Yazar ve siyasetçi İhsan Aksoy ile söyleşi

Çetin Çeko
68 kuşağının önde gelen kadrolarından yazar, siyasetçi İhsan Aksoy, TRT 6 kazanımının Kürt sorununun çözüm tartışmalarına etkisi, Kürt sorununda “açılım” tartışmları, devletin Kürt sorununa ilişkin söylem değişikliği, PKK, Kürtlerin siyasetteki rolleri, DTP dışındaki legal Kürt parti ve oluşumların konumları başta olmak üzere gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı.

“Bir halka ayrılma hakkını yasaklamaya veya bunu bir ayıp gibi göstermeye kimsenin yetkisi ve hakkı yoktur ve olamaz.”

“TRT 6’in yayın yaşamına geçmesi Kürtçenin fiili olarak “resmen” kabulü anlamınadır ve Kürtler için demokratik bir kazanımdır.  Ancak,  söylemeye gerek yok ki bu doğrultuda daha pek çok kalıcı adımın atılması ve bunların anayasal ve yasal güvencelere kavuşturulması gerekir.”
“PKK’nin “barışçı” çözüm için ön koşulu “kendisinin”, daha doğrusu İmralı adasında hükümlü/tutuklu  “önderlerinin”,  ”muhatap” alınmasıdır.  Bunun gerçekçi bir talep olmadığı,  hatta aslında işi yokuşa sürmenin bir nedeni olduğu açık.”
“Devletin Kürt sorununu çözme arayışları hem kendi iradesini hem de küresel bölgesel dinamiklerin dayatması ve dahası ve en önemlisi Kürt ulusal demokratik taleplerinin tüm baskılar karşısında yıllar yılıdır ısrarla kendini dayatmasıdır.”
“Günümüzde illa bir kesim olarak masalara oturup hakları formüle etmek koşul değildir.  Kürt sorunun çözümü,   Türkiye’deki genel demokratikleşmenin olmazsa olmaz esasını oluşturmuş bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında Kürtler sürecin izleyicileri değil,  oyuncularıdır da.”

***
Sayın Aksoy TRT Şeş'te program yapmaktasınız. Bir kısım Kürtler, TRT'de Kürtçe yayının başlamasını seksen küsür yıllık resmi devlet söyleminin iflası ve Kürtlerin kazanımı olarak değerlendirirken, bir kısmı da, "Kürt özgürlük hareketini bitirmeye yönelik" bir girişim olarak değerlendirdiler. Kürt sorununun Türkiye'deki çözüm tartışmalarında TRT Şeş adımını nereye oturtturabiliriz?

TRT 6’in   yayına başlamasıyla bu konuda  ilgili siyasal ve toplumsal kesimlerce değerlendirmeler de doğal olarak gündemde yer aldı. Bir devlet kuruluşunda Kürtçe yayın yapan bir vericinin yaşama geçmesi kuşkusuz önemli bir olaydır. Cumhuriyetin kuruluşuyla varlığı yokumsanan, buna bağlı olarak dili üzerine yasaklar ve baskılar uygulanan,  kültürel varlığının  yaşamda yer almasına engeller konan Kürt halkının dili Kürtçenin resmi TV kurumunda  yer alması hangi açıdan bakılırsa bakılsın önemli bir olaydır. 
Kuşkusuz bu aşamaya bir çırpıda gelinmedi.  Yıllar süren Kürt demokratik hareketi,  güçlenip aşama kazanarak günümüze ulaştı.  Gerek Kürt muhalefetinin ısrarlı mücadelesi,   gerekse dünyadaki ve bölgemizdeki hızlı gelişmeler Türkiye’nin de statükocu,  ırkçı,  şoven politikalarında değişmelere gitmesini dayattı.  Kürt halkını yadsıyarak Türkiye’de huzur ve sükunun sağlanamayacağı,  baskı ve zorun hak ve özgürlük istemlerini asla yok edemeyeceği tüm dünyada bir çok ısrarlı girişime karşın kendini gösterdi.  Kürt halkının hak ve özgürlük istemlerinin de bu halkın yokumsanmasıyla olanaklı olmadığı yıllar süren baskı ve zulme karşın görüldü. 
Dünyanın dört bir yanında statükolar sarsılıp,  demokrasi,  eşitlik ve özgürlük kavramları tüm toplumlarda ulaşılmak istenen ve bu doğrultuda mücadele verilen vazgeçilmez belgiler halinde beyinlerde ve vicdanlarda yer etti.  Böylesi bir dünyada,  yani Uganda’dan,  Taylan’da,  Yemen’den Moğolistan’a tüm toplumların demokratik değişimler içinde olduğu,  eşitlik ve özgürlüğün tüm halkların vazgeçilmez ve karşı konulmaz hakkı olduğunun kabul edildiği bir dönemde Türkiye’nin kendi için kapanarak varlığını sürdürmesi düşünülemez. 
Bilgi çağının yaşandığı,  iletişim teknolojisinin sınır tanımadığı günümüzde  Kürtçe yayın yasağı komediden başka bir şey olamaz.  Kürtler uzaydan yayın yapan onlarca Tv vericisine sahiptir.  Irak Kürdistanı’nda bölgesel yönetimin resmi dili Kürtçedir. İlk, orta ve yüksek öğrenim Kürtçe yapılmaktadır. Şimdi bunları görmezden gelmek kaç paralık bir değere sahiptir. 
Şimdi TRT 6’in yayın yaşamına geçmesi Kürtçenin fiili olarak “resmen” kabulü anlamınadır ve Kürtler için demokratik bir kazanımdır.  Ancak,  söylemeye gerek yok ki bu doğrultuda daha pek çok kalıcı adımın atılması ve bunların anayasal ve yasal güvencelere kavuşturulması gerekir. 
TRT 6,   Kürtçenin fiili olarak resmileşmesinin bir yerde ilk adımıdır.  Şimdi ve esas olan Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilip gerekli alt yapının hazırlanarak yasal güvencelerle yaşama geçirilmesidir.  Ana dilde eğitim ayrımsız tüm halkların vazgeçilmez ve karşı konulmaz haklarıdır.Trt 6’le birlikte mademki Kürtçe resmi yayın kurumunda  yayına geçmiştir, o zaman en başta ana dilde eğitim olmak üzere diğer adımların da atılması gerekir.  Trt 6’in yayın yaşamına geçmesi bir başlangıç adımı anlamını taşımalıdır. İnkarın sarsıldığı bir gelişmedir. Geriye dönüşü olanaksız bir olaydır…

Sanatçı Rojin kendisine ve programına "potansiyel suçlu" muamelesi yapıldığı için TRT Şeş'teki programına son verdiğini açıkladı. Size ve programınıza karşı herhangi bir sansür var mı? Resmi devlet söylemi dışında dil kullanmak TRT yönetimi ve başkalarını rahatsız ediyor mu?

TRT 6 resmi bir yayın organı olduğundan,  diğer TRT kanallarında var olan kuralar orda da geçerli.  Bir takım söylemler orda da yasaklı.  Örneğin Kürt sözcüğü serbest ama Kürtlerin yaşadığı coğrafi bölge olan “Kürdistan” sözcüğünün söylenmesi yasak.  Paket yayın yapılıyor.  Denetim kurulundan bazı söylemelere itiraz ediliyor.  Bu aşamada öyle çok büyük bir sansürün olduğunu söyleyemem.  Ama değindiğim gibi TRT’nin diğer kanallarında sürmekte olan yasak ve kuralar orda da var.  Bunun aşılması için Kürtçe özel kanların serbest bırakılması ve bu doğrultuda gerekli yasal çalışmaların başlatılıp kısa zamanda yaşama geçirilmesi gerekir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Mart ayında Tahran'a giderken "Kürt sorununda 2009'da iyi şeyler olacak" açıklamasını geçtiğim haftalarda Prag'a yaptığı ziyaret sırasında da tekrarladı. Ardından gazeteci Hasan Cemal PKK liderlerden Murat Karayılan'la Kandil'de uzun bir söyleşi yaptı. Karayılan, PKK'nın üzerine düşeni yapacağını açıkladı. Devlet katında ise Kürt sorunun çözümü konusunda "mutabakata varılmıştır", "bu süreci kaçırmamak gerekir" türünden beyanlar ve değerlendirmeler yapıldı. Ardından CHP'nin "Kürt açılımı" üzerinde çalıştığı açıklandı. Bu süreçin birden bire hızlanmasının nedenleri nelerdir?

Avrupa Birliği adayı olan Türkiye’nin AB üyeliği için şart koşulan ekonomik,  toplumsal ve siyasal koşullar için gerekli yasal düzenlemeleri yapıp yaşama geçirmesi gerekiyor.  Kopenhag Kriterleri’nin ağırlık noktalarından biri “azınlık” haklarıdır.  Türkiye’nin Kürtlerin demokratik hak ve özgürlükleri konusunda yasal güvenceler verip fiili uygulamaya geçmesi gerekir. ABD’de Türkiye’ye bu konuda telkin ve önerilerde bulunmaktadır.  En önemlisi inkar politikası tümüyle iflas ettiğinden ve Kürt demokratik muhalefetinin giderek geniş Kürt kitlelerini kucaklayarak büyüyüp geliştiği ve ilerlediği bir dönemi yaşıyoruz.  Türkiye böylesi bir konumda statükocu değil değişimci olmak zorundadır. Irkçı, şoven politikalarla 80 küsur yılda toplumsal barış ve huzurun sağlanamadığı görüldü. Daha fazla yıkımları engellemenin tek ve akılcı yolu demokratik açılımları sürdürmek ve Kürtlerin hak ve özgürlüklerini kabul ederek yasal güvenceye kavuşturtmaktır. CHP ırkçı politikalarla gelişme sağlayamadığını deneyerek gördü. Ayrıca CHP içindeki Kürtler ırkçı politikalardan rahatsızlar. Yeni açılımlar onlar içinde dayatıyor.  Askeri kanatta gelişmelerin farkındadır.  Her şeyden önce silahla bir yere varılmayacağı görülmüştür.  Aynı şey PKK içinde geçerlidir.  Bu konuda daha kat edilmesi gereken çok yol var.  İşin içine silah karışınca  bir çok güçte  işe girer.  Bu bakımdan bir çırpıda böylesi  büyük bir sorunun çözülmesi beklenemez.  Provokasyonlar,  bir çok belirsiz karmaşık girişimler her an mümkün.  Buna karşın gerek geniş halk kitlelerinin ve gerekse yöneticilerin geldiği nokta silahlı durumun sonlandırılması konusunda barışçı çabaları yoğunlaştırıp sonuç almaktır.  Devletin sivil ve askeri kesimlerinde de böyle bir yaklaşım konusunda uyumun olduğu görülüyor.  İktidar ayrıca Irak Kürdistanı’yla da iyi komşuluk ilişkileri kurma niyetini gösteriyor.  Irak Kürdistan yönetimini yok sayma ve onlara karşı bir politika,   yürütmenin de Türkiye’nin çıkarına olmadığı anlaşılmış bulunuyor.  PKK’de silahla bir sonuca varamayacağının ve sürecin aleyhlerine çalıştığının bilincinde.  Her geçen zaman durumu PKK için daha da zorlaştırıyor.  Batılı ülkelerce “terörist” olarak damgalanmış olması,  ABD tarafından kabul görmemesi,   aksine ABD’nn kendisini “düşman” kabul etmesi,  İran gibi komşuların Türkiye’ye bu konuda destek vermeleri ve Irak Kürdistan  yönetiminin Türkiye ve ABD tarafından gittikçe  bu konuda zorlanması,  yorgun PKK’nın da barışçı yolları benimsemesi durumunu dayatıyor. 
Ancak, şu bilinmelidir ki PKK başından beri “barıştan”,  ”barışçı çözümden” söz ediyor.  Burada yeni bir şey yok.  PKK’nin “barışçı” çözüm için ön koşulu “kendisinin”, daha doğrusu İmralı adasında hükümlü/tutuklu  “önderlerinin”,  ”muhatap” alınmasıdır.  Bunun gerçekçi bir talep olmadığı,  hatta aslında işi yokuşa sürmenin bir nedeni olduğu açık.  Türkiye gerek sivil ve gerekse asker kesimiyle “barış”ı PKK’nin kayıtsız ve koşulsuz silahları bırakması olarak biliyor.  Böylesi bir durumda “barışçı” söylemlerin gerçeği yansıttığını söylemek olası değil.  Gelişmelerin derinine inilmeden iyi niyet sahibi birkaç yazarın söylemleri olumluya doğru yönlendirmesiyle gelinen aşamayı yorumlamak olası değil.  Kuşkusuz iki tarafta silahla bir yere varılamayacağının bilincinde.  Ama eşitsiz güçler arasında “karşılıklı” sözleşmeye oturmak,  fizik yasalarıyla da uyumlu değildir ve olamaz.  Orta yerde bir “Kadeş meydan muharebesi” mi var ki, taraflar oturup konuşsun. Yok böyle bir şey. PKK, silahlı bir güç olarak belli bir etkinliğe sahip.  Ama bunun abartılmaması gerekir.  Dönüp,  dolaşılarak karakol baskınlarıyla,  yada askeri birliklere pusular ve mayın saldırılarıyla daha ne kadar uğraşılabilecek.  Bu tür mücadele yöntemlerinin günümüzde etkinliği ve hele hele başarı şansı yok.  Bu bakımdan eğer gerçekten barışçı çözüm isteminde içtenlik varsa geçerli,  mantıklı noktalardan hareket edilmelidir.  ”Eylemsizlik” gibi kavramlar,  realist bir anlamı asla ifade etmiyor.  Yer yüzünün her yerinde devletlerin “silahlı güçleri” vardır.  Bunun dışındaki silahlı gruplar ne sıfatla olursa olsun “kanun dışıdırlar”. Bunun içindir ki karşılarında kanunları egemen kılmakla görevli kolluk güçlerini bulurlar. İşte  “barışçı söylemlerin” içinde olanlar bunlar. PKK, barıştan söz ederek, barışı yakalayamaz. Gerçekçi ve geçerli yollarda yürüyerek, Kürt halkını zora ve sıkıntıya sokan engelleri kaldırarak ve olmazda ısrar etmeden siyasi kanallara girmelidir.  Bu durum zaman zaman iyimserliklere yol açmasına karşın her an tersyüz olma yapısındadır. Dilerim ki “barış“ konusunda “Bir musibet,  bin nasihatten iyidir.” Sözü geçerli olmasın. Yayılan iyimserlik bu durumuyla gerçek durumu yansıtmıyor. 

Devletin Kürt sorununa çözüm arayışı kendi iradesi dahilinde oluşturduğu bir söylem midir, yoksa Kürt hareketinin geldiği nokta ve küresel, bölgesel dinamiklerden kaynaklanan bir değişim midir?

Devletin Kürt sorununu çözme arayışları hem kendi iradesini hem de küresel bölgesel dinamiklerin dayatması ve dahası ve en önemlisi Kürt ulusal demokratik taleplerinin tüm baskılar karşısında yıllar yılıdır ısrarla kendini dayatmasıdır. Böylesi bir durumda ve gittikçe yaygınlık ve etkinlik kazanan Kürt demokratik muhalefeti ve dünyayı saran demokratik ve özgürlükçü rüzgara karşı Türkiye’nin statükoda direnmesi olanaksız bir hal aldı.  Dünya eski dünya değil,  Kürtler eski Kürt değil ve Türkiye eski yapısıyla ayakta kalamayacak noktaya gelip dayandı.    Ancak 80 yıl zor ve baskıya dayanarak,  bir yalanla yürünebilindi.  Yalanlar asla ilanihaye ayakta kalamaz.  Bir gün gerçek onu kökünden sarsarak yerle bir eder.   İşte ”Türkiye’de yaşayan her kesin Türk olduğu” yalanı ancak bu kadar yürütüldü.   Şimdi bu yalanın yerini gerçek alıyor.  Bunun için de köklü düzenlemeler kendini dayatmış durumda.  İşte Kürt sorununda devletin arayışları bu iç ve dış dayatmaların sonucudur.

Peki, devletin Kürt sorunun çözümü konusunda beyan ve değerlendirmelerini temenniden ibaret olarak mı değerlendirmek gerekir? Yoksa sahip olduğu bir yol haritasının varlığından bahsedebilir miyiz, varsa içeriği konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Kürt sorunu konusundaki resmi söylem ve demeçler kanaatimce salt  bir temenniler yumağı olarak adlandırılamaz.  ”Yol haritasına”  gelince,  alışılagelen anlamda böyle detaylı bir planının olduğunu söylemek göründüğü kadarıyla olanaklı değil. Devlet Kürt sorununa “bireysel haklar” ve bir takım kültürel hakların tanınması olarak yaklaşıyor.  Devletin bugünkü anlayışı bu.  Örneğin,  Kürtçe yayınların serbest bırakılması,  birkaç üniversite de “Kürdoloji” bölümlerinin açılması ve muhtemelen ileri bir zaman dilimi içinde ana dilde eğitim olanaklarının verilmesi gibi. Gerisi Kürt ulusal demokratik hareketinin mücadeledeki etkinliğine bağlı olarak kendisini dayatacaktır. Dünyadaki demokratik ilerlemeler de Kürt demokratik hareketinin lehinedir. Bu konuda bireysel hak ve özgürlükleri küçümsemek, yada reddetmek değil ona sahip çıkarak kapsamını genişletmek ve yasal güvencelere kavuşturulması konusunda savaşım vermek gerekir. Türkiye’de demokratik açılımların gelişip yaygınlaşması ve sağlam temellere oturması herkesimden önce Kürt halkının yararına olacaktır. Kürt halkının dili, kültürü  konusundaki her adım desteklenmeli, ama onun daha da genişletilip geliştirilmesi konusunda mücadeleye ısrarla devam edilmesi gerekir.
 
Kürtlere gelirsek, bu olup bitenler karşısında Kürtler bu sürecin neresindedirler? Sorunun öznesi olmalarına karşın çözümünde oyuncu mu yoksa seyirci midirler?

Ulaşılan aşamayı ve gelişmeleri tek bir faktöre bağlamak olanaklı değil.  Kürtler kuşkusuz konunun öznesi.  O olmasaydı Kürt sorunundan söz etmekte mümkün olmazdı. Çözümünde de demokratik mücadelesi dayatıcıdır. Tarihte bir çok irili ufaklı halkın ve halk topluluğunun eriyip tarih sahnesinden çekildiğini biliyoruz. Ama Kürt halkı var olmakta ısrar etmiş ve yüzyıllarca bunun savaşımını vermiştir. Günümüzde illa bir kesim olarak masalara oturup hakları formüle etmek koşul değildir.  Kürt sorunun çözümü,   Türkiye’deki genel demokratikleşmenin olmazsa olmaz esasını oluşturmuş bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında Kürtler sürecin izleyicileri değil,  oyuncularıdır da. Kuşkusuz gerek nicel durumları ve gerekse demokrasi konusundaki deneyim ve donanımları kendi başlarına Türkiye’yi dönüştürme şansına sahip değildir. Kürt sorunu Türkiye’de Kürtler kadar Türklerin de sorunudur ve bu çözülmeden iki halka da barış, özgürlük, refah ve sükunun yollarının önünü açmak olanaklı değildir . Kürtler yürüyen siyasetteki rollerini arttırdıkça, demokratik açılımları dayatıp sahiplendikçe  sorunun çözümündeki rollerini daha güçlü bir biçimde öne çıkaracaklardır.

Kürtlerin birlikte yaşama, federasyon ve bağımsızlık gibi talepleri gündeme geldiğinde bir kısım Kürt aydın, parti ve hareketleri ilk etapta "Kürtlerin ayrılma diye bir talepleri olmadığı" garantisini verdikten sonra söze, tartışmaya başlıyorlar. Böyle bile olsa, Kürtlerin ayrılma hakkı, "hak" olarak yok mudur? Bu hakkı kullanıp kullanmamayı Kürtlerin kendisine sormamak siyasal ve etik açıdan Kürtlere yapılan bir haksızlık değil midir?

Kürt sorununun çözümü için salt bir takım formüller yada başka yerlerde rastlanan çözüm biçimlerini önermek kuşkusuz hem gerçeğe, hem de gelişim süreçlerine aykırı olsa gerekir.  Sorun şu yada bu formülle çözülmeli diye ortaya çıkmanın geçerlilik payı yoktur. Konunun özü bence şudur: Kürt halkı kendi kendisini yönetmek istiyor. Bu  hangi biçimde olacak? Bunu halkın talebi ve somut koşullar belirleyecektir. Bir halka ayrılma hakkını yasaklamaya veya bunu bir ayıp gibi göstermeye kimsenin yetkisi ve hakkı yoktur ve olamaz. Bir halkın geleceğini belirleme hakkı halkın kendisine aittir ve bu hak vazgeçilmez ve karşı konulmaz bir haktır.

Katılımcı Demokrasi Partisi’nde Genel Başkan Siyasal Danışmanlığı görevinde bulundunuz. DTP dışındaki legal Kürt parti ve hareketlerinin nicel anlamda varlık gösterememelerinin nedenleri sizce nelerdir?

DTP dışındaki Kürt parti ve oluşumlarının nicel anlamda varlık gösterememeleri konusu uzun tahlilleri gerektirir ve bu söyleşimizin sınırlarını aşar.  Ancak bu konuda sizi yanıtsız bırakmamak için bir iki noktaya kısaca değinmek istiyorum. DTP dışındaki legal Kürt parti ve oluşumları sorunun çözümü için barışçı siyasi mücadeleyi öngörüyorlar. Türkiye’de yıllar yılı ulusal varlığı yok sayılan, baskı ve zulüm altında tutulan, geri sosyo/ekonomik bir yapıya sahip bir kitleyi kıssa zamanda demokratik savaşıma kanalize etmek; demokratik hak ve özgürlüklerini demokratik bir düzende elde edeceğine onu inandırmak çok zor. Zor ve baskı karşıtını doğurur. Hep baskı ve zoru gören Kürt halkı çoğunlukla bunu yapanlara ciddi güvensizlik içindedir. Kendisine yıllar yılı baskı ve zoru reva görenlerin ona özgürlük tanıyacağına inanmaz. Bu inancını kırmak çok zor. Esasen Türk halkı bile demokrasiyi içselleştirecek bir konuma gelememiştir. Batıllar bunun için yüzyıllarca mücadele verdiler.  Demokrasi bilinç ve inancını yaratmak kolay değil. Zamana ve çok ciddi çalışmalara gereksinim duyar. Ama,  aşiret yapısından bile henüz kurtulamamış baskı alındaki bir topluma zora karşı zoru önerdin mi bunu algılaması daha kolay olur. Barışçı yol ve yöntemler yılları alır ve genç kesimin tatmin duygularına, çelişkilerine, enerji ve heyecanına yanıt vermez.  Uzun bir mücadeleyi değil, çabuk sonuç verecek yöntemler daha çekici gelir. Gizemli kavramlara sahip mücadele yöntemleri her zaman genç kesimden yandaş bulma şansına sahiptir. 
Zora karşı zor adımını atıp yandaş bulunca gerisi gelir. Bu Latin Amerika’da Asya ve Afrika’da böyle olageldi.  Zaman zaman toplumları saran rüzgar onu sürükler. Tarihin belli dönemlerinde ve yer yüzünün belli yerlerinde milyonları sürükleyen rüzgarların estiği görülmüştür. Büyük acılara ve yıkımlara neden olan bu gelişmeler durulmuş, sakinleşmiştir.  Böylesi durumları sosyo/psikolojik,  tarihsel ve sosyo/ekonomik bir takım temellerle açıklamak olanaklı. Ne olursa olsun kitlelere her zaman doğru şeyleri benimsetmenin olanağı yoktur. Zaman en doğru hakimdir ve eninde sonunda doğruları ortaya çıkarır ve hükmünü verir. Bu bazen geç, bazen erken olur.  Ama olur.

Sayın Aksoy yazın alanında kitap, makale, şiir, öykü ve çeviri çalışmalarınız mevcut. Okuyucularınızla buluşacak yeni yazın çalışmalarınız var mı?

Birikmiş Kürtçe kısa öykü çalışmalarımı yayımlamak istiyorum.  Bir roman çalışmam var ve bir de artık yaşadıklarımı yazıya dökmenin zamanı geldiği kanısındayım.

Değerli zamanınızı bana ayırdığınız için teşekkür ederim.

Bana belli konularda görüşlerimi açıklama olanağı tanıdığınız için ben size teşekkür ediyorum.

Yayınlanma:: 2009-06-06
Tags: