Hükümetin Kürt Açılımı'nı “devletin bütün kurumlarıyla” ifadesini kullanarak açıklaması ilk etapta bunun bir devlet projesi olduğu kanaatini uyandırmıştı. MHP ve CHP'nin sert çıkışları ve ardından Genel Kurmay Başkanı'nın
açıklamaları bu projenin “devlet” değil de “hükümet” projesi olduğu gerçeğini gösterdi. Sonuçta Başbakan Erdoğan kısa, orta ve uzun vadede anayasa değişikliğini de kapsayacak demokratik reform sürecini bütün engellemelere rağmen ne pahasına olursa olsun hükümet olarak sürdüreceklerini çeşitli vesilelerle dile getirdi.
Genel kanaat AKP'nin 2007 genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı referandumu oylamasında izlenen sürece benzer bir yol izleyerek, sürecin en önemli aşaması olan anayasa değişikliğini 2011 Kasım seçimlerinde almayı planladığı başarının ardından gerçekleştirmesi. AKP'nin Kasım 2011 seçiminde, 2007 seçiminin de üstünde bir başarı ile çıkması kuşkusuz gerek muhalefete, gerekse Genel Kurmay'a karşı elini kuvvetlendirecek, açılım sürecini götürmek istediği son noktaya kadar götürmesine yardımcı olacaktır. Kısaca 2011 seçimlerini AKP açısından “Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım” sürecinin finali olarak yorumlayabiliriz. Tabi bunların hepsi şuan için birer varsayım olmakla beraber Türkiye ve bölgedeki gelişmeler sonuçta süreci belirleyecektir.
AKP, bir yandan sivil muhalefet ve askeri belirli bir noktada tutup sürece devam etmeye çalışırken diğer yandan Kürt çevrelerinin nabzını da tutmaya çalışmaktadır. “Açılım” sürecinde Kürtlerin özellikle DTP'nin tavrını burada incelemekte yarar var. DTP, kısır bir döngü misali sorunun çözümünde muhatabın kendileri değil İmralı, Abdullah Öcalan olduğunu söyleyip durmaktadır. Herkesin birbirini “topu taca” atmakla itham ettiği bu günlerde, topu taca atan aktörlerden birinin de DTP olduğunu vurgulamak gerekir.
Kürt sorununun çözümüne ilişkin DTP'nin tüzük ve programatik anlamda sorunun muhatabı “PKK lideri Öcalan'la görüşülmelidir, DTP'nin ana programatik hedefi budur” diye bir tanımlaması yoktur. Ayrıca mevcut yasal çerçevede olması da mümkün değildir. DTP, ”Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarının elde edilmesinin yolu Öcalan'la devletin görüşmesinden geçer” mantığına takılıp kalması hem siyaset bilimi açısından hem de siyasi söylem açısından ters bir saplantıdır.
Aynı anlayış PKK için de geçerlidir. Oysa PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın konuya ilişkin Hasan Cemal ile yapmış olduğu söyleşide “diyalog yeri İmralı’dır” demesine karşın, “kabul edilmiyorsa, diyalog yeri biziz. Bizi de kabul etmiyorsa, siyasal olarak seçilmiş iradedir” hatta “akil adamlardır” görüşü kendi mantığı içinde tutarlık taşımaktadır. Ne yazık ki bu söylem Abdullah Öcalan tarafından açıkça veto edilmese bile DTP’nin özellikle Eşbaşkanı Emine Ayna’nın açıklamaları sürece damgasını vurmuştur.
Abdullah Öcalan'nın “10 yıldır ilk defa rahat kafa ile uyudum” sözü dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dan Kürt açılımı konusunda haber getiren ve ara bulucu olduğu söylenen KYB lideri Celal Talabani'ye söylenmiştir. Bilindiği üzere Turgut Özal'ın ani ölümünü / öldürülmesini Öcalan, “kaçırılan tarihi fırsat” olarak değerlendirmektedir. Şimdi 1993'deki süreçte Özal'ın yapmak istedikleri ile 2009'da AKP hükümetinin yapmayı tasarladıkları arasında fark nedir sorusunu sormak gerekmez mi? 1993'de yapılmak istenenler fakat yapılamayanlar bugün yapılmak istenenlerin devamı niteliğinde değil midir? Hem de uluslar arası konjonktürün Kürtlerin ve Türkiye'deki sivil siyasetin lehine olduğu bir dönemde. Kürtlerin Özal'a biçtiği pozitif tavır ve kredinin onda birini neden Kürtler, AKP hükümetine ve Erdoğan'a tanımak istemedikleri başlı başına ilginç bir tartışma konusudur.
Seksen altı yıldır Kürt sorunu politikacısından askerine, sanatçısından sendikacısına ve sokaktaki insana kadar bu yoğunlukta tartışılmamıştır. Kürtlere düşen sorumluluk tartışmalara katkı sağlayacak, yol açacak duruş ve düşüncelerle bu sürece destek vermektir. Hükümet şimdiden idari değişikliklerle bu süreci başlatmıştır. Bunu görmemek büyük bir yanılgı olur. 1 Ocak 2009'da TRT Şeş'in yayına başlamasına sırt dönen DTP, aynı tavrını sürdürmesi durumunda, farkında olmadan MHP ve CHP'nin değirmenine su taşıyabilir. AKP ise kendi bildiği yolda süreci götürmeye çalışırken, Kürtler muhataplık tartışmalarına takılı kalıp temel ulusal ve demokratik hakları tartışmada sürecin dışında kalma riskiyle karşı karşıya olabilirler. Oysa DTP ve diğer Kürt çevreleri yılların vermiş olduğu birikimlerini kullanarak süreçte taraf olduklarını akılcı politikalarla göstermelidirler.
Ayrıca çözüm sürecini provaka etmek için yalnızca 33 askerin veya gerillanın öldürülmesi gerekmemektedir. Bu sürecin muhatabı olan ama topu taca atan siyasal aktörlerin kısır tartışmaları da süreci provaka edebilir. Süreç DTP'li kadroların sivil siyasal mücadele alanından alınarak ceza evlerinde enterne edilmeleriyle de provaka edilebilir. Önemli olan bu süreci sonuna kadar götürmek isteyen, elini taşın altına koyup kolundan olacağı hesabını yapan çevrelerin kendi bindikleri dalı kesmemeleridir. 090924
Yayınlanma:: 2009-09-24