İster adına “Kürt Açılımı”, ister “Demokratik Açılım” isterse “Milli Birlik Projesi” densin, devletin seksen küsur yıl önce yaratmış olduğu bir tabu, toplumun bütün kesimleri tarafından yoğun şekilde tartışılmakta. Bu proje T.C tarihinin demokratikleşmeye yönelik en ciddi söylemi.
Adım atılması bir yana, tartışılması bile toplumda büyük sarsıntılar yaratmakta. “Kürt Açılım”ın başarı şansı ve varacağı noktayı kuşkusuz yaşadığımız günler gösterecektir.
Bu açıdan “Açılım” bir devlet mi yoksa hükümet projesi mi? “Açılım” tartışmalarında AKP ve Kürtlerin tavrı. TSK'nın “Açılım”a ilişkin tavrı ve Kürtler. Kürtlerin bireysel ve kolektif hakları kapsamında “Açılım”ın boyutları. Türk etnik kimliğinin açılıma ilişkin tavrı ve Kürt dili serbestisinin Kürt sorununun çözümündeki rolü başta olmak üzere gündeme ilişkin sorularımızı gazeteci, yazar ve çevirmen Muhsin Kızılkaya yanıtladı. / Çetin Çeko
"Etnik meseleler hiçbir zaman nihai olarak çözülemezler. Eline silah alıp egemen devlete karşı savaşanlar, savaşı kazanırlarsa eğer, kendi devletlerini kurar, böylece sorun çözülür. Ama eğer silahlı savaş kazanılmamışsa, o sorunun tam anlamıyla herkesi tatmin edecek şekilde çözülmesi de imkansızdır."
"Hakların, bireysel düzeyde tanınıyor olması, bazı iyileştirmelerin yapılması kuşkusuz yararlı bir şeydir. Bana verdiklerini ben istemiyorum demek, çözümsüzlükte diretmektir. Verilen her hakkı bir kazanç olarak görmek gerekir. Her şeyi bir pakete sığdırıp o paketi sunmaya kalkıştığınızda hiç kimseyi memnun edemezsiniz."
"Kürtler, dinleri ve renkleri dolayısıyla değil, dilleri nedeniyle baskı altındadırlar, dolayısıyla kimliklerinin en önemli aracı dilleridir. Her şeyden önce yangından ilk kurtarılacak olan şey dildir."
"Bugün eğer Türk halkı, Kürt sorunu çözüldüğü zaman daha zengin olacağına ikna edilirse, sorunun çözümüne hiçbir engel çıkarmaz. Bence halk düzeyinde bugün bile böyle bir engel yoktur. Sorun daha çok psikolojiktir bana göre. 80 yıl bir şeyin varlığını inkar edip sonra aniden onu kabullenmek kolay bir şey değil."
Devlet, yüzyıldan beri kangren olmuş Kürt sorununu her zaman bir biçimde çözmeye niyetliydi ama bu niyetini her defasında “zorla”, “bastırmayla”, “inkarla” ve “asimilasyonla” gösterdi. Bütün bu yöntemlerin çözüm olmadığını gördükçe de, sorunu her defasında halının altına süpürdü. Yoksaydı, yok sayarak sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağını varsaydı. Aslında bu “yok sayma” bir gelenek olarak bugüne kadar sürdü. Gelen her hükümet sorunu öteki hükümete devir etti. Gelen de, “önceki haletmediğine göre ateşteki kestaneleri neden ben toplamak zorundayım” diye sordu kendine ve sorunu bir sonraki hükümete havale etti. Böyle böyle bugüne gelindi. Gelirken de Kürtler boş durmadı tabi. Zaman zaman isyan etti, zaman zaman rahatsızlıklarını çeşitli biçimlerde dillendirdi.
Bugün yeni bir dönemdeyiz artık. Türkiye Cumhuriyeti daha demokratik bir ülke olmaya karar vermiş gibi görünüyor. Daha doğrusu dünya böyle bir ülke olmasını istiyor, olmasa eğer daha yoksallaşacağını, daha küçüleceğini biliyor. O halde dünya ile yarışan, uygar dünyanın bir parçası olan bir ülke haline gelmenin yolu, istikrarlı bir ülke olmaktan geçer. İstikrarsızlığın kaynağı da ne yazık ki Kürt sorunudur. Bu sorunu çözmeden özlediği bir ülke olmasına imkan yoktur.
Onun için ben bugünkü “açılım” meselesini daha çok bir “demokratikleşme hamlesi” olarak görüyorum; yani medeni bir ülke olma girişimi… Kendi yurttaşlarına zulmeden, dilini, varlığını inkar eden, yurttaşlarının bir bölümüne “öteki” muamelesini yapan bir ülke medeni bir ülke olamaz. Dolayısıyla devlet bundan sonraki geleceğini böyle bir ülke olmaya bağlamışsa, “son açılım” bir hükümet girişimi olamaz, daha çok bir devlet girişimidir. Burada bizi şaşırtan şey, iş başındaki hükümetin şimdiye kadar alıştığımız hükümetlere benzemiyor oluşundandır. Yani iki dönemdir hükmeden bir hükümetin iki dönem daha iktidarda kalmasının yolu Kürt sorunu prangasından kurtulmasıyla mümkündür. Bu hükümet ve lideri Erdoğan pragmatisttir ve bu özelliği de iyi bir şeydir.
Son hamle, iyi bir niyet gösterisidir. Bu niyette kararlı olunursa sonuç almak mümkün olacaktır. Unutmayalım, “en uzun yürüyüş, küçük bir adımla başlar” demiş bir filozof, ben de buna inanıyorum.
Türk ordusu herhangi bir “çözüm” için angaje olmadan “tarihi bir fırsat”tan söz edilemeyeceği yorumlarına karşın, hükümetin bu sorunun "çözümü" ile birlikte siyasal vesayet sistemini de ortadan kaldırabileceği yorumları yapılmakta. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Kürt sorunu çözülürse, Türkiye’de vesayet rejimi ortadan kalkar. Faşist partilere gerek kalmaz, milliyetçiler evlerine gider, siyasetle uğraşmak yerine başka bir iş bulurlar kendilerine. Genelkurmay Başkanının protokoldeki yeri değişir. Başbakan’a bağlı olmaktan çıkıp Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanır. Siyasi demeçler veremez, verirse eğer bundan sonra yargılanır. Makamında oturup savaş sanatı üzerine kafa yorar, kendi asıl işine daha çok vakit ayırır.
Yani anladığımız, Türkiye’nin demokratik modern bir ülke olmasının yolu, bu sorunun kesin hallinden geçer. Sorun çözülmedikçe de yukarıda saydığımız durum devam eder. Dolayısıyla bütün harcamaları Sayıştay denetiminin dışında kalan ordunun konumu bundan sonra başka türlü telakki edilecek. Bu hamle bir güç savaşıdır. Eğer niyetini açıkça belli etmiş olan hükümet kazanırsa, bütün ülke kazanacak, ama hükümet değil de vesayet rejiminin devamından yana olanlar kazanırsa, bütün ülke kaybedecek. Türkiye, ya Ortadoğu’da Baasçı bir zihniyetle yönetilen bir üçüncü dünya ülkesi olarak kalacak, ya da uygar dünyanın bir parçası, AB’nin üyesi olacaktır. Bugün bu tercihin savaşı yapılıyor. Bunun turnusol kağıdı da Kürt meselesidir.
Hükümet Kürt açılımı konusunda atacağı adımların çerçevesini bire bir somutlaştırmamasına rağmen, ilk etapta Kürtleri onure edecek jestlerden hareketle anayasal değişiklik gerektirmeyen, özel TV kanalları, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması türünden adımların atılacağı söylenmekte. Başbakan Erdoğan uzun vadede anayasa değişikliğinden de bahsetti. Fakat bu değişikliğin ulusal veya bireysel haklar düzeyinde olacağı konusda bir şey söylemdi. Sizce vatandaşlık hakları düzeyinde bir çözümün kalıcılığı olur mu? Bireysel ve kültürel hakların sorunun çözümüne katkısı yeterli midir? Kürtlerin ulusal hakları ne olacak? Bu açıdan somut olarak atılması gereken başka hangi adımları sıralayabiliriz?
Etnik meseleler hiçbir zaman nihai olarak çözülemezler. Eline silah alıp egemen devlete karşı savaşanlar, savaşı kazanırlarsa eğer, kendi devletlerini kurar, böylece sorun çözülür. Ama eğer silahlı savaş kazanılmamışsa, o sorunun tam anlamıyla herkesi tatmin edecek şekilde çözülmesi de imkansızdır. Sorun ancak yavaşlatılabilir, acısı birazcık dindirilebilir, şiddeti azaltılabilir. Bunun yolu da kuşkusuz daha fazla demokrasiden geçer. Yani egemenlerin istikrarlı, demokratik bir ülke olmak gibi bir niyetleri varsa, bunun içine etnik meselenin şiddet dozunu azaltacak birtakım hakları tanımak gibi bir zorunluluğu vardır. Kendi egemenliğinden vazgeçen devlet görülmemiştir, hatta kolay kolay paylaşmaya bile razı olmazlar.
Burada Kürtlerin yapması gereken, kendilerine tanınacak olan, gasp edilmiş doğal hakları olduğunu bilmeleridir. Kürtlerin şimdi hiçbir lütufa ihtiyaçları yoktur. Kimse Kürtlere acıdığı için bazı haklar verecek değil. Anadil tartışma konusu yapılacak bir şey değildir. Bunlar doğal haklardır ve çoktan iade edilmiş olmalı gerekiyordu. Bu hakların, bireysel düzeyde tanınıyor olması, bazı iyileştirmelerin yapılması kuşkusuz yararlı bir şeydir. Bana verdiklerini ben istemiyorum demek, çözümsüzlükte diretmektir. Verilen her hakkı bir kazanç olarak görmek gerekir. Her şeyi bir pakete sığdırıp o paketi sunmaya kalkıştığınızda hiç kimseyi memnun edemezsiniz.
Eğer bugün Kürtlerin ayrılmak, ayrı bir devlet kurmak gibi bir niyetleri yoksa, Türkiye’yi ortak vatan olarak görüyorlarsa -ki büyük çoğunluğu böyle görüyor bence- o halde sorunun demokrasinin kuralları içinde çözümünden yana olmalı. Kendi anadilleriyle ilgili kazanılmış her hakkı analarının ak sütü gibi helal bir şey olarak görüp sahiplenmeli. Bugün Kürt kimliğinin esasını Kürtçe teşkil etmektedir. Çünkü Kürtler, dinleri ve renkleri dolayısıyla değil, dilleri nedeniyle baskı altındadırlar, dolayısıyla kimliklerinin en önemli aracı dilleridir. Her şeyden önce yangından ilk kurtarılacak olan şey dildir. Bunun için açılacak olan Kürdoloji enstitülerine, TRT Şeş gibi kazanımlara şiddetle sahip çıkmalı, oralara girip çalışmalı, daha da gelişmelerine yardımcı olmalılar. Kurtarılacak her Kürtçe kelime, sıkılacak binlerce mermiden daha iyi bir şeydir. Ve özgürlüğü kavuşmuş her Kürtçe kelime, kurulacak despot bir devletten daha kıymetlidir bence.
Türkiye’deki vesayetçi sistem, toplumdaki iki kesimi Kürtleri ve İslamcıları merkezin dışında algılamakta, bu kesimleri "yasa dışı" olarak görmekte. AKP'nin merkez ile merkez dışı iki kesim arasında dengeyi kurmaya çalıştığı bu yüzden hem devletçi tavrını gösterip hem de onları koruduğu değerlendirmesine ne diyorsunuz?
AK Parti’nin başından beri kendini devlete “beğendirmek” gibi bir gayreti olduğu muhakkaktır. Ak Partiyle birlikte ilk defa, -eski Stalinist jargonla söylersek- halk iktidara geldi Türkiye’de. Cumhuriyetçi elitlerin egemenliği seçim yoluyla son buldu. Başbakanlığa eşinin başı kapalı biri geldi, yetmedi Cumhuriyet’in kalesi olarak görülen Çankaya’ya da eşinin başında türban olan bir Cumhurbaşkanı çıktı. Oysa orası “elitlere” rezerveydi, papyon takanlar, frak giyenler, saçlarını topuz yapanlar çıkabiliyordu şimdiye kadar oraya. Ak Parti beklenmedik iktidarına kendisi de şaşırdı, çok oy almışlardı. Yavaş yavaş, hazmede hazmede kendilerini kabul ettireceklerdi muktedirlere. Dudak bükerek, alay ederek baktılar uygulamalarına ama çok az hata yaptılar. Beklendiği gibi hiç de ülkeye İran’a benzetmediler. Dalga geçtikleri, küçümsedikleri, yasakların içine hapsettikleri İslamcılar iktidara gelince, yine yok saydıkları, kimlikleri inkar ettikleri, hapislerde ve sürgünlerde yaşattıkları Kürtlerin demokratik haklarını onlara iade etme görevinin yine İslamcılara düşeceğini kimse tahmin etmiyordu. Onlar ancak kendi dertleriyle uğraşabilir, ancak kendi iktidarlarını kabul ettirebilirler, yaygın düşünce buydu. Ama öyle olmadı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan demokratik reformların büyük çoğunluğu bu iktidar döneminde yapıldı. İlk defa Genelkurmay başkanı her hafta gidip bir Başbakana brifing veriyor.
Soruna gelince. Bu duruma gelmiş bir hükümet, halktan aldığı desteğin her geçen gün büyüdüğünü görünce de Kürt sorununa el attı. Uzun erimli iktidarda kalmanın yolunun bu sorunun çözümünden geçtiğini gördü çünkü. Sonuçta Ak Parti iktidarda. İktidarda olan bir partinin kendi devletini yıktığı görülmemiştir. Tabi ki devleti koruyacak, sonuçta o devlete yönetmeye gelmiştir oraya. Bu dengeyi koruması da son derece olağandır bana göre.
Bilindiği üzere "ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkı" BM'in de kabul ettiği fakat Kürtlere uygulanmayan uluslararası hukuki bir hak. Bu konuda gündeme gelen tartışmalarda bir kısım Kürt aydın ve çevreleri "Kürtlerin ayrılma diye bir taleplerinin olmadığını" söylemekteler. Oysa "kendi geleceğini belirleme hakkı" ayrılma ve birlikte yaşama alternatiflerini birlikte içermektedir. Buna da ulusun kendisi karar vermesi gerekmiyor mu? Kürt aydın ve politik çevreleri "kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkı"nı Kürt halkının kendisine bırakılmasını talep etmeyip, bu konuda kesin hükümlere varması ne derece doğru?
Bir referandum mu öneriyorsunuz bilmiyorum. Ulus devletlerin çağı 2. dünya savaşından sonra son buldu. Türk ulus devletine bu kadar öfke duyup Kürtlere bir ulus devlet önermek bilmiyorum ne kadar akılcıdır. Söylediğiniz ilke nasıl harekete geçer gerçekten benim bir formülüm yok. Hem sonra halk dediğiniz kim? Sıradan insanların bu sorunlarla ilgili çok ilginç, çok kapsayıcı fikirleri olduğunu sanmıyorum. Bir halkın temsilcileri onların aydınları, entelektüelleri, onlar adına politika yapan kurumları, partileridir. Bu kurum, kişi ve partilerin ortak bir fikirde buluştuklarını da sanmıyorum, ayrıca buluşmaları da gerekmiyor. Halkın geleceği üzerine yapılacak tartışmaların çok sesli olmasından son derece fayda var. “Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı ilkesi” üzerine aydınlar konuşmayacaksa, o vakit bir sandık koymak gerekir ve halka ayrılmak isteyip istemediğini sormak gerekir. Türkiye’de yapılacak böyle bir referandumdan, -kişisel fikrim- büyük çoğunluk birlikte yaşamaktan yana tercih yapar. İstanbul artık Hakkari kadar Kürtlerindir de. Kimse bulunduğu yeri terk etmek istemez.
Yapılması gereken, demokratik Avrupa’nın açtığı yoldan yürümektir. Kopenhagen Kriterleri hayata geçirilir, Kürtler Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit birer yurttaşı olarak, temel hakları Anayasal güvenceye alınmış bir şekilde Türkiye’de özgür bir şekilde yaşarlar. Bana en akılcı çözüm buymuş gibi geliyor.
Kürt sorununa Kürtlerin varlığını kabul etmeyen devletle Kürtler arasında yaşanan bir sorun olarak bakılmasına karşın, en önemli engellerden biri de, Türk etnik kimliğinin diğer etnik unsurlarla eşitliği kabul etmemesi tespiti. Kürt sorununa ilişkin son dönemlerde yaşadığımız bütün bu tartışmaların "Kürtlerin Kürt olmadığını" iddia eden kesimin, bu topraklarda “Kürtlerin Kürt ve eşit olarak yaşama hakkına sahip oldukları”na ikna edilmesi, Kürt sorununun çözümünde can alıcı adım olduğu söylenmekte. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Ben bu kadar şiddetli bir ikna meselesi olduğunu düşünmüyorum. Türkler son derece faydacı bir millettir. İbni Haldun’un bahsettiği “uygarlık çemberi” tezi sanki onlar için icat edilmiştir. Haldun’a göre tarihin belirli evrelerinde büyük değişimler olur, bazı milletler bu büyük değişimlere ayak uydurur, uygarlık çemberinin içinde kalırlar, bazıları ise bu çemberin dışında kalır. İçinde kalan toplumlar sürekli gelişir, değişir, dışında kalanlar ise statik hallerini muhafaza ederler. Farsların, Arapların bu çemberin dışında kaldığı muhakkak, ama Türkler her dönemde bir yolunu bulup çemberin içinde kalmışlar. İşte Tanzimat, yetmedi meşrutiyet, yetmedi cumhuriyet, cumhuriyet yetmedi Avrupa Birliği… Bütün bu çabalar daha yadsınacak şeyler değil.
Bugün eğer Türk halkı, Kürt sorunu çözüldüğü zaman daha zengin olacağına ikna edilirse, sorunun çözümüne hiçbir engel çıkarmaz. Bence halk düzeyinde bugün bile böyle bir engel yoktur. Sorun daha çok psikolojiktir bana göre. 80 yıl bir şeyin varlığını inkar edip sonra aniden onu kabullenmek kolay bir şey değil. Din değiştirmek gibi bir şeydir. O zaman sorurlar adama, şimdiye kadar bütün bu acıları biz niye çektik diye? Sorun bir halklar sorunu değil, bir elitler, bürokratlar sorunudur. Çünkü bu sorunu bürokratlar, elitler yarattı. Öncelikle kendilerinin ikna olması lazım, öncelikle kendi kurdukları yalan dünyayı kendilerinin yıkması lazım.
Çözüm niyeti şimdi ortaya çıkmıştır. Bu niyet pratik adımlara dönüştüğünde halk geniş bir nefes alacak. Zaten halkın birbiriyle çok büyük sorunu yok. Çünkü kültürün tanımı olan “yaşama alışkanlıkları” çok birbirine benzer iki halktır Türklerle Kürtler. Dinleri aynıdır, ayırt edici tek özellikleri dilleridir. Türklerin dillerini kolayca öğrenerek bu sorunu da aslında ortadan kaldırmışlar Kürtler. Sorun Türklerin Kürtleri biraz daha tanımasında. Yanı başında kız alıp verdiği komşusunu, akrabasını ne yazık ki tanımıyor Türkler. Onları bu hale getiren de ceberut devletleridir. Devlet kendini değiştirdiğinde, Türkler de değişecek, mesela büyük bir ihtimalle Kürtçe öğrenme merakı başlayacak, Kürt edebiyatı, sanatı daha çok ilgi çekecek. Zaten Osmanlı’da böyle değil miydi?
"Türkiye'de Kürt sorunundan çok Kürtçe sorunu var" diyorsunuz. Akla ilk gelen Kürt sorunu olmadan Kürtçe sorunu olmaz! Bununla ne demek istediğinizi açar mısınız?
Tabi ki Kürtçe sorunu Kürt sorunun nedenidir. Kürtlerin varlığı inkar edilmeseydi Kürt sorunu, dolayısıyla Kürtçe sorunu da olmayacaktı. Ama bugün gelinen noktada kimliğin inkarı ortadan kalkıyor. Yani artık kimse “Kürt yoktur” demiyor. Demiyor da Kürtçeye de serbesti tanımıyor. Zaten paradoks da buradan kaynaklanıyor.
Bu lafı ederken argümanım şuydu. Emin Maaluof’tan ödünç alarak söylersem; İnsanın hangi yönü baskı altındaysa kimliği odur. Zenciler renkleri, Müslümanları veya Yezidiler dinleri dolayısıyla baskı altındaysalar, kimlikleri dinleridir. Türkiye’deki Kürtlerin renkleri ve dinleri baskı altında değil, baskı altında olan dilleridir. Ve eğer bugün PKK de dahil olmak üzere Kürtlerin birçok parti, kurum ve bağımsız entelektüel şahsiyeti bağımsız bir Kürdistan talebinden vazgeçmişse, yani Türkiye’den ayrılıp ayrı bir devlet kurmak istemiyorsa, o zaman geriye tek bir şey kalıyor: Kürtçenin serbestisi! Kürtçenin önündeki bütün engeller kalktığında, Kürtçe kamusal alanda kullanılan bir dil haline geldiğinde, bir eğitim, sanat, kültür, bilimde dili haline geldiğinde sorun kendiliğinden ortadan kalkar. Kürtler eşit birer yurttaş olur ve Kürt sorunu da ortadan kalkar. Kuşkusuz bağımsızlık talep edenler hep var olacaktır, seslerini demokratik yollarla ifade ettikleri sürece hiç kimse için tehlike olarak bile görülmezler. Düşünce özgürlüğü de böyle sağlanır. 090929
Yayınlanma:: 2009-09-29
Adım atılması bir yana, tartışılması bile toplumda büyük sarsıntılar yaratmakta. “Kürt Açılım”ın başarı şansı ve varacağı noktayı kuşkusuz yaşadığımız günler gösterecektir.
Bu açıdan “Açılım” bir devlet mi yoksa hükümet projesi mi? “Açılım” tartışmalarında AKP ve Kürtlerin tavrı. TSK'nın “Açılım”a ilişkin tavrı ve Kürtler. Kürtlerin bireysel ve kolektif hakları kapsamında “Açılım”ın boyutları. Türk etnik kimliğinin açılıma ilişkin tavrı ve Kürt dili serbestisinin Kürt sorununun çözümündeki rolü başta olmak üzere gündeme ilişkin sorularımızı gazeteci, yazar ve çevirmen Muhsin Kızılkaya yanıtladı. / Çetin Çeko
***
"Etnik meseleler hiçbir zaman nihai olarak çözülemezler. Eline silah alıp egemen devlete karşı savaşanlar, savaşı kazanırlarsa eğer, kendi devletlerini kurar, böylece sorun çözülür. Ama eğer silahlı savaş kazanılmamışsa, o sorunun tam anlamıyla herkesi tatmin edecek şekilde çözülmesi de imkansızdır."
"Hakların, bireysel düzeyde tanınıyor olması, bazı iyileştirmelerin yapılması kuşkusuz yararlı bir şeydir. Bana verdiklerini ben istemiyorum demek, çözümsüzlükte diretmektir. Verilen her hakkı bir kazanç olarak görmek gerekir. Her şeyi bir pakete sığdırıp o paketi sunmaya kalkıştığınızda hiç kimseyi memnun edemezsiniz."
"Kürtler, dinleri ve renkleri dolayısıyla değil, dilleri nedeniyle baskı altındadırlar, dolayısıyla kimliklerinin en önemli aracı dilleridir. Her şeyden önce yangından ilk kurtarılacak olan şey dildir."
"Bugün eğer Türk halkı, Kürt sorunu çözüldüğü zaman daha zengin olacağına ikna edilirse, sorunun çözümüne hiçbir engel çıkarmaz. Bence halk düzeyinde bugün bile böyle bir engel yoktur. Sorun daha çok psikolojiktir bana göre. 80 yıl bir şeyin varlığını inkar edip sonra aniden onu kabullenmek kolay bir şey değil."
***
Hükümet, "Kürt Açılımı" konusunda "devletin bütün kurumları" ifadesini kullanarak devlet katında bir mutabakatın sağlandığını söylemişti. MHP ve CHP'nin sert çıkışları ardından Genel Kurmay Başkanı'nın açıklamaları projenin devletten çok hükümet projesi olduğu izlenimini veriyor. Ayrıca hükümet’in sorunu çözme iradesinin var olduğu ama baştan sona oluşturduğu bir çözüm haritasının bulunmadığı yorumları yapılmakta. Siz bu konuda neler diyebilirsiniz?Devlet, yüzyıldan beri kangren olmuş Kürt sorununu her zaman bir biçimde çözmeye niyetliydi ama bu niyetini her defasında “zorla”, “bastırmayla”, “inkarla” ve “asimilasyonla” gösterdi. Bütün bu yöntemlerin çözüm olmadığını gördükçe de, sorunu her defasında halının altına süpürdü. Yoksaydı, yok sayarak sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağını varsaydı. Aslında bu “yok sayma” bir gelenek olarak bugüne kadar sürdü. Gelen her hükümet sorunu öteki hükümete devir etti. Gelen de, “önceki haletmediğine göre ateşteki kestaneleri neden ben toplamak zorundayım” diye sordu kendine ve sorunu bir sonraki hükümete havale etti. Böyle böyle bugüne gelindi. Gelirken de Kürtler boş durmadı tabi. Zaman zaman isyan etti, zaman zaman rahatsızlıklarını çeşitli biçimlerde dillendirdi.
Bugün yeni bir dönemdeyiz artık. Türkiye Cumhuriyeti daha demokratik bir ülke olmaya karar vermiş gibi görünüyor. Daha doğrusu dünya böyle bir ülke olmasını istiyor, olmasa eğer daha yoksallaşacağını, daha küçüleceğini biliyor. O halde dünya ile yarışan, uygar dünyanın bir parçası olan bir ülke haline gelmenin yolu, istikrarlı bir ülke olmaktan geçer. İstikrarsızlığın kaynağı da ne yazık ki Kürt sorunudur. Bu sorunu çözmeden özlediği bir ülke olmasına imkan yoktur.
Onun için ben bugünkü “açılım” meselesini daha çok bir “demokratikleşme hamlesi” olarak görüyorum; yani medeni bir ülke olma girişimi… Kendi yurttaşlarına zulmeden, dilini, varlığını inkar eden, yurttaşlarının bir bölümüne “öteki” muamelesini yapan bir ülke medeni bir ülke olamaz. Dolayısıyla devlet bundan sonraki geleceğini böyle bir ülke olmaya bağlamışsa, “son açılım” bir hükümet girişimi olamaz, daha çok bir devlet girişimidir. Burada bizi şaşırtan şey, iş başındaki hükümetin şimdiye kadar alıştığımız hükümetlere benzemiyor oluşundandır. Yani iki dönemdir hükmeden bir hükümetin iki dönem daha iktidarda kalmasının yolu Kürt sorunu prangasından kurtulmasıyla mümkündür. Bu hükümet ve lideri Erdoğan pragmatisttir ve bu özelliği de iyi bir şeydir.
Son hamle, iyi bir niyet gösterisidir. Bu niyette kararlı olunursa sonuç almak mümkün olacaktır. Unutmayalım, “en uzun yürüyüş, küçük bir adımla başlar” demiş bir filozof, ben de buna inanıyorum.
Türk ordusu herhangi bir “çözüm” için angaje olmadan “tarihi bir fırsat”tan söz edilemeyeceği yorumlarına karşın, hükümetin bu sorunun "çözümü" ile birlikte siyasal vesayet sistemini de ortadan kaldırabileceği yorumları yapılmakta. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Kürt sorunu çözülürse, Türkiye’de vesayet rejimi ortadan kalkar. Faşist partilere gerek kalmaz, milliyetçiler evlerine gider, siyasetle uğraşmak yerine başka bir iş bulurlar kendilerine. Genelkurmay Başkanının protokoldeki yeri değişir. Başbakan’a bağlı olmaktan çıkıp Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanır. Siyasi demeçler veremez, verirse eğer bundan sonra yargılanır. Makamında oturup savaş sanatı üzerine kafa yorar, kendi asıl işine daha çok vakit ayırır.
Yani anladığımız, Türkiye’nin demokratik modern bir ülke olmasının yolu, bu sorunun kesin hallinden geçer. Sorun çözülmedikçe de yukarıda saydığımız durum devam eder. Dolayısıyla bütün harcamaları Sayıştay denetiminin dışında kalan ordunun konumu bundan sonra başka türlü telakki edilecek. Bu hamle bir güç savaşıdır. Eğer niyetini açıkça belli etmiş olan hükümet kazanırsa, bütün ülke kazanacak, ama hükümet değil de vesayet rejiminin devamından yana olanlar kazanırsa, bütün ülke kaybedecek. Türkiye, ya Ortadoğu’da Baasçı bir zihniyetle yönetilen bir üçüncü dünya ülkesi olarak kalacak, ya da uygar dünyanın bir parçası, AB’nin üyesi olacaktır. Bugün bu tercihin savaşı yapılıyor. Bunun turnusol kağıdı da Kürt meselesidir.
Hükümet Kürt açılımı konusunda atacağı adımların çerçevesini bire bir somutlaştırmamasına rağmen, ilk etapta Kürtleri onure edecek jestlerden hareketle anayasal değişiklik gerektirmeyen, özel TV kanalları, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması türünden adımların atılacağı söylenmekte. Başbakan Erdoğan uzun vadede anayasa değişikliğinden de bahsetti. Fakat bu değişikliğin ulusal veya bireysel haklar düzeyinde olacağı konusda bir şey söylemdi. Sizce vatandaşlık hakları düzeyinde bir çözümün kalıcılığı olur mu? Bireysel ve kültürel hakların sorunun çözümüne katkısı yeterli midir? Kürtlerin ulusal hakları ne olacak? Bu açıdan somut olarak atılması gereken başka hangi adımları sıralayabiliriz?
Etnik meseleler hiçbir zaman nihai olarak çözülemezler. Eline silah alıp egemen devlete karşı savaşanlar, savaşı kazanırlarsa eğer, kendi devletlerini kurar, böylece sorun çözülür. Ama eğer silahlı savaş kazanılmamışsa, o sorunun tam anlamıyla herkesi tatmin edecek şekilde çözülmesi de imkansızdır. Sorun ancak yavaşlatılabilir, acısı birazcık dindirilebilir, şiddeti azaltılabilir. Bunun yolu da kuşkusuz daha fazla demokrasiden geçer. Yani egemenlerin istikrarlı, demokratik bir ülke olmak gibi bir niyetleri varsa, bunun içine etnik meselenin şiddet dozunu azaltacak birtakım hakları tanımak gibi bir zorunluluğu vardır. Kendi egemenliğinden vazgeçen devlet görülmemiştir, hatta kolay kolay paylaşmaya bile razı olmazlar.
Burada Kürtlerin yapması gereken, kendilerine tanınacak olan, gasp edilmiş doğal hakları olduğunu bilmeleridir. Kürtlerin şimdi hiçbir lütufa ihtiyaçları yoktur. Kimse Kürtlere acıdığı için bazı haklar verecek değil. Anadil tartışma konusu yapılacak bir şey değildir. Bunlar doğal haklardır ve çoktan iade edilmiş olmalı gerekiyordu. Bu hakların, bireysel düzeyde tanınıyor olması, bazı iyileştirmelerin yapılması kuşkusuz yararlı bir şeydir. Bana verdiklerini ben istemiyorum demek, çözümsüzlükte diretmektir. Verilen her hakkı bir kazanç olarak görmek gerekir. Her şeyi bir pakete sığdırıp o paketi sunmaya kalkıştığınızda hiç kimseyi memnun edemezsiniz.
Eğer bugün Kürtlerin ayrılmak, ayrı bir devlet kurmak gibi bir niyetleri yoksa, Türkiye’yi ortak vatan olarak görüyorlarsa -ki büyük çoğunluğu böyle görüyor bence- o halde sorunun demokrasinin kuralları içinde çözümünden yana olmalı. Kendi anadilleriyle ilgili kazanılmış her hakkı analarının ak sütü gibi helal bir şey olarak görüp sahiplenmeli. Bugün Kürt kimliğinin esasını Kürtçe teşkil etmektedir. Çünkü Kürtler, dinleri ve renkleri dolayısıyla değil, dilleri nedeniyle baskı altındadırlar, dolayısıyla kimliklerinin en önemli aracı dilleridir. Her şeyden önce yangından ilk kurtarılacak olan şey dildir. Bunun için açılacak olan Kürdoloji enstitülerine, TRT Şeş gibi kazanımlara şiddetle sahip çıkmalı, oralara girip çalışmalı, daha da gelişmelerine yardımcı olmalılar. Kurtarılacak her Kürtçe kelime, sıkılacak binlerce mermiden daha iyi bir şeydir. Ve özgürlüğü kavuşmuş her Kürtçe kelime, kurulacak despot bir devletten daha kıymetlidir bence.
Türkiye’deki vesayetçi sistem, toplumdaki iki kesimi Kürtleri ve İslamcıları merkezin dışında algılamakta, bu kesimleri "yasa dışı" olarak görmekte. AKP'nin merkez ile merkez dışı iki kesim arasında dengeyi kurmaya çalıştığı bu yüzden hem devletçi tavrını gösterip hem de onları koruduğu değerlendirmesine ne diyorsunuz?
AK Parti’nin başından beri kendini devlete “beğendirmek” gibi bir gayreti olduğu muhakkaktır. Ak Partiyle birlikte ilk defa, -eski Stalinist jargonla söylersek- halk iktidara geldi Türkiye’de. Cumhuriyetçi elitlerin egemenliği seçim yoluyla son buldu. Başbakanlığa eşinin başı kapalı biri geldi, yetmedi Cumhuriyet’in kalesi olarak görülen Çankaya’ya da eşinin başında türban olan bir Cumhurbaşkanı çıktı. Oysa orası “elitlere” rezerveydi, papyon takanlar, frak giyenler, saçlarını topuz yapanlar çıkabiliyordu şimdiye kadar oraya. Ak Parti beklenmedik iktidarına kendisi de şaşırdı, çok oy almışlardı. Yavaş yavaş, hazmede hazmede kendilerini kabul ettireceklerdi muktedirlere. Dudak bükerek, alay ederek baktılar uygulamalarına ama çok az hata yaptılar. Beklendiği gibi hiç de ülkeye İran’a benzetmediler. Dalga geçtikleri, küçümsedikleri, yasakların içine hapsettikleri İslamcılar iktidara gelince, yine yok saydıkları, kimlikleri inkar ettikleri, hapislerde ve sürgünlerde yaşattıkları Kürtlerin demokratik haklarını onlara iade etme görevinin yine İslamcılara düşeceğini kimse tahmin etmiyordu. Onlar ancak kendi dertleriyle uğraşabilir, ancak kendi iktidarlarını kabul ettirebilirler, yaygın düşünce buydu. Ama öyle olmadı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan demokratik reformların büyük çoğunluğu bu iktidar döneminde yapıldı. İlk defa Genelkurmay başkanı her hafta gidip bir Başbakana brifing veriyor.
Soruna gelince. Bu duruma gelmiş bir hükümet, halktan aldığı desteğin her geçen gün büyüdüğünü görünce de Kürt sorununa el attı. Uzun erimli iktidarda kalmanın yolunun bu sorunun çözümünden geçtiğini gördü çünkü. Sonuçta Ak Parti iktidarda. İktidarda olan bir partinin kendi devletini yıktığı görülmemiştir. Tabi ki devleti koruyacak, sonuçta o devlete yönetmeye gelmiştir oraya. Bu dengeyi koruması da son derece olağandır bana göre.
Bilindiği üzere "ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkı" BM'in de kabul ettiği fakat Kürtlere uygulanmayan uluslararası hukuki bir hak. Bu konuda gündeme gelen tartışmalarda bir kısım Kürt aydın ve çevreleri "Kürtlerin ayrılma diye bir taleplerinin olmadığını" söylemekteler. Oysa "kendi geleceğini belirleme hakkı" ayrılma ve birlikte yaşama alternatiflerini birlikte içermektedir. Buna da ulusun kendisi karar vermesi gerekmiyor mu? Kürt aydın ve politik çevreleri "kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakkı"nı Kürt halkının kendisine bırakılmasını talep etmeyip, bu konuda kesin hükümlere varması ne derece doğru?
Bir referandum mu öneriyorsunuz bilmiyorum. Ulus devletlerin çağı 2. dünya savaşından sonra son buldu. Türk ulus devletine bu kadar öfke duyup Kürtlere bir ulus devlet önermek bilmiyorum ne kadar akılcıdır. Söylediğiniz ilke nasıl harekete geçer gerçekten benim bir formülüm yok. Hem sonra halk dediğiniz kim? Sıradan insanların bu sorunlarla ilgili çok ilginç, çok kapsayıcı fikirleri olduğunu sanmıyorum. Bir halkın temsilcileri onların aydınları, entelektüelleri, onlar adına politika yapan kurumları, partileridir. Bu kurum, kişi ve partilerin ortak bir fikirde buluştuklarını da sanmıyorum, ayrıca buluşmaları da gerekmiyor. Halkın geleceği üzerine yapılacak tartışmaların çok sesli olmasından son derece fayda var. “Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı ilkesi” üzerine aydınlar konuşmayacaksa, o vakit bir sandık koymak gerekir ve halka ayrılmak isteyip istemediğini sormak gerekir. Türkiye’de yapılacak böyle bir referandumdan, -kişisel fikrim- büyük çoğunluk birlikte yaşamaktan yana tercih yapar. İstanbul artık Hakkari kadar Kürtlerindir de. Kimse bulunduğu yeri terk etmek istemez.
Yapılması gereken, demokratik Avrupa’nın açtığı yoldan yürümektir. Kopenhagen Kriterleri hayata geçirilir, Kürtler Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit birer yurttaşı olarak, temel hakları Anayasal güvenceye alınmış bir şekilde Türkiye’de özgür bir şekilde yaşarlar. Bana en akılcı çözüm buymuş gibi geliyor.
Kürt sorununa Kürtlerin varlığını kabul etmeyen devletle Kürtler arasında yaşanan bir sorun olarak bakılmasına karşın, en önemli engellerden biri de, Türk etnik kimliğinin diğer etnik unsurlarla eşitliği kabul etmemesi tespiti. Kürt sorununa ilişkin son dönemlerde yaşadığımız bütün bu tartışmaların "Kürtlerin Kürt olmadığını" iddia eden kesimin, bu topraklarda “Kürtlerin Kürt ve eşit olarak yaşama hakkına sahip oldukları”na ikna edilmesi, Kürt sorununun çözümünde can alıcı adım olduğu söylenmekte. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Ben bu kadar şiddetli bir ikna meselesi olduğunu düşünmüyorum. Türkler son derece faydacı bir millettir. İbni Haldun’un bahsettiği “uygarlık çemberi” tezi sanki onlar için icat edilmiştir. Haldun’a göre tarihin belirli evrelerinde büyük değişimler olur, bazı milletler bu büyük değişimlere ayak uydurur, uygarlık çemberinin içinde kalırlar, bazıları ise bu çemberin dışında kalır. İçinde kalan toplumlar sürekli gelişir, değişir, dışında kalanlar ise statik hallerini muhafaza ederler. Farsların, Arapların bu çemberin dışında kaldığı muhakkak, ama Türkler her dönemde bir yolunu bulup çemberin içinde kalmışlar. İşte Tanzimat, yetmedi meşrutiyet, yetmedi cumhuriyet, cumhuriyet yetmedi Avrupa Birliği… Bütün bu çabalar daha yadsınacak şeyler değil.
Bugün eğer Türk halkı, Kürt sorunu çözüldüğü zaman daha zengin olacağına ikna edilirse, sorunun çