Çok yakın bir döneme, 1990’ların başına kadar Kürt hareketinin uluslararası toplumla doğrudan ilişkileri sınırlı ölçülerde idi. Soğuk savaşın statükocu ve emperyalist politikaları ile bloklar arası dengeler, Kürt hareketinin uluslararası toplumla ilişkilerinde önemli bariyerler oluşturdu.
Eğer Kürtler uluslararası toplumla ilişki kuracaklarsa İran’da konuşlanan Güney Kürdistan hareketi Tahran’dan, Irak’ta konuşlanan Doğu Kürdistan hareketi de Bağdat’tan icazet almak veya onların kanallarını kullanmak zorunda bırakılırdı. Kürt hareketlerinin her iki başkenti atlayarak uluslararası toplumla kurmaya çalıştıkları ilişkiler; bir şekilde Ankara, Bağdat, Tahran veya Şam’ın blokajına takılırdı. Bir vesileyle gerekçeler bulunur, Kürtler savuşturulurdu.
1961’den 1972’ye kadar Sovyetler Birliği, Güney Kürdistan hareketine düzenli maddi yardımda bulundu. Yardımın miktarı ilk dönemeler çeyrek milyon dolar iken, 1972’de bu miktar bir milyon dolara ulaştı. Sovyetler Birliği ile Irak arasında imzalanan dostluk anlaşması ardından Güney Kürdistan hareketi de bir şekilde ABD ile ilişki geliştirmek zorunda kaldı.
Sovyetler Birliği, Güney Kürdistan hareketinin ABD hariç diğer devletlerle münasebetine karşı değildi. ABD ilişkisine vakıf olan Sovyetler Birliği, 1972’de Güney Kürdistan hareketine yaptığı maddi yardıma tümüyle son verdi.
ABD ile ilk “ciddi” ilişki
ABD ile Güney Kürdistan hareketi arasında ilk “ciddi” ilişki, 1972 yılında dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’un Tahran’ı ziyareti esnasında İran Şah’ının aracılığıyla kuruldu. Şah’ın kontrolünde yapılacak ABD yardımı, Irak Kürt hareketi üzerinde İran’ın kontrolünü ve nüfuzunu arttıracaktı. Daha sonra görüşmeler yapmak için ABD’ye giden Kürt heyeti, dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in yurt dışı gezisinde olmasından dolayı, Kissinger adına CIA Şefi Richard Hilmes ile görüştüler.
ABD’li yetkililer, ilişkinin İran Şahı’nın isteği üzerine kurulduğunu ve söz konusu münasebetin gizli kalması koşuluyla yardım yapabilecekleri sözünü verdiler. Güney Kürdistanlı temsilciler de bu şartı kabul ettiler ve ABD’nin Tahran elçiliği pratik ilişkilerde aracılık rolünü üstlendi.
ABD, söz verdiği üzere bir kereye mahsus toplam 16 milyon dolar yardımı Güney Kürdistan hareketine yaptı. Bu nasıl bir “yardım” ise, 16 milyon dolardan 6 milyonu nakit, geri kalan 10 milyon dolar da, verilen silahlara karşılık kesildi.
ABD mevzuatına göre dış yardımlar, Kongre’nin bilgisi dahilinde ve bu konuda sunulan önergenin oylanıp kabul edilmesiyle yapılır. O dönem uluslararası nizam içinde Kürtlerin statüleri göz önüne alındığında söz konusu prosedür işletilmemiş, yardım Kongre’nin bilgisi dışında, gizli ödenekten yapılmıştır.
Dönemin Güney Kürdistan hareketi yöneticileri de kendi ifadeleriyle ABD’de sistemin nasıl işlediğini bilmediklerinden, bu yöntem ve ilişkiye bir itirazları olmamıştır. Zaten bilgileri olsalardı bile, pozisyonları itibariyle itiraz etme şartları da mümkün gözükmemektedir. Çünkü ilişki şeffaf ve doğrudan bir ilişki değildi. İran Şahı’nın aracılığında ve gizli bir ilişki biçiminde yürütülüyordu.
Dışarıdan görüldüğünün tersine çok yakın bir zamana kadar ABD, Güney Kürdistan hareketine ve Kürtlerin bir bütün olarak ulusal demokratik taleplerine Sovyetler Birliği gibi temkinli yanaşmıştır. ABD, Kürt sorununun mevcut devletlerin iç sorunu olduğu, Kürtlerin merkezi yönetimlerle anlaşarak ve statükolarını iyileştirerek yollarına devam etmeleri telkininde bulunmuştur.
Yapılan ABD yardımının üzerinden üç yıl geçmeden İran ve Irak’ın Cezayir’de 1975’de imzaladıkları anlaşma sonucu, Güney Kürdistan hareketi tarihinin en ağır yenilgisini aldı. Mesud Barzani 75 yenilgisini değerlendirirken; anlaşmanın mimarı olan ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’i Kongre’ye bilgi vermemek, İsrail’i de anlaşmayı bildikleri halde olup bitenlerden kendilerini haberdar etmeyerek, Kürtleri sırtlarından hançerlemekle itham etmiştir.[1]
Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin 1993 ABD ziyaretleri vesileyle dönemin eski Amerika Dışişleri Bakanı Henry Kissinger her ikisiyle görüşmek istemiştir. Barzani, “düşmanımla görüşecek bir şeyim yok” diyerek, Kissinger’in görüşme talebini geri çevirmiş ve görüşmeye sadece Celal Talabani katılmıştır.
75 yenilgisinin ardından Güney Kürdistanlı güçlerin uluslararası toplumla ilişkileri bu zayıf minvalde gidip gelirken, Saddam Hüseyin 1990’da Kuveyt’i işgal etti. Güney Kürdistan hareketinin makûs talihi de bu işgal ile değişerek Kürdistan, Irak içinde federal bir statüye kavuştu.
Şu an Güney Kürdistan'da ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Almanya ve Fransa başta olmak üzere 40'ın üzerinde devletin başkonsoloslukları ile Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumların temsilcilikleri bulunmakta. Aynı şekilde Güney Kürdistan hükümetinin de bu devletler ve uluslararası kurumlarda temsilcilikleri mevcut. Kürtlerin uluslararası toplumla ilişki kurmaları için artık Bağdat, Tahran, Ankara ve Şam'a gitmelerine veya onların ilişkilerini kullanmalarına ihtiyaçları yok.
Fırsatlar ve riskler
2014’de IŞİD’in Güney ile Rojava Kürdistanı’na saldırıları ve işgaline peşmerge ile gerilla güçlerinin cesurca karşı koyuşları, uluslararası toplumun Kürtlere sempati, ilgi ve desteğini arttırdı. Güney Kürdistan hükümeti IŞİD’e karşı mücadelede Bağdat’ı bay pass etmeye çalışarak, askeri ve maddi yardımların uluslararası toplum tarafından doğrudan kendilerine yapılması için yoğun bir diplomasi yürüttü. Bunun sonucu olarak ABD Kongresi, 2015’de Erbil’e doğrudan silah yardımı kararını onayladı. Bunu diğer Batılı devletler de izledi.
Geçtiğimiz günlerde de, ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele ve Rakka operasyonu çerçevesinde YPG / SDG’ye arada aracı bir devlet veya güç olmadan ağır silah yardımı yapılması kararını imzaladı. Bu karar özellikle Türkiye’de soğuk duş etkisi yaptı.
Görülen şu ki uluslararası toplum, Kürdistan sorununa yaklaşımda Türkiye, İran ve Suriye’nin statüsüz Kürtler ve Kürdistan yaklaşımlarını artık sırtlarında bir kambur olarak taşımak istemiyorlar. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen, uluslararası toplumun maddi ve askeri desteklerine benzer cesur tavırlarının, Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesinde opsiyonları nedir?
Kürt hareketleri açısından ise iki soru önem arz etmektedir. Birinci soru; Güney ve Rojava Kürdistanı’na askeri ve ekonomik açıdan verilen desteklerin, neler yapılırsa Güney’in bağımsızlığına, Rojava’nın da Suriye içinde federal bir statüye kavuşmasına katkı sağlanabilir?
İkinci soru ise, Kürtler, bu tarihi fırsatı kendi iç hesaplaşmalarına heba etmeden, nasıl ortak bir siyaset geliştirirlerse stratejik hedeflerine ulaşabilirler?
Maalesef ikinci soru Kürt cephesinin yumuşak karnı ve ciddi bir problem olarak orta yerde durmaktadır.
@cetin_ceko
ABD’li yetkililer, ilişkinin İran Şahı’nın isteği üzerine kurulduğunu ve söz konusu münasebetin gizli kalması koşuluyla yardım yapabilecekleri sözünü verdiler. Güney Kürdistanlı temsilciler de bu şartı kabul ettiler ve ABD’nin Tahran elçiliği pratik ilişkilerde aracılık rolünü üstlendi.
ABD, söz verdiği üzere bir kereye mahsus toplam 16 milyon dolar yardımı Güney Kürdistan hareketine yaptı. Bu nasıl bir “yardım” ise, 16 milyon dolardan 6 milyonu nakit, geri kalan 10 milyon dolar da, verilen silahlara karşılık kesildi.
ABD mevzuatına göre dış yardımlar, Kongre’nin bilgisi dahilinde ve bu konuda sunulan önergenin oylanıp kabul edilmesiyle yapılır. O dönem uluslararası nizam içinde Kürtlerin statüleri göz önüne alındığında söz konusu prosedür işletilmemiş, yardım Kongre’nin bilgisi dışında, gizli ödenekten yapılmıştır.
Dönemin Güney Kürdistan hareketi yöneticileri de kendi ifadeleriyle ABD’de sistemin nasıl işlediğini bilmediklerinden, bu yöntem ve ilişkiye bir itirazları olmamıştır. Zaten bilgileri olsalardı bile, pozisyonları itibariyle itiraz etme şartları da mümkün gözükmemektedir. Çünkü ilişki şeffaf ve doğrudan bir ilişki değildi. İran Şahı’nın aracılığında ve gizli bir ilişki biçiminde yürütülüyordu.
Dışarıdan görüldüğünün tersine çok yakın bir zamana kadar ABD, Güney Kürdistan hareketine ve Kürtlerin bir bütün olarak ulusal demokratik taleplerine Sovyetler Birliği gibi temkinli yanaşmıştır. ABD, Kürt sorununun mevcut devletlerin iç sorunu olduğu, Kürtlerin merkezi yönetimlerle anlaşarak ve statükolarını iyileştirerek yollarına devam etmeleri telkininde bulunmuştur.
Yapılan ABD yardımının üzerinden üç yıl geçmeden İran ve Irak’ın Cezayir’de 1975’de imzaladıkları anlaşma sonucu, Güney Kürdistan hareketi tarihinin en ağır yenilgisini aldı. Mesud Barzani 75 yenilgisini değerlendirirken; anlaşmanın mimarı olan ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’i Kongre’ye bilgi vermemek, İsrail’i de anlaşmayı bildikleri halde olup bitenlerden kendilerini haberdar etmeyerek, Kürtleri sırtlarından hançerlemekle itham etmiştir.[1]
Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin 1993 ABD ziyaretleri vesileyle dönemin eski Amerika Dışişleri Bakanı Henry Kissinger her ikisiyle görüşmek istemiştir. Barzani, “düşmanımla görüşecek bir şeyim yok” diyerek, Kissinger’in görüşme talebini geri çevirmiş ve görüşmeye sadece Celal Talabani katılmıştır.
75 yenilgisinin ardından Güney Kürdistanlı güçlerin uluslararası toplumla ilişkileri bu zayıf minvalde gidip gelirken, Saddam Hüseyin 1990’da Kuveyt’i işgal etti. Güney Kürdistan hareketinin makûs talihi de bu işgal ile değişerek Kürdistan, Irak içinde federal bir statüye kavuştu.
Şu an Güney Kürdistan'da ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Almanya ve Fransa başta olmak üzere 40'ın üzerinde devletin başkonsoloslukları ile Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumların temsilcilikleri bulunmakta. Aynı şekilde Güney Kürdistan hükümetinin de bu devletler ve uluslararası kurumlarda temsilcilikleri mevcut. Kürtlerin uluslararası toplumla ilişki kurmaları için artık Bağdat, Tahran, Ankara ve Şam'a gitmelerine veya onların ilişkilerini kullanmalarına ihtiyaçları yok.
Fırsatlar ve riskler
2014’de IŞİD’in Güney ile Rojava Kürdistanı’na saldırıları ve işgaline peşmerge ile gerilla güçlerinin cesurca karşı koyuşları, uluslararası toplumun Kürtlere sempati, ilgi ve desteğini arttırdı. Güney Kürdistan hükümeti IŞİD’e karşı mücadelede Bağdat’ı bay pass etmeye çalışarak, askeri ve maddi yardımların uluslararası toplum tarafından doğrudan kendilerine yapılması için yoğun bir diplomasi yürüttü. Bunun sonucu olarak ABD Kongresi, 2015’de Erbil’e doğrudan silah yardımı kararını onayladı. Bunu diğer Batılı devletler de izledi.
Geçtiğimiz günlerde de, ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele ve Rakka operasyonu çerçevesinde YPG / SDG’ye arada aracı bir devlet veya güç olmadan ağır silah yardımı yapılması kararını imzaladı. Bu karar özellikle Türkiye’de soğuk duş etkisi yaptı.
Görülen şu ki uluslararası toplum, Kürdistan sorununa yaklaşımda Türkiye, İran ve Suriye’nin statüsüz Kürtler ve Kürdistan yaklaşımlarını artık sırtlarında bir kambur olarak taşımak istemiyorlar. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen, uluslararası toplumun maddi ve askeri desteklerine benzer cesur tavırlarının, Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesinde opsiyonları nedir?
Kürt hareketleri açısından ise iki soru önem arz etmektedir. Birinci soru; Güney ve Rojava Kürdistanı’na askeri ve ekonomik açıdan verilen desteklerin, neler yapılırsa Güney’in bağımsızlığına, Rojava’nın da Suriye içinde federal bir statüye kavuşmasına katkı sağlanabilir?
İkinci soru ise, Kürtler, bu tarihi fırsatı kendi iç hesaplaşmalarına heba etmeden, nasıl ortak bir siyaset geliştirirlerse stratejik hedeflerine ulaşabilirler?
Maalesef ikinci soru Kürt cephesinin yumuşak karnı ve ciddi bir problem olarak orta yerde durmaktadır.
@cetin_ceko
____________
[1] Geniş bilgi için bkz. Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Cilt 2, Doz Yayınları, sayfa 365-373