmesinden duyulan rahatsızlık. AKP, Kürdistan’da Kürtler ağırlıklı HDP ile yarışmak yerine CHP ve MHP ile yarışmak istiyor. Fakat toplumsal Kürt gerçekliği buna müsaade etmiyor. Bu konuda sizin yorumunuz nedir?
Bu konuda CHP içinde hem eleştiri hem özeleştiri çokça yapıldı. Artık bu eleştiriyi çok haklı bulmuyoruz. 1995 ile 2010 arasında CHP Kürt meselesine kulağını kapatmıştı. Sorunun çözümü çerçevesinde siyasal tercih olarak halkla kontak kuracak imkandan uzak kalmıştı.
2010’dan bu yana bu algıyı değiştirmeye çalışıyoruz. Bu zaman dilimi içinde CHP’ye oy veren seçmen muhafazakarlaşmadı. Kendisini temsil ettiğine inandığı başka bir sosyal demokrat partiyle ilişki kurdu. Seçmen davranışını belli bir noktadan sonra değiştirmek oldukça güçtür. Şu an yapmaya çalıştığımız CHP’ye yeni bir alan açarak bu algıyı değiştirmeye çalışmaktır.
Ortalama bir Kürt’ün kafasında CHP, dost, dayanışmacı ve Kürt sorununa katkı sunmaya çalışan bir parti konumuna geldi. Yani Kürtlerin karşısında duran bir parti konumundan, Kürtlerin taleplerine sahip çıkan, insan haklarını savunan bir parti olarak anılıyoruz. Son iki seçimde oylarımızı bütün Kürt illerinde arttırdık. Aldığımız yüzde iki oy, yüzde dört olmuşsa tabi ki AKP ve HDP karşısında anlamlı değil. Partimiz bölgede düşüş eğiliminden yükseliş eğilimine girdi ama anlamlı yükseliş trendine girdiğini tam olarak söyleyemeyiz.
‘Kendi geçmişimi ve sözlerimi tekzip edecek tek bir pozisyon içinde olmadım’
Çatışmalı ortam, yüzde on meselesi Kürt oylarının Kürt ağırlıklı partide yoğunlaşmasına yol açtı. Kürtler bakımından seçmen davranışının böyle olması zorlayıcı oldu. Çatışmanın sonlandığı, yüzde on barajının bir baskı merkezi olmadığı ortamda, seçmen davranışının daha objektif ve rasyonel olabileceği görüşündeyim.
Kürt hareketinin farklı siyasal yelpazesinden gelen siyasal kadrolar isminde “Kürdistan” ibaresi geçen parti ve sivil kurumlar kuruyorlar. İsminde ‘Kürdistan’ geçen parti ve sivil kurumlara karşı devletin açtığı davalar var. Bu davlarda kurum adındaki ‘Kürdistan’ ibaresinin ve programlarında Kürdistan’ın bağımsızlığına, Kürtlerin kendi geleceğine kendisinin karar vermesine vurgu yapan belirlemelerin kaldırılması isteniyor. Buna yaklaşımınız nedir?
Öteden beri şunu savunurum. Silaha, şiddete başvurmayan ve bunu yöntem olarak önermeyen siyasal görüşlerin ifade edilmesinde ve örgütlenmesinde hiçbir sakınca yoktur.
Bir kısım yurtsever Kürt siyasal kadroları bir dönem CHP, DP, AP ve AKP içinde yer aldılar. Kürt sorununa yaklaşımda bağlı oldukları partinin devletin geleneksel siyasetinden dolayı rahatsız olmaya başlayınca bu partilerden ya tasfiye edildiler ya da ayrıldılar. Örneğin CHP’den Şerafettin Elçi, AP’den Abdulmelik Fırat ve AKP’den Dengir Mir Mehmet Fırat’ı bunlara örnek verebiliriz. Sizin de böyle bir tavırla yüz yüze kalacağınız sorusu akla gelmiyor değil. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Dört yıldır CHP üyesiyim. Üç kez Olağanüstü Kongre’de çarşaf listeden seçildim. Üçüncü dönem de milletvekiliyim ve partinin Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdürüyorum. CHP’ye katıldığımdan bu yana pozisyonum değişmedi.
Belki zaman zaman eksik söylediğim şeyler olmuştur ama kendi geçmişimi ve sözlerimi tekzip edecek tek bir pozisyon içinde olmamışımdır. Evet, parti içerisinde sıkıntılı olduğum dönemler oldu. CHP’nin kendisini yenileyen bir tutum içerisinde olması bu sorunların aşılmasını sağladı.
Türkiye’nin Kürt meselesinde aldığı mesafe, çağdaş sosyal demokrat bir partinin alacağı yaklaşım çerçevesindedir. Bunda sadece benim değil birçok CHP kadrosunun katkısı olmuştur. Verdiğiniz örnekler açısından böyle bir olasılığın kendi açımdan yaşanacağını öngörmüyorum.
Diyarbakır Barosu Başkanı ve arkadaşınız Tahir Elçi katledildi. Elçi olayından bir hafta önce Diyarbakır’da HDP Eş Başkanı Demirtaş’ın zırhlı makam aracının arka camına sıkılan kurşunla Demirtaş’a başarısız suikast girişimi oldu. Bu konuda savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Siz herhangi bir tehdit aldınız mı? Veya devlet güvenlik birimleri size karşı bir suikast girişiminde bulunulacağına dair bilgilendirmede bulundular mı?
Avukatlık dönemimde, insan hakları aktivisti olarak geçmişten bugüne kadar tehditler aldım. Bu tehditler bazen açık bazen de örtülü oldular. Şahsıma tehditlerin olmadığını söyleyemem, halen de bu tür tehditler devam ediyor.
Demirtaş’a girişilen başarısız suikast girişimi ve arkadaşım Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin hunharca katledilmesi böyle düşünen bütün arkadaşlarımızın, aktörlerin hedefte ve tehdit altında olduğunu gösteriyor. Tahir Elçi’nin katledilmesindeki amaç, barış ve demokrasi çabası içerisinde olan insanları tehdit altında tutmaktır. Sonuçta korkunun ecele faydası yok.
@cetin_ceko
Etiketler