İran'ın bölgedeki nüfuzunun artmasında ABD'nin payı göz ardı edilemez. Oysa ABD, İran'ın Irak'taki etkisini sınırlamak için Kürtlerin federal haklarını destekleyerek, KYB ve PKK'yi İran'a karşı temkinli bir tutum izlemeye teşvik edebilirdi. Ancak ABD bu adımları atmadı. Sonuç olarak, ABD'nin İran'a yönelik politikasının bedelini İsrail, Güney Kürdistan, Irak muhalefeti ve iki devletli çözümü savunan Filistinliler ödüyor.
ABD, Mart 2003'de Irak’ı işgal etmek ve Saddam Hüseyin'i devirmek için uluslararası toplum, bölge devletleri ve yerel aktörlerin desteğini almaya çalıştı. ABD’nin destek almak için görüştüğü yerel aktörler arasında Kürdistan Demokrat Partisi Lideri Mesud Barzani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği Lideri Celal Talabani de vardı.
Talabani, Al Gore'nin kendilerine Saddam Hüseyin'i devirmek ve Bağdat'ın anahtarını bizlere teslim etmek istediklerini Esad ve Haddam’a söyler. Gore ayrıca, Kürdistan bölgesinin korunması konusunda ABD'deki her siyasi çevreden destek aldıklarını, bu konuda partiler üstü bir siyaset izleyeceklerini, Cumhuriyetçilerin adayı George W. Bush seçimleri kazansa bile, Kürtleri ve Irak muhalefetini korumaya devam edeceklerini vurgular.
ABD ve müttefiklerinin verdikleri söze güvenen Güney Kürtleri, Saddam’ı devirme operasyonuna katılırlar. Ayrıca fazla bir seçenekleri de yoktur. Neden seçenekleri olmadıklarına dair aşağıdaki ikinci anektod, sanırım durumu açıklamaya yardımcı olur.
Mesud Barzani ve Celal Talabani Nisan 2002’de bir ABD ziyareti daha gerçekleştirirler. Washington'da Dışişleri, Savunma Bakanlığı ve CIA yetkilileriyle bir araya gelirler. ABD'li yetkililer, bölgede kendileriyle işbirliği yapmak isteyen ülkeler bulunduğunu, bu ülkelerin Ürdün, Kuveyt ve Türkiye olduğunu belirtirler.
Barzani, Türkiye'nin Kürtler için önemli bir sorun teşkil edeceğini Amerikalılara söyler. Türkiye'nin müdahalesini onaylamıyoruz diyen Barzani, “Çünkü bu, kurduğumuz her şeyin yıkılmasıyla sonuçlanacaktır. Türkiye'nin müdahalesine karşı koyarız. Onu engellemek için her türlü fedakarlığa hazırız." cevabını verir.
Amerikalılar Barzani'nin Türkiye çıkışından memnun kalmazlar ve aldıkları karardan geri adım atmayacaklarını ifade ederler. Amerikan heyeti, "Tek taraflı müdahale etmemiz gerekse bile Saddam’ı devirmeye kararlıyız. Bizimle aynı safta olanlar kazanacak, tarafsız kalanlar ise bizden bir şey beklemesinler. Bize karşı çıkanlar ise sonuçlarına katlanacaklar. Bu mesaj size, Iraklı muhalif güçlere ve bölge devletlerinedir." Cevabını verirler.
1 Mart 2003’te Türkiye parlamentosu ABD’nin Türkiye siyasi sınırları içinden Irak’a müdahalesini onaylamayınca, Kürtler ile ABD arasındaki bu sorun da kendiliğinden çözülür.
ABD’nin Kürtleri koruma ve statülerini arttırma sözleri daha da ileri gider. Mayıs 2015’de ABD'yi ziyaret eden dönemin Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Kürdistan'ın bağımsızlığı için Başkan Barack Obama ve dönemin Başkan Yardımcısı Joe Biden ile görüşür. Barzani, görüşmelerde Kürdistan'ın bağımsızlığını gündeme getirir. Bağdat ile ortaklığın imkansızlığı ve bağımsızlık taleplerinin meşruiyetini ifade eden Barzani’ye, Başkan Obama ve Biden, Kürdistan halkının bağımsızlık arzusunu anlayışla karşıladıklarını belirtirler. Bugün ABD Başkanı olan Joe Biden, Barzani’ye “İkimizin de ömrü Kürdistan’ın bağımsızlığını kendi gözlerimizle görmeye yetecektir” belirlemesinde bulunur.
