Korku ve korkunun panzehiri


Kürdistan ulusal demokratik hareketinin emektar ve yılmaz savunucularından hukukçu ve yazar Şerafettin Kaya’nın naaşı Muş Barosu, ailesi ve dostlarının organize ettiği törenle memleketi Muş’ta 15 Mart’ta defin edildi.

Kaya’nın politik sürece ilişkin düşüncelerini ‘’Dava adamı Şerafettin Kaya’’ başlıklı yazımda, özetlemiştim. Bu paylaşımda ise Kaya’nın cesur ve korkusuzca, zorbalığa karşı nasıl dik durulacağı ve baş eğilmeyeceğini ifade eden yazısını paylaşıyorum.

Kaya’nın söz konusu yazısı kurucuları ve yazarları arasında yer aldığı Kurdistan Press gazetesinin, 17 Aralık 1986 tarihli nüshasında yayınlandı.

--------

Bu değişim, tabiidir ki ulusal muhalefet yönünden tezahür eden bir mücadele ve gelişim nedeni ile olmuştur.

Kurdistan ulusal muhalefetinin suskunluğu 60'lı yıllarda artık, geçmiş dönemdeki gibi değildir. 1959'daki 49’lar olayı, 1962'lerde Dicle-Fırat Dergisi'nin yayını, diğer yayınlar, Kürtçe yazılar, hikayeler ve şiirlerin yayınlanması ve bunun ardından gelen tutuklamalar, TKDP'nin oluşumu, oluşum tamamlanmadan yapılan operasyonlar, bir kısım Kürt aydınının Kürt sorununu TİP içinde tartışmaya sokması, Doğu Mitingleri ve mitinglere Kürt köylü ve işçilerinin gösterdiği büyük ilgi, yittiği zannedilen ulusal muhalefetin, Kuzey Kürdistan'da yeniden doğuşunun habercisi ve bir silkinişiydi...

Bu silkinişin ardından DDKO'lar doğdu. Ve giderek bu gençlerin, Kürt aydınlarının oluşturduğu örgüt Kürdistan'da yaygınlaştı. Bu bir patlayıştı! Bir uyanıştı! bir uyandırılıştı!...

Dr. Şıvan'ın Kürdistan'da ulusal muhalefeti örgütleme girişimleri, 12 Mart sonrası Diyarbekir Askeri Mahkemelerindeki, Türk devletinin sömürgeci, anti-Kürt karakterini, Kemalizmi, devletin Kürdistan'daki iğrenç uygulamalarını teşhir eden savunmalar, direnişler, Kürt halkının ulusal muhalefeti ve muhalefetin örgütlenmesi açısından umut verici ve büyük öneme haiz adımlardı.

Bu adımlar, Türk devletinin tüm baskılarına, tehditlerine, bir çok Kürt aydınını da içine alarak tezgahladığı oyunlara, işkencelere ve sergilenen baskılarla Kürdistan'ın genelinde yaratılan korkuya karşı atılmıştı.

Ki bu adımlar, bu direnişler, ulusal muhalefet açısından önemli birçok mevzilerin ele geçmesini sağlamıştır. Asimilasyonun hızını kesmiştir. Sonraki dönemlerde ulusal muhalefetin örgütlenmesine ve örgütlenme çalışmalarına kaynak olmuştur. Ve daha etkin, geniş kitleleri kapsayan, dünya düzeyinde ses veren gelişmeleri ve direnişleri getirmiştir.

Yetmişli ve Seksenli yıllarda yüzlerce insan (işçisi, köylüsü, öğrencisi, aydını) Kürdistan ulusal muhalefetinin kazandığı mevzileri korumak, yenilerini kazanmak için, şu veya bu şekilde (faşistlerin, polis ve jandarmanın kurşunlarına hedef olarak veya ajan-provokatörlerin oyunlarıyla) hayatlarını yitirdiler. Yüzlercesi de işkencehanelerde, bu amaç için direndiklerinden dolayı öldürüldüler. Onlarcası, işkencehanelerde ve cezaevlerinde şerefsizliğe ve ihanet önerilerine karşı, bunları kabul etmeyerek kendi hayatlarına kendileri son verdiler.

Bu gün yüzlerce insan idam cezası almıştır ve hücrelerde idam edilecekleri zamanı beklemektedirler. Binlercesi en ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır. Binlercesi de zindanlarda kendi haklarında verilecek kararı beklemektedir. Bunlar en ağır şartlarda, işkence ve baskı altında tutulmaktadırlar.

İnsanlar kavgadadır. Her şeye rağmen kavga sürüyor. Gösterilen şiddete ve saldırılara karşı yurtiçinde ve yurtdışında bulunan pek çok insan ulusal muhalefeti örgütleyebilmenin çabası içindedirler ve kavgayı sürdürüyorlar...

Bunlar korkusuzlardır... Hayatını halkı için çekinmeden ortaya koyanlardır... Türk devleti, yukarıda belirlemiştik, tüm kurumları ile Kuzey Kürdistan’a yerleşmiştir. Sömürü ve asimile için kurulan tezgahlar işlemektedir. Ancak korku içindedirler.

Yıllarca varlığını koruyan ve bugün giderek büyüyen siyasal kuruluşları, ordusu, sermayedarı, üniversitesi, basını ile her gün yaşadığı korku; Kürt halkının bilinçlenmesi, diline, kültürüne, ulusal demokratik talepler uğruna verilen kavgaya sahip çıkması ve korkusuzlar ordusunun büyümesidir.

Buna karşı Türk devleti geçmiş dönemdeki gibi tüm silahlarını kullanmaktadır. "Korku" silahını, yani kitlelerin içine korku salarak, gelişmeleri ve yapılanmaları engelleme silahı daha yoğun çalışmaktadır. Bilhassa Avrupa'da...

Bu gün 800 bine yakın Kürt Avrupa'dadır (1986 rakamlarına göre). Bunun büyük bir bölümü Kuzey Kürdistan'dandır. TC pasaportu taşıyorlar. Bunlar eşraf, ağa, bey takımı değildir, yılların ezikliğini yüreklerinde taşıyan, baskı gören, jandarmanın ve polisin dayağının, işkencenin izini sırtında taşıyan, memurun hakaretine uğramış, hor görülen fakir fukara takımıdır, işsizdir veya topraksız köylülerdir.

Bu gün bu insanlar -çok azı hariç- ulusal muhalefete açıkça, maddi ve manevi hizmet sunmaktan, protesto eylemlerine katılmaktan, siyasi kişi ve kuruluşlarla birlikte gözükmekten, Kürtçe yayınları almaktan ve izlemekten kaçınmaktadırlar ve çocuklarının siyasi yapılarla ilişki kurmalarını, siyasi yapılar içinde yer almalarını kuşku ile karşılıyorlar.

Bir kısım Kürt aydını da Avrupa'da bu yapı içindedir.

Esasen yurtsever olan bu insanların davranışları, devletin çeşitli oluşum ve propagandalarla genel düzeyde yarattığı korkuya adapte olmalarındandır.

"İzine gidildiğinde takip korkusu...", "ihbar ve cezalandırılma korkusu...", "pasaportun uzatılmaması ve pasaporta işaret verilmesi korkusu..." vb. korkular.

Bu korkulara adapte özünde bilinçsizlikten kaynaklanmaktadır. Bilinçsizlik, kişinin kendi çıkarlarını toplumsal çıkarların önünde görmesi durumunu getirir. Ki bu durumda kişilik öne çıkar.

Bir gerçektir bilinçsiz kesimin bu adaptesine bir çok siyasi kişiler çeşitli eylemleri ile sebep oldukları gibi, bir çok aydının da sorumluluğu vardır.

Devletin bu oyununun bozulması gerekir. Devletin yıllardan beri kapsamını genişleterek kullanageldiği "KORKU" silahı geri tepmelidir. Bu da, halkın ve bilhassa yurtsever kesimin aydınların soruna korkusuzca yaklaşmalarından geçer.

Abdullah Cevdet Karlıdağ'ın bahsettiği, kaybettiklerini söylediği, yılların suskunluğuna damgasını vuran korkuya karşı kullanılamayan "korkusuzluk" işte budur...

Kişinin, inançları yönünde tavır koyması; kendi çıkarlarını toplumun çıkarları (halkın ulusal ve sınıfsal çıkarları) içinde düşünmesi namusluluktur.

Namuslu olabilmek için korkusuz olmak gerekir. Unutulmamalı!..

KORKU'nun panzehiri KORKUSUZLUK'tur...

17.11.1986/ Almanya
Sayı7, Sayı 10, 17 Aralık 1986








#buttons=(Kabul etmek!) #days=(20)

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır.Daha fazla bilgi edin
Accept !
Yukarı Git