Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) arasında süregelen ihtilafa, 17 Haziran’da önemli bir 'nokta' kondu.
PYD’nin de içinde olduğu Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK), ENKS ve ABD'nin Uluslararası Koalisyon Temsilcisi William Roebuck ile birlikte Hasekê’de düzenledikleri basın toplantısında, taraflar birlik için ön mutabakata vardıklarını açıkladılar. Anlaşma, Kürdistanlılar ve uluslararası toplum tarafından olumlu karşılandı.
9 yıllık Suriye iç savaşının farklı aşamalarında Güney Kürdistanlı liderler, özellikle Mesud Barzani başta olmak üzere ABD, Fransa ve İngiltere hükümetleri, PYD ile ENKS arasında arabuluculuk girişiminde bulundu. Tarafların arabuluculuk çabaları maalesef başarısızlıkla sonuçlandı.
Suriye iç savaşı ve IŞİD saldırıları boyunca Rojava Kürtleri ağır bedeller ödediler. Omurgasını Kürt silahlı gücü YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), IŞİD’e karşı savaşta 11 bin savaşçısını kaybetti ve 22 bin yaralı verdi. Ayni şekilde Roj Peşmergeleri Güney Kürdistanlı kardeşleriyle birlikte binlerce şehit ve yaralı verdiler.
PYD ve ENKS, Türkiye'nin Rojava Kürdistanı işgalini düşük bir ihtimal olarak öngördüler. Olası bir Türk işgalinde uluslararası toplumun ve bölge devletlerinin buna müsaade etmeyecekleri ve karşı çıkacakları hesabını yaptılar.
Türkiye ve onun desteklediği cihatçı İslami milisler 2018 ve 2019'da Rusya ve ABD’nin yeşil ışık yakmasıyla Rojava Kürdistanı’nın Afrin, Serêkaniyê ve Gire Spi bölgelerini işgal etti. Yerel halkın bir kısmı söz konusu bölgeleri terk ederek, mülteci konumuna düştüler. Kalanlar ise ağır baskılar altında yaşıyor.
SDG, Suriye siyasi sınırları içinde petrol yatakları ve zengin tahıl alanlarının önemli bir bölümünü ABD ordusunun desteğiyle kontrol ediyor. Suriye sorununun siyasi 'çözüm' platformları olarak değerlendirilen Cenevre, Astana ve Soçi süreçlerinde belirleyici yerel aktörlerden biri olan Kürt Özerk Yönetimi’nin temsili ise, Türkiye tarafından engellenmiş durumda.
Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren ve hala aktüel olan Kürtlerin dört temel hedefleri vardı. Birincisi; Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerde, özerklik veya federasyon istemlerinde ortak hareket etmeleri. İkincisi; iç savaşın Kürdistan bölgesine sıçramasının önlenmesi. Üçüncüsü; Kürtlerin silahlı savunma kapasitelerinin artırılması. Dördüncüsü; Suriye sorununun siyasi çözümüne ilişkin uluslararası platformlarda Kürtlerin güçlü diplomatik temsillerinin sağlanması.
Bu dört temel yaklaşım çerçevesinde PYD ve ENKS heyetleri, Mesud Barzani’nin davetiyle 11 Haziran 2012'de Erbil’de bir araya geldiler. Barzani’yi temsilen toplantıya Kürdistan Bölgesi Yönetim Başkanlık Ofisi dönemin Halkla İlişkiler Dairesi Başkanı Dr. Hamid Derbendi başkanlık etti.
Taraflar yedi temel maddeyi hayata geçirmek için mutabakata vardılar. Bu maddelerin içeriği; çoğulcu demokratik yeni Suriye’de birçok etnik kimlikle birlikte Kürtlerin ulusal kimlikleri ve demokratik haklarının anayasada garanti altına alınması. Özerk bölgelerde idari işlerin yürütülmesi için karar ve yürütme mekanizmalarının kurulması. Örgütlerin birbirlerine karşı kara propaganda faaliyetlerine son vermeleri. Silahlı güçlerin birleştirilmesi ve siyasi güçler arasında ihtilafları çözmek için komisyonlar kurulmasını kapsıyordu.
Kürtlerin birliği rahatsız ediyor!
Anlaşma bölge devletlerinde özellikle Türkiye ve İran’da aşırı rahatsızlık yarattı. Ankara ve Tahran gecikmeden mutabakatın altını oymaya başladılar. Türkiye, şu veya bu şekilde her zaman Kürtlerin birlikteliğinden aşırı rahatsızlık duydu.
Ankara, ENKS içindeki siyasi güçlerin bile Suriye Ulusal Konseyi’ne (SUK) katılımını cephesel değil, tek tek örgütler düzeyinde tutmaya çalıştı. Erdoğan'a göre SUK varken ENKS’ye gerek yoktu.
Elindeki Kürt kartını riske etmemek için Ankara, Türkiye'nin kendi Suriye siyaseti açısından ENKS’nin cephe düzeyinde SUK’a katılımına engel olma hususunda fazla ısrarcı olamadı. Ayrıca henüz kamuoyuna yansımayan PKK ile Türkiye’nin görüşme turları başlamış, Güney Kürdistan ile ilişkiler de olumlu düzeyde seyir ediyordu.
İran, her zamanki gibi Kürt meselesindeki tavrını sinsi şekilde sessiz ve derinden sürdürdü. Erbil mutabakatına da bu çerçevede yaklaştı. Türkiye, PYD ile ENKS arasındaki Erbil Anlaşması’na beklendiği üzere aşırı tepki gösterdi. Ankara, Anlaşma’nın müsebbibi olarak Güney Kürdistanı ve direk Mesud Barzani’yi hedef aldı. Erdoğan: “Kuzey Suriye’de bir terör örgütünün kutuplaşmasına ve bunun ülkemiz için bir tehdit unsuru olmasına müsaade etmemiz söz konusu olamaz… Gerek silahlı kuvvetlerimiz gerek diğer ilgili birimlerimiz çalışmalarını sürdürüyor. Dışişleri Bakanım verdiğim talimatla Kuzey Irak’a gidip kararlılığımızı iletecektir. Ondan sonra sorumluluğun bizden çıktığını bilmelerini istiyoruz” (1) açıklamasını yaptı.
Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Ağustos 2012’de Erbil'de Mesud Barzani ile üç buçuk saat süren bir görüşme gerçekleştirdi. Davutoğlu, Türkiye’nin PYD ve YPG hakkında bilinen tezlerini tekrarladı. Davutoğlu Ankara’ya döndüğünde şu önemli belirlemede bulundu: “Gelişmeden Barzani sorumlu. Çünkü en başında Suriyeli Kürtlere imzalattığı Erbil Anlaşması’yla özerkliğin temeli atıldı.” (2)
Türkiye ve Güney Kürdistan cephesinde bu gelişmeler olurken, PYD ve ENKS imzalanan mutabakatın mürekkebi kurumadan birbirlerini suçlayarak anlaşmayı boşa düşürdüler. PYD, ENKS’yi Türkiye’nin nüfuzunda olmakla, ENKS de PYD’yi İran ve Kandil’in nüfuzunda olmakla itham etti. Tarafların birbirlerine ithamlarında gerçeklik payı olmakla beraber, PYD ve ENKS hem iğneyi hem de çuvaldızı başkalarına batırmayı tercih ettiler.
Oysa mücadelede basit bir kural vardır; attığınız adımlar düşmanınızı ürkütüp, rahatsız ediyorsa, demek ki doğru yoldasınız. Rojavalı Kürt siyaset yapıcılar, bu basit kuralın tersini uyguladılar. Rotayı düşmanlarının istedikleri yöne çevirdiler. Birlikte değil, ayrı ayrı durmaya ve birbirlerini suçlamaya devam ettiler.
SUK’un 27 Mart 2012’de İstanbul’da düzenlediği toplantıda kabul ettiği ‘Milli Misak Belgesi’ ile Kürtlere ayrı statü tanınması talepleri reddedilmişti. Erbil Anlaşması ardından 3-4 Temmuz 2012’de Kahire’de düzenlenen toplantı da Kürtler açısından olumlu geçmedi.
Batı Kürdistan Halk Meclisi ve ENKS heyetlerinin Kahire’de katıldıkları toplantıda Kürtler, ulusal demokratik haklarının teslimi konusunda SUK’tan yazılı garanti istediler. Kürtlerin SUK’tan talepleri şunlardı:
-Suriye Arap Cumhuriyeti ismindeki ‘Arap’ ifadesinin çıkarılması.
-Kürtlerin bir ulus olarak tanınması.
-Suriye’nin ademi merkeziyetçi bir devlet olması.
-Kendi geleceklerinin tayin hakkının tanınması.
Taleplerin tümü reddedilmekle kalmadı, toplantı kavgayla son buldu. (3)
Kahire toplantısı ardından Batı Kürdistan Halk Meclisi ve ENKS bir kez daha Mesud Barzani’nin davetiyle 9-12 Temmuz 2012’de Erbil’de bir araya geldiler. Toplantıya bu kez Mesud Barzani adına, Fuad Hüseyin başkanlık etti. Toplantının hedefi 11 Haziran Erbil mutabakatının hayata geçirilmesi ve Kürt gurupları arasındaki gerilime son verilmesiydi. Aralarında Leyla Zana gibi Kuzey Kürdistanlı birçok siyasetçi de birlikteliğin oluşması için Erbil sürecine dışarıdan destek verdi.
Söz konusu toplantı, tarihe ikinci Erbil mutabakatı olarak geçti. Sonucu ise birinci Erbil mutabakatının kaderi oldu.
İki yıl aradan sonra 2014’de bu kez benzer çerçevede PYD’nin de içinde olduğu Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) ile ENKS, Duhok Anlaşması’nı imzaladılar. Maalesef bu anlaşma da benzer nedenlerle akamete uğradı.
Mutabakat uygulama aşamasında çöker mi?
17 Haziran’da PYNK ve ENKS ile ABD'nin Uluslararası Koalisyon Danışmanı William Roebuck'ın Hasekê’de birlikte açıkladıkları ön mutabakatta, 2014 Duhok Anlaşması’na atıfta bulunuluyor. 2014 Duhok Anlaşması’nın özü, birinci ve ikinci Erbil anlaşmalarının toplamını oluşturmasıdır.
Haseke mutabakatının en önemli özelliği üçüncü arabulucu kesimin Kürt olmayışıdır. Güney Kürdistanlı liderler son anlaşmada sahnede değil, perde gerisinde kaldılar. Anlaşmaya ABD başta olmak üzere, uluslararası toplum garantör oldu.
Geçtiğimiz Ocak ayının 16'sında Kamışlı’da düzenlenen bir mitingde göstericiler, PYD ve ENKS'nin aralarındaki düşmanlığa son vermelerini ve birlikte hareket etmelerini talep ettiler. Gösteriyi izleyen basın ve aktivistler, atılan sloganları yorumlarken, "Kürtler elde ettikleri kazanımlarını kaybetmeye başlayınca uykularından uyandılar ve bölünmüş olduklarını keşfettiler" yorumunda bulundular. (4)
Bu yorumun geçerliliği yalnızca Rojava Kürtleri için değil, tüm parçalardaki Kürtler için de mevzubahistir. 2011’den bu yana Rojava Kürtleri birlikte hareket etmek için dördüncü kez mutabakata varıyorlar. Birçok siyasi çevre sadece Rojava değil, Güney’in de geçmişteki olumsuz birlik deneyimlerinden dolayı, mutabakata ihtiyatlı iyimserlik ile yanaşıyor. Bu açıdan anlaşmaya varmak kadar, anlaşmayı hayata geçirmek, dış ve iç bozguncu saldırılardan korumak, taraflar arasında uyumluluk ve senkronize önem taşıyor. Geçmişteki üç anlaşma da bunların hayata geçmemesi sonucu başarıya ulaşamadı.
Anlaşmanın olası sonuç ve etkileri
Hasekê mutabakatı ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “YPG-PKK ile birlikte olan bizim için YPG PKK’den farkı yoktur ve meşru bir hedeftir” açıklamasında bulundu. Türkiye’nin son haftalarda Güney Kürdistan’ın Şengal, Mahmur ve Kandil’e yönelik başlattığı “Pençe Kartal” ve “Pençe Kaplan” adlarını verdiği hava ve kara harekatlarını bir yanıyla da Rojava’daki Kürt mutabakatına verilen bir cevap olarak değerlendirmek gerekiyor.
Öte yandan Türkiye ve İran Dışişleri Bakanları’nın harekât öncesinde görüşmeleri oldu. Ardından Ankara ve Tahran, Kuzey, Doğu ve Güney Kürdistan’da eş zamanlı operasyon başlattılar. Ayrıca Türkiye, silahlı insansız hava araçları ile Kobani’ye saldırdı. Güney Kürdistan Hükümeti Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Babekir Feqê, Türkiye’nin 20 ile 40 km. İran’ın da 10 km. Kürdistanlı silahlı muhalif güçleri gerekçe göstererek Güney Kürdistan sınırlarından içeri girdiklerini açıkladı. Bunun gerek ikili, gerek uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu belirtti. Tüm bu gelişmeler, Türkiye ve İran’ın operasyonlarının bir tesadüf değil, tersine eşgüdümlü ve ABD garantörlüğünde Kürtlerin Rojava’daki birlik görüşmelerinden bağımsız olmadığı değerlendirmesini öne çıkardı.
Bilindiği gibi Türkiye’nin uluslararası arenada ısrarla PYD/YPG’yi (doğal olarak SDG’yi de) terör örgütleri olarak tescilleme gayreti tüm tehdit ve şantajlarına rağmen bugüne kadar başarılı olamadı. Ancak Türkiye Suriye konulu Cenevre, Soçi, Astana gibi tüm devletlerarası müzakerelerde SDG’nin temsili katılımını engellemeyi başardı. Rojava’daki birlik sürecinin Ankara-Tahran ve Şam’ı en fazla tedirgin eden boyutu BM’nin liderliğinde Cenevre’de devam eden Suriye iç savaşına siyasi çözüm toplantılarında, Kürtlerin birlik içinde ve güçlü bir şekilde temsil edilme olasılığıdır.
Türkiye, YPG/PYD’yi ardından SDG’yi, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, birçok devlet tarafından “terör” örgütü olarak kabul edilen PKK ile özdeşleştirme siyaseti güttü. Türkiye, şimdi de agresif bir şekilde PYD ile birlik yapan tüm Kürt örgütlerini “terörist” olarak yaftalayacağını ve hedef alacağını ilan etti.
Ankara, bu tutumunu tüm uluslararası platformlar ve müzakerelerde öne çıkarıyor. NATO, PYD/YPG’yi terör örgütü diye tanımadığı için NATO’nun Doğu Avrupa Savunma Planı’na Türkiye uzun bir süre blokaj uyguladı. Fakat sonunda geri adım atmak veya attırılmak zorunda kaldı. Elindeki negatif Kürt kozu geri tepti.
Şimdi merak edilen en önemli sorulardan biri şu: Türkiye’nin nüfuzu altında bulunan Suriye muhalefetinde ENKS’nin pozisyonu ne olacak? ENKS ihraç mı edilecek, yoksa kendisi mi söz konusu muhalefetten ayrılacak? Türkiye’nin Afrin, Serêkaniyê ve Gire Spi işgalleri ardından ENKS ile Türkiye arasında gözle görülür bir gerginlik vardı. ENKS’nin Suriye Muhalefeti Diyalog Komitesi Temsilcisi Hewas Egid, geçen yıl Türkiye’den sınır dışı edildi.
ENKS’nin Türkiye’nin nüfuzu altındaki Suriye muhalefetinden ayrılması veya ihraç edilmesi, Ankara’nın elindeki Kürt kartının yitirilmesi anlamına gelir. Öte yandan Türkiye, ENKS ile ilişkisini örnek göstererek, “Benim Kürtlerle bir problemim yok, terör örgütleriyle problemim var” argümanı da boşluğa düşecektir. Yine Kürtlerin Cenevre, Astana ve Soçi süreçlerindeki temsillerinin formatı nasıl olacak, sorusunun da cevaplanması gerekiyor. Tüm bu soruların cevaplarını yakın zaman içinde birlikte göreceğiz.
ABD’nin Suriye’de izlediği askeri ve siyasi güven vermeyen uygulamaları Trump’ın kendi partisi içinde de sarsıntıya neden olmuştu. Savunma Bakanı James Mattis ve Güvenlik Danışmanı John Bolton bu yüzden istifa etmişlerdi. Aynı zamanda diplomat olan ABD’nin Uluslararası Koalisyon Temsilcisi William Roebuck ve ekibi, son aylarda Rojava Kürdistanı’nı sıklıkla ziyaret ettiler ve bölgede uzun kaldılar. Siyasi ve askeri gözlemciler bu uzun ve sık ziyaretleri, ABD’nin mutabakata verdiği önemin ifadesi diye açıklıyorlar.
Hasekê mutabakatında arabuluculuk görevi yapan ABD’nin Uluslararası Koalisyon Temsilcisi William Roebuck’un rolü ve kendisi üzerinde durmakta yarar var. Ortadoğu konusunda deneyimli diplomatlardan biri olan Roebuck, 2015-17 yılları arasında ABD’nin Bahreyn Büyükelçisi idi. Daha sonra IŞİD ile savaşı koordine etmek için kurulan Uluslararası Koalisyon Özel Temsilciliği görevine Brett McGurk’un ardından getirildi.
Roebuck, ABD’nin Ortadoğu ve Kürdistan siyasetinde Kürt dostu olarak bilinen Brett McGurk çizgisinde benzer bir profil olarak tanımlanabilir. Roebuck, Trump ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'i 2019’da Türkiye'nin askeri saldırıları ile Serêkaniyê ve Gire Spi bölgelerini işgalini önlemede fazla çaba göstermedikleri için eleştirdi.
William Roebuck, Nisan ayından bu yana PYD ile ENKS arasında Hasekê bölgesindeki ABD askeri üssünde mutabakat görüşmelerini başlattı. Yukarıda da belirtildiği gibi görüşmeler sıklıkla ve uzun süreli oldu. Roebuck, Suriye iç savaşının siyasi çözümü açısından nüfusun yaklaşık yüzde 10-15’ini oluşturan ve SDG içinde yer alan diğer dini ve etnik gruplarla birlikte ülke sınırlarının yaklaşık yüzde 25’ni kontrol eden Kürt güçlerinin, BM’nin 2254 sayılı kararı gereğince, Cenevre’de gerçek temsillerinin sağlanmasını en önemli öncelik görüyor. Kamuoyu ile resmi bir deklarasyon paylaşılmasa da mutabakat ile federal bir Suriye’de Kürt bölgesinin tanınması ve haklarının anayasal güvence altına alınması konusunda, ABD’nin Kürtlere destek vaadinde bulunduğu belirtiliyor. (5)
Tabii ki, Trump’ın Ortadoğu ve Suriye siyaset pratiği göz önüne alındığında, yukarıda vaat edilen desteğin tersi bir durum ihtimal dışı değildir. Fakat burada önemli olan, ABD’nin sahada bulunan siyasi ve askeri kadroları ile Pentagon, Dışişleri, Temsilciler Meclisi ve Kongre’de Kürtlerin statü elde etme ve kazanımlarını koruma yanlısı çevrelerin çoğunlukta olmalarıdır. Bunun en önemli nedeni, Ortadoğu siyaseti ve İsrail’in güvenliği açısından Irak ve Suriye’de ABD’nin kendini riske etmeden maliyeti düşük ve güvenebileceği aktörlerden birinin de Kürtler ve onların meşru talepleridir.
Öte yandan PYNK ile ENKS arasındaki mutabakatın açıklandığı gün ABD, Esad rejimine yönelik Sezar Yasası’nı yürürlüğe soktu. Sezar Yasası, Esad ailesi ve Şam rejimi ile ticaret yapan şirket ve şahıslara yaptırımı öngörüyor. Yasa, Suriye’nin yeniden imarında Şam’ı devre dışı bırakma yolunu hedefliyor. Rojava Kürdistanı ise bu yasadan muaf. Bu gelişme son dönemde ABD'nin Suriye siyasetinde Kürtler lehine attığı ikinci olumlu adım niteliğinde.
Washington, Kürtlerle olan münasebetinde Ankara ve Bağdat'ın bu konuda kendilerine fazla müdahaleci olmamalarına çalışıyor. Kürtler de ABD ve uluslararası toplumla ilişkilerde doğrudan temas kurma siyaseti uyguluyorlar. Geçtiğimiz Eylül ayında Suriye Çalışma Grubu’nun ABD Kongresine sunduğu raporda, Ankara’nın tekrardan PKK ile masaya oturması için tarafları cesaretlendirici adımlara teşvik edilmesi önerildi. Bu yüzden birçok gelişme ve neden ABD garantörlüğünde Rojava Kürdistanı’nda imzalanan mutabakata yüklenecek anlamı çoğaltıyor. (6)
PYNK ile ENKS arasında mutabakatın hayata geçmesinde SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin rolüne vurgu yapmak gerekir. Kobani, geçtiğimiz Mayıs ayında sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Biz birlikte başarıp tarih yazacağız” açıklamasında bulunmuştu. Şimdi hep birlikte göreceğiz, Kürtlerin ve Kürdistan’ın makus talihini değiştirmek için bu defa Rojava Kürtleri birlikte başarıp, birlikte tarih yazabilecekler mi?
(Bu makale, Le Monde Diplomatique Kurdî için kaleme alınmış olup, Temmuz 2020, 53. sayıda Kürtçe olarak yayınlanmıştır. https://diplo-kurdi.com/ku/node/1966)
Kaynaklar:
(1) “Erdoğan müsaade etmeyiz”, Cumhuriyet, 26.07.2012
(2) Fehim Taştekin, Rojava Kürtlerin zamanı, İletişim Yay. S.145-157
(3) a.g.e
(4) https://syriadirect.org/news/the-rivaling-philosophies-of-barzani-and-ocalan-weigh-over-syrias-kurds-timeline/
(5) https://tonyseed.wordpress.com/2020/05/14/profile-william-roebuck-ambassador-of-destruction/amp/
(6) https://www.usip.org/syria-study-group-final-report
Twitter: @cetin_ceko
Rojava Kürtleri; birlikte başarıp tarih yazabilecekler mi?
Cuma, Temmuz 10, 2020
Etiketler