Amerikalılar, Kürtlere önemli destek ve garantiler vadettiler. Verdikleri bazı vaatleri yerine getirdiler. Kürdistan Bölgesi özerklik statüsü kazandı ve Bağdat yönetiminde Kürtlerin söz sahibi olması sağlandı. Bağdat'ın anahtarı Kürtlere teslim edildi. Celal Talabani, Irak Cumhurbaşkanı oldu. Peşmerge güçleri, Bağdat'ın güvenliğine katkıda bulundular.
Türkiye o dönemde ABD'nin Irak işgaline karşı çıkmıştı. Bugün ise bu kararın yanlış olduğunu savunuyorlar. Bu görüşün dayanağı ise, Türk ordusunun Mart 2003’de ABD ile birlikte Kürdistan'a girmiş olması halinde bugünkü federal Kürdistan oluşumunun söz konusu olmayacağı varsayımıdır.
Suriye Baas yönetimi, yıllarca Irak'taki muhalefeti ve Kürtleri destekleyerek Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesine katkıda bulunmuştu. ABD'nin Irak'ı işgal edip Saddam'ı devirme planları gündeme gelince, Esad rejimi bu kez Saddam'ı desteklemeye başladı.
İran da benzer bir şekilde 8 yıllık Irak'la savaşmış ve Suriye gibi Saddam rejiminin devrilmesini desteklemişti. Tahran da Şam gibi, ABD'nin Irak'ı işgal planları ortaya çıktığında açıkça Saddam'ın tarafında oldu.
Tahran'ın stratejisi, Saddam Hüseyin güçlerinin direnişini sürdürmesi ve ABD'nin Irak'ta bataklığa saplanmasıydı. Uzayan savaşla hem Saddam hem de ABD güçten düşecek ve kontrolden çıkacaklardı. Savaştan bunalan Irak'a Tahran'ın desteklediği vekil güçler müdahale edip Bağdat'ı ele geçireceklerdi.
Tahran, Şam ve Ankara, ABD'nin Irak'ı böleceğinden ve Kürdistan'ı bağımsız hale getireceğinden endişeliydi. Ayrıca ABD'nin Irak'ta varlığının, İran ve Suriye'de de rejim değişikliğine yol açacağı korkusu vardı. Amerikalılar, Tahran'a gizlice, Şam'a ise açıkça "sizinle bir sorunumuz yok" mesajı gönderdiler. Fakat ne Tahran ne de Şam bu mesajlara ikna olmadı ve kendi planlarını uygulamaya devam etti.
İsrail ise ABD'nin Irak'a değil, İran'a müdahale etmesinin kendi ve bölge güvenliği için daha iyi olacağına inanıyordu. Fakat Tel Aviv, bu konuda Washington'u ikna edemedi.
16 Mart 2003'te Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Tahran'a giderek dönemin İran Cumhurbaşkanı Ali Hamaney ile bir araya geldi. Görüşmede Esad, ABD'nin Irak işgalinin olası sonuçları ve yapılması gerekenler hakkında Hamaney ile fikir alışverişinde bulundu.
Esad, Hamaney'e Irak muhalefetinin ikiye bölündüğünü ve bir grubun ABD'den aldığı talimatlara göre hareket ettiğini söyledi. Kürtlerin de bağımsız bir devlet kurma arzusunda olduklarını belirten Esad, bu durumun Türkiye, Suriye, İran ve Irak için endişe kaynağı olduğunu vurguladı.
Esad ve Hamaney, bu konuda koordinasyon içinde hareket etmenin önemini vurguladılar. Esad, daha önce bu konuyu dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile de görüştüğünü ve Suriye'den bir güvenlik heyetinin Türkiye'ye gittiğini sözlerine ekledi. Bu görüşme, Suriye ve İran'ın ABD'nin Irak işgaline karşı ortak tutumunu göstermesi açısından önemliydi.
İran Cumhurbaşkanı Ali Hamaney de, “Kürt devleti kurulma fikrine temkinli yaklaşmalıyız. İran Kürtlerinin İranlı, Iraklı Kürtlerin Iraklı ve Türkiyeli Kürtlerin Türkiyeli olduğu düşüncesinin yerleşmesi gerekir. Bu konuda İran, Türkiye ve Irak muhalefeti arasında koordinasyon kurulması şarttır” görüşünü dile getirir.
2010'da Arap Baharı'nın başlamasından bir yıl sonra Suriye'de iç savaş çıktı. Beşar Esad rejimi sarsıldı ve Irak siyasetiyle ilgilenmek İran'a kaldı. İran, ABD'nin Irak'taki nüfuzunu zayıflatmak ve altını oymak için uhulet ve suhuletle uzun vadeli bir strateji izleyerek günümüze kadar geldi.
ABD, 2003’den bu yana, yani Irak’ı işgalinden bu yana İran’a karşı ılımlı bir siyaset izledi. Obama yönetiminin 2015’de İran ile imzaladığı nükleer anlaşma, Tahran'ın nükleer silah programını geliştirme hevesini artırdı ve cesaretlendirdi. Trump iktidara gelince ABD, Obama yönetimi tarafından imzalanan nükleer anlaşmadan çekildi. Joe Biden yönetimi, Obama yönetiminin nükleer müzakerelerdeki politikasını sürdürdü. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi ise bu ülkedeki istikrarsızlığı artırdı ve bölgedeki güç dengesini değiştirdi.
İran, geçtiğimiz gün İsrail'e roket ve insansız hava araçlarıyla saldırıları İran dışında, Irak, Suriye ve Yemen’den gerçekleştirdi. İran'a bağlı milis grupları ABD askeri güçlerine 83 saldırıda bulundu. ABD ise bu saldırılara sadece 4 kez misilleme yaptı.
İran, Irak'ı ABD'nin nüfuz alanından çıkarmak için kararlı bir şekilde hamleler yapıyor. Bunu, doğrudan ve Bağdat'taki vekil güçleri vasıtasıyla Güney Kürdistan'a saldırılar düzenleyerek ve Kürdistan'ın federal haklarını ortadan kaldırmaya çalışarak yapıyor. Bu hamlelerin arkasındaki temel amaç, Irak'ın kuzeyini ABD'nin müttefiklerinden ayırmak ve Bağdat'ı Tahran'a bağımlı hale getirmek.
ABD ise bu duruma seyirci kalıyor. Washington ve Batılı merkezlerdeki bazı politika yapıcılar, IŞİD'in Irak'ta toprak ele geçirmesi sonrasında ülkenin istikrara kavuşmasını merkezileşmede görmüşlerdi. Fakat bu politika, Kürtleri hayal kırıklığına uğrattı ve İran'ın nüfuzunu artırdı. 2017 Kürdistan Bağımsızlık Referandumunda ABD, Kürtleri desteklemedi ve Bağdat ordusu ile Haşdi Şaabi'nin Peşmerge'ye saldırısına karşı seyirci kaldı. Kürdistan petrolünün kontrolü de Paris Uluslararası Tahkim Mahkemesi tarafından Bağdat'a bırakıldı. ABD ise Kürdistan petrolüne 'kaçak' petrol muamelesi uyguladı.
İran'ın bölgedeki nüfuzunun artmasında ABD'nin payı göz ardı edilemez. Oysa ABD, İran'ın Irak'taki etkisini sınırlamak için Kürtlerin federal haklarını destekleyerek, KYB ve PKK'yi İran'a karşı temkinli bir tutum izlemeye teşvik edebilirdi. Ancak ABD bu adımları atmadı. Sonuç olarak, ABD'nin İran'a yönelik politikasının bedelini İsrail, Güney Kürdistan, Irak muhalefeti ve iki devletli çözümü savunan Filistinliler ödüyor.
X: @cetin_ceko