Erdoğan, NATO krizi ile Kürt sorununu uluslararası platforma taşıdı

T.C. Kürtler için yaptığı kafesin asıl mahkûmunun Kürtler değil, kendisi olduğunu bir kez daha dünyaya gösterdi. Ne Türkiye ne de Erdoğan kazandı! Sadece Kürtlerin mağduriyeti ve ulusal demokratik haklarının gaspı bir kez daha dünya kamuoyunun gözleri önüne serildi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın PKK, YPG ve PYD'ye destek verdikleri, ülkelerinde muhalif aktivistleri barındırdıkları ve Türkiye’ye silah ambargosu uyguladıkları gerekçesiyle her iki devletin NATO üyelik başvurularını veto edeceklerini açıklamıştı. Madrid’de yapılan 32. NATO liderler zirvesinde, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri konusunda Türkiye ile mutabakata varıldığı açıklandı.

Mutabakata varılan 10 madde içinde en dikkat çekeni, İsveç ve Finlandiya’nın Rojava Kürdistanı’nda Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) destek vermeyeceklerini deklare etmeleridir. İsveç, PKK’yi Türkiye’den sonra ‘terör’ örgütleri listesine alan ilk ülkedir. Bunun bir kez daha mutabakatta deklare edilmesi bekleniliyordu. PKK’nin ‘terör’ örgütleri listesinden çıkması ve meşruiyetinin uluslararası platformlarda tanınması ve muhatap alınması için kendisi ile yüzleşmesi gerekiyor.

İsveçli yetkililer, direk olarak YPG ve PYD’ye destek vermediklerini, Rojava özerk bölgesi yönetimine destek verdiklerini belirtiyorlar. 2014’de IŞİD’in saldırı ve işgali sonucu önemli sayıda mülteci Avrupa’ya ve İsveç’e geldi. Ayrıca IŞİD, Avrupa’da Stockholm’ün de aralarında bulunduğu birçok kentte intihar eylemleri gerçekleştirdi. Rojava özerk yönetiminin elinde tutsak İsveç vatandaşı onlarca IŞİD üyesi ve aileleri bulunmakta. İsveç, söz konusu mahkûmlardan bir kısmını getirerek yargıladı ve aile ve çocuklarını rehabilitasyona aldı.

Tüm bunlardan dolayı, İsveç ile Rojava özerk yönetimi arasında resmi düzeyde birçok anlaşma mevcuttur. Türkiye ile varılan anlaşma gereğince, bundan sonra İsveç ile Rojava özerk yönetimi arasındaki ilişkinin formatının nasıl olacağı sorusu önem taşımaktadır.

İsveç ve birçok Avrupa ülkesi, IŞİD’in Avrupa’da gerçekleştirdiği intihar eylemleri başta olmak üzere, kadro devşirmesi, finansman ve kara para aklama ile Avrupa vatandaşı IŞİD üyelerinin yargılamada, mevcut terör yasalarının yetersiz olduğunu uzun bir süredir tartışıyordu. Bu açıdan İsveç’in terör yasasını revize etme girişimi, NATO üyeliğine başvuru ve Ankara’nın baskısı sonucu başlamadı. Bu süreç, tamamıyla İsveç’in NATO üyelik başvurusundan bağımsız olarak devam ediyordu.

Üçlü mutabakat metninde YPG, PYD ve ‘FETÖ’, ‘‘terör’’ örgütüdür diye bir sıfat veya vurgu bulunmamaktadır. Vurgu aynen şöyledir: ‘’Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır.’’ 

Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine evet demesinin ön koşullarından biri de 35 politik sığınmacıyı Türkiye’ye iade etme talebiydi. İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, Türkiye’nin iade taleplerini Avrupa sözleşmesine bağlı kalarak, konuyu hızlı ve dikkatli bir şekilde ele alacaklarını açıkladı.

Finlandiya basını, 2019-22 yılları arasında Türkiye’den 10 sığınmacı hakkında iade talebi alındığı, bu taleplerden ikisinin kabul edildiği, yedisi hakkında ise incelemenin sürdüğü bilgisini paylaştı. İsveç’in de sığınma başvurusunda bulunan birçok kişiyi, sığınmacı kriterlerine uygun olmadıkları gerekçesiyle önceki yıllarda Türkiye’ye iade ettiği biliniyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği kesinleşene kadar, PKK yanlısı legal kurumlar üzerinde baskı yoğunlaşabilir. Buna karşın, İsveç ve Finlandiya’nın Erdoğan gibi otokrat bir liderle masaya oturması, Avrupa ülkelerinin kamuoyunda ciddi tepkilere neden oldu. Bu açıdan Ankara ile imzalanan 10 maddelik anlaşmanın Stockholm ve Helsinki tarafından nasıl yorumlandığı ve pratikteki yansımalarının neler olacağı konusunda her iki hükümet üzerinde şimdiden baskı oluşmuş durumda.

Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine PKK/YPG/PYD üzerinden itiraz etse de dikkate alınması gereken, uluslararası toplumun Kürt sorununun çözümüne yönelik yaklaşım ve desteğidir. İsveç Kürdistan Dernekleri Federasyonu, İsveç Sosyal Demokrat Parti Uluslararası İlişkiler Sekreteri Johan Hassel ile son gelişmeler üzerine 22 Haziran’da bir toplantı yaptı. Toplantıda Hassel, İsveç hükümeti ve Sosyal Demokrat Parti’nin Kürt siyasetinde herhangi bir değişikliğinin olmadığını belirtti. 

Öte yandan NATO içinde başta ABD olmak üzere, Fransa ve Almanya’nın Rojava özerk yönetimi ile yoğun askeri ve diplomatik resmi ilişkileri mevcut. Washington, 2022 savunma bütçesinde 177 milyon dolar SDG (Suriye Demokratik Güçleri) için ayırdı. Bu rakam 2023’de 183 milyon dolara çıkacak 

İsveç, 2019’da Ankara’nın Rojava Kürdistanı’na saldırıları karşısında, Türkiye’ye silah satışı ambargosu uyguladı. Son NATO mutabakatı anlaşması ile bu ambargo kalkacak. Fakat ABD, Almanya ve diğer NATO üyesi devletlerin Ankara’ya yönelik silah ambargosu devam ediyor 

ABD Başkanı Joe Biden’ın salı sabahı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinde, Madrid zirvesi sırasında anı yakalaması ve bir anlaşma için müzakereleri sonuçlandırmasını söylediği belirtiliyor. Ayrıca Biden, Türkiye’nin ABD’den 40 adet F-16 satın alma ile 80 adet F-16 savaş uçağının modernizasyonu talebine, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Erdoğan’ın karşı çıkmaması durumunda destekleme sözü verdiği yorumları yapılıyor.  

Washington, Rus hava savunma sistemi S-400 alımından dolayı, Ankara’ya ‘’Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası'nı (CAATSA)’’ uyguluyor. Türk vatandaşı ABD elçilik çalışanlarının hala tutuklu olmaları, Halkbank davası ve 2016’dan bu yana Suriye Kürtlerine yönelik Ankara’nın dört askeri harekât düzenlemesi, önemli sayıda ABD Kongre üyesinin Türkiye karşıtı tavrını sürdürmesine neden oluyor. Bu tablo, F-16’ların Türkiye’ye satışı ve modernizasyonunun garanti olmadığı anlamına geliyor.

Ayrıca NATO ittifakında Türkiye’nin muhalif ve uyumsuz tavrı, Rusya’ya karşı Batı ittifakının karar ve prensipleri dışında yol izlemesi, söz konusu çevrelerin Ankara ve Erdoğan konusunda ihtiyatlı olmanın gerekliliğini bir kez daha hatırlatıyor.

Son NATO krizi, Türkiye’nin çıkardığı ne ilk ne de çıkaracağı son kriz olacak. 2009’da NATO Genel Sekreterliği'ne aday gösterilen Danimarkalı siyasetçi Anders Fogh Rasmussen'in seçilmesini Ankara engellemeye çalıştı. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Erdoğan'ı razı etmek için NATO Genel Sekreter Yardımcılığına Türk bir yetkiliyi getirme sözü verdi. Böylece problem çözüldü. Ardından Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin 2010’da kopmasıyla, altı yıl boyunca NATO'nun İsrail ile çalışmasına Türkiye engel çıkardı.

Birkaç yıl sonra Ankara, yine Rojavalı Kürt gruplardan IŞİD'e karşı mücadele eden ve uluslararası toplum tarafından desteklenen YPG ve PYD’yi NATO'dan 'terör' örgütü ilan etmesini istedi. Bu yüzden Doğu Avrupa ülkelerini Rusya'ya karşı güçlendirmeye yönelik NATO planını Türkiye aylarca bloke etti.

Ankara, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs ile münhasır ekonomik bölgelerde anlaşmazlıkları öne sürerek, savaş uçakları tarafından desteklenen bir gaz sondaj arama gemisini bölgeye gönderdi. Aynı zamanda diğer bir NATO üyesi Fransa da Yunanistan'ı desteklemek için savaş gemilerini bölgeye konuşlandırdı. 

Bu kez de Erdoğan, İsveç ve Finlandiya'yı "terör örgütlerinin misafirhanesi" diyerek, elindeki veto kartını koz olarak NATO’da kullandı. 

Türkiye ile İsveç ve Finlandiya arasında yapılan anlaşma, her iki ülkenin NATO üyelikleri kesinleşene kadar amiyane deyiş ile ‘’Köprüyü geçene kadar Erdoğan’a dayı’’ deneceğe benziyor. 

NATO mutabakat metninde Türkiye’nin ulusal güvenliğine sıklıkla vurgu yapılmaktadır. Türkiye’nin ulusal güvenliği üç temel sütün üzerine inşa edilmiştir:

1-    Kürtlerin ulusal demokratik haklarının gaspı, bu gaspı ortadan kaldıracak girişim, müdahale, yaptırım ve eleştirilere tahammül göstermeme ve şiddet kullanarak bastırma. Kürdistan’ın diğer parçalarını işgal etme hakkını kendinde görme.

2-    Ege ve Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saldırma. Her iki halka karşı tehdit oluşturma ve Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgalinin tanınması.

3-    Ermeni ve Süryani soykırımının sadece bir ‘iddia’ olduğu ve soykırımı tanıyan ülkelerin bu kararı geri almaları.

Erdoğan’ın çıkardığı son NATO krizi, Kürt sorununun uluslararası düzeyde ulaştığı noktayı göstermesi açısından önemli bir ölçüm oldu. Kürtlerin ve dostlarının yapmaya çalışıp çabaladıkları, Kürt sorununa uluslararası aktörleri ve kurumları dahil etme gayretine negatif değil pozitif katkı sundu.

Türkiye, NATO’dan PKK, YPG ve PYD’ye tavır almalarını isteme hakkını kendinde görüyorsa, NATO içindeki devletlerden birkaçının da ikinci Oslo görüşmelerini başlatma talebi ve girişimini de hesap etmesi gerekir.

Söz konusu kriz Kürt diasporasının parçalı yapısına karşın, gerek Avrupa ülkelerindeki Kürt asıllı parlamenterler, gerekse sivil toplum kuruluşları ve aktivistlerin etki alanlarını test etti.

Ankara, Kürt sorununu ‘terör’ kavramı üzerinden tartıştırmaya çalışsa da uluslararası toplumun meseleyi, tarihi ve sosyolojik boyutta ele aldığı görüldü.

T.C. Kürtler için inşa ettiği kafesin asıl mahkûmunun Kürtler değil, kendisi olduğunu bir kez daha dünyaya gösterdi. Erdoğan, kendi Kürt kafesine NATO krizi ile bir kilit daha vurdu.

Ne Türkiye ne de Erdoğan kazandı! Sadece Kürtlerin mağduriyeti ve ulusal demokratik haklarının gaspı bir kez daha dünya kamuoyunun gözleri önüne serildi. Kürtler dostlarını kaybetmediler, tersine çoğalttılar. 

Twitter: @cetin_ceko 

 








#buttons=(Kabul etmek!) #days=(20)

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır.Daha fazla bilgi edin
Accept !
Yukarı Git