Bilindiği üzere Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Taraf Gazetesi’nin Bezele (Aktütün) saldırsı ardından yayımladığı bilgi ve belgelere hırçın bir şekilde cevap verip "Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya" çağırdı. Diğer bir deyişle tehdit etti. Ardından "ikinci bir emre kadar" Bezele olayı ile ilgili basına yasak kondu.
Genel Kurmay Başkanı'nın konuşması Türk kamuoyunda basın özgürlüğüne bir saldırı olarak değerlendirildi. Bu değerlendirme doğru olmakla birlikte, hafif ve eksik bir değerlendirmedir. Ayrıca bilinçli olarak eleştirinin dozunu bu kategoride tutmak için aşırı bir çaba söz konusudur. Genel Kurmayı ve yandaşlarını çıldırtan, hırçınlaştıran ordu içindeki köstebekler tarafından dışarıya servis yapılması, basın özgürlüğü değil, 85 yıllık bir tabunun bu kadar açık bir şekilde cesaretle eleştirilmesidir.
Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, "Her Türk Asker Doğar" sözüne içten inanmış olacak ki, her Türk'ü emir eri, Türkiye'yi de askeri kışla gördüğü için, "herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya" tehdit ve emirle "davet" ediyor. Fakat bu topraklarda "asker" olarak doğmayan, ülkeyi de askeri kışla olmaktan kurtamak isteyen' sayıları her geçen gün artarak çoğalan aydın, demokrat ve yürekli insanlar, bu tür tehditlere aldırmıyorlar, geri adım da atımıyorlar. Taraf gazetesi ve çalışanları da bunlardan birileri. Kürd sorunu, Ermeni soykırımı, Kemalizm ve onun askeri aparatı ordu, T.C'nin tabular üzerine inşa olduğu konuların başında geliyor. Ordu, "milletin bağrından" çıktığı için kutsaldır ve eleştirilemez! "Cumhuriyeti kollama ve yaşatma" görevinden sorumlu parlamento değil ordudur! Bu yüzden sivil "otorite"nin otoritesizliği, militarizimin de otoritesi T.C'nin kuruluşundan bu yana devam edip gelmiştir.
Sivil iktidarlar, dönem dönem siyasi ve ekonomik iktidarını genişleterek kurumlar üstü yapısını devam ettirmeye çalışan orduyu kontrol altına almaya çalışmışlarsa da başarlı olamamışlardır. Bu gerçek Türk ordusunun, siyaset üzerindeki hegomonyasını ayrıca ekonomik güçle pekiştirmesidir. Düne kadar dünyada kendi bankasına sahip olan tek ordu, Türk ordusu idi. 14 aralık 2007 yılında OYAKBANK, hisselerinin %100'nü Hollanda kökenli ING grubuna satarak bankacılık sektöründen çekilmesi, ordunun ticari hayattan çekildiği anlamına gelmemektedir. Türk ordusu, ticari faaliyetlerini hala kendisine bağlı diğer ticari firmalarla sürdürmeye devam etmektedir. Siyasal alanda ise, orduyu kendi sınırları içine çekme girişimleri ilk olarak 1946'da iktidara gelen Demokrat Parti tarafından olmuştur. İktidarının üçüncü yılında 1949'da DP, Genel Kurmay Başkanlığı'nı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlamayı başarmış, fakat 27 mayıs 1960 darbesiyle bu son bulmuştur. Sivil siyasetçiler her zaman için askerden korkmuş, daha da ileri giderek militarizmin sivil iktidar üzerindeki belirleyici olma rolünü pohpohlayarak onaylamışlardır. Diğer bir deyişle yağlı urğanı kendi boyunlarına kendi elleriyle geçirmişlerdir.
Komşu devlet ve halkları düşman olarak gören anlayış ”zenofobi”, otomatikman savaş aparatının, yani ordunun devamlı olarak güçlü olması gerektiği tezine hizmet etmektedir. Kuvvetler dengesi içinde devlete ve millete zeval gelmemesi için ordunun mutlak hakimiyeti kabul edilmektedir. Toplumsal sorunların çözümünde ise, öncelikli olarak militarist anlayış düşünceye hakim olmaktadır. Siyasal çözümler, uluslararası hukuk, diplomasi ve sosyolojik gerçeklerin hepsi "düşmanın" Türkiye'yi parçalamak ve yıkmak için yola döşediği tuzaklardır. Şu an yaşanan süreç, bu anlayışın deşifre edildiği, sivil siyaset yoluyla sorunların çözülebileceği anlayışın hakim olmaya başladığı süreçtir. Genel Kurmay Başkanı'nın arkasına kuvvet komutanlarını alarak orduya yapılan eleştirilere tehditle cevap vermesi, artık Latin Amerika ülkelerinde bile görülmeyen, nadiren Afrika ülkelerinde görülen resimin karelerine benzemektedir. Derin iktidar sahibi, apoletli generaller... Tabular birer birer yıkılmaya, korku perdesi aralanmaya, kralın çıplak olduğu bir çocuk masumiyetinin gerçekliğiyle haykırılmaktadır. Evet kral çıplaktır ve başkaları da bu çıplaklığı korkmadan haykırmaya başlamıştır. Ordu eleştirilir, mercek altına alınır. Kürd sorununun baş faili militarist oligarşik T.C ordusu ve onu politikalarıyla pohpohlayan "sivil" bürokratik uzantılarıdır. Toplumsal güçler Kürd sorununa sivil iktidarın sahip çıkmasını, militarizmin siyasal hayattan kendi kışlasına çekilmesini istemektedirler. Artık "Güney Doğu Sorunu"nun ismi Kürd Sorunu'dur ve siyasaldır..!
Militarizm tabusunun yıkılması Kürd sorunuyla orantılı bir denklemdir. Kürd sorununu tartışma gündemine getirmek, tabu ve statükoların sorgulanması anlamına gelmektedir. Taraf gazetesi ile Genel Kurmay arasındaki son polemik bu tezi doğrulayan bir örnektir. Bu açıdan Kürd halkının ulusal ve demokratik talepleri yanlızca Kürt menşeli siyasal parti ve organizasyonlar tarafından dillendirilmemektedir. Ulusal ve demokratik talepler Türkiye ve Kürdistan'daki Türk siyasal partilerin yöneticileri, düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütleri tarafından Türk kamuoyuna karşı yüksek sesle dile getirilmektedir. Tabuların yıklaması, demokratik ve özgür bir tartışma platformunun doğması için sorunlarda Taraf olmak gerekiyor. Bu sürece cesurca katkı sunan Taraf çalışanlarının ellerine ve yüreklerine sağlık...081021