Anayasa’K’ ve Kürd sorunu

Çetin Çeko
Devletin Kürd sorunuyla ilgili geleneksel politikası sürerken aksine aydınların, sivil toplum örgütlerinin tartışmaları çok yükses bir sesle ve umut verici değerlendirmelerle devam etmektedir. Türk aydınları ve Kürdlerin, Kürd sorununun çözümü için devletin adım atması yönünde baskıları yoğunlaşmaktadır. Ankara ise, Kürd sorunu karşısında tarihsel ideolojik formu gereği, Kürdlersiz Kürd sorununa çözüm armanının çabası içindedir.
Bunun nedeni "tek ulus", "tek devlet" ideolojik tasallutu altında soruna yaklaşmasıdır. Bu açıdan sivil anayasa tartışmaları Kürd sorununun çözümünde anahtar rolüne sahiptir. Çünkü Kürd sorunu, siyasal kılimata göre değişkenlik gösteren kararname ve yönetmenliklerle çözülecek bir sorun değildir.


AKP, sivil anayasa, demokratik reforumlar ve Kürd sorununun çözümü yönünde vermiş olduğu vaadler sonucu 22 temmuz 2007 seçimlerinde yüzde 47 oranında oy alarak tekrardan iktidara gelmişti. Fakat aradan geçen süre zarfında AKP'nin hızlı bir deparla 2003 ve 2004 yılında demokratikleşme yolunda göstermiş olduğu atak yavaşlamış, Başbakan, "Kürd sorunu benim sorunumdur" sözünü unutmuş, 2007 seçimleri ardından da bu süreç tamamiyle kesintiye uğramıştır. Bu açıdan, başta Kürd sorunu olmak üzere demokratik reformlar açısından sıradanlaşan bir AKP iktidarı ile karşı karşıya bulunulmaktadır. AKP ise, bu duyarsızlığı uluslararası diplomasi yoluyla örtmeye çalışmaktadır. Türkiye'nin, Suriye-İsrail arasında arabuluculuğu, Türkiye-Ermenistan, Ermenistan-Azerbeycan üçlü görüşmeleri, Rusya-Gürcistan çatışması ardından "Kafkasya Paktı" önerisi, Güney Kürdistan Federal hükümeti ile görüşmelere başlanması ve en son olarak Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği’ne seçilmesini bu eksende değerlendirebiliriz.


2007 sonrası Kürd sorunu ile ilgili neler yapılmış ve neler yapılacaktır listesini çıkarırsak somut üç adım görürüz. Birincisi; Güney Kürdistan'a saldırılar devam etmektedir. İkincisi; geçtiğimiz günlerde oluşturulan "Terörle Mücadele Müsteşarlığı" diğer bir adıyla "Kürd Sorunuyla Mücadele Müsteşarlığı" ve üçüncüsü;1 ocak 2009'da devletin resmi tv kanalı TRT'de yapılacak olan 12 saatlik kürdçe yayındır. Müsteşarlığın kuruluşunu olumlu karşılayanlar gerekçe olarak; terörle mücadelede yetkinin ordudan sivil iktidara devir edilmesi olarak değerlendirmekteler. Oysa buradaki mantık; Kürd sorununa hala asayiş sorunu olarak bakılmasıdır. Devlet, Kürdlerin ulusal ve demokratik taleplerini "terör örgütünün siyasalaşması" kavramı arkasına saklanarak yok saymaktadır. Bu kavramın öz itibari ile hiç bir siyasal ve hukuki anlamının olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. "Terör örgütünün siyasalaşması" tezi, Kürdlerin ulusal ve demokratik taleplerini frenlemek, Kürd sorununu PKK'nın eylem ve örgütlüğü içinde tutarak, Kürd hareketinin kendi legal kimliğiyle siyaset sahnesinde olmasını istememektir. Bugün devletin başta DTP ve diğer Kürd parti ve çevrelerinden talebi; anayasaya ve kanunlara uymaları ve "terörü" kınamalarıdır. Oysa ortada toplumsal mutabaktı sağlayan ortak bir konsensuns yoktur. Mevcut anayasa ve kanunlar Kürdlerin inkarı üzerine inşa edilmişlerdir. Bundan dolayı bu talebin ayakları havada kalmaktadır. DTP'lilere mecliste selam verilmez ve protokollere bile çağrılmazken, değiştirilmesini talep ettikleri, Kürdlerin inkarına dayanan anayasa ve kanunlara uymaları istenmektedir. Bu açıdan sivil anayasa tartışması önemli bir dönemeçtir.


Oysa hükümet ve parlamento hariç, sivil anayasa tartışmalarının yoğun olarak tartışıldığı bu günlerde, hükümetin sivil anayasa değişikliği "gündemimizdir" demesine rağmen herhangi bir takvimi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın cesareti yetmediği için anayasa ve anayasanın değişemez maddeleri hakkında konuşamayacağı beyanı, Türkiye gerçekliği açısından çok önemlidir. Bunun nedeni ise, T.C'nin kuruluşunun temelinde demos yerine, etnosun olmasıdır. Artık Türkiye 85 yıl aradan sonra ilk kez kendi gerçekliğini tarif eden sivil anayasa tartışmasından kaçamayacaktır, bu süreç her türlü politik ambargoya rağmen başlamıştır. Yeni sivil anayasayı tartışmak "ulus devleti", "üniter devlet"i tartışmak anlamına gelmektedir. Anayasının "değişmez", "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" denen maddeleri, Türkiye'nin toplumsal gerçeği ile bağdaşmayan, tamamiyle ideolojik formasyonlardır. Oysa demokratik anayasalarda ideolojik formasyonlara yer yoktur. Darbeciler, T.C anayasasını 1961, 71 ve 82'de üç kez şiddet yolu ile değiştirmişlerdir. Günümüzde ise, yamalı bohçaya dönen darbe anayasının üçte biri değiştiği halde, Kürd sorununu direkt veya indirekt ilgilendiren maddelere dokunma cesareti gösterilememektedir. Halklar ve haklar arasında bir eşitsizliğe meydan veren her türlü yasanın ve sözleşmenin hükmü yoktur. Çünkü insanlar eşit haklarla ve özgür doğarlar, ama yasal sözleşmelerle yoluyla eşitsiz hale gelebilirler. Kürdler bu açıdan mağdurdurlar ve mevcud anayasının kendileri için bir bağlayıcılığı yoktur, onlar için bu bir anayasa’k’dır.


Yeni sivil anayasanın oluşum sürecinde Kürdlerin temsili ve anayasanın bütünü içinde ise, Kürdlerin hak ve sorumlulukları ifade edilmelidir. Kürdlerin hak ve sorumluluklarını ifade etmeyen yeni bir anayasa, toplumsal mutabakatın sağlanmadığı, kaos ve göz yaşının devamı anlamına gelir. Bunun olmaması için sivil siyasetin kendi iktidarına sahip çıkması, ordunun siyaset sahnesinden tamamiyle enterne edlimesi gerekmektedir. Oysa, ordunun kendi yetkisini aşan, sivil siyasete müdehalesi devam etmektedir. Bir kısım yürekli demokrat ve Kürt muhalefetinin dışında buna karşı çıkış olmamaktadır. Unutulmamalıdır ki, Türk ulusunun özgürlüğü diğer ulusların özgürlüklerine ters düşmeme hakkından oluşur. 081118


Yayınlanma:: 2008-11-18
Tags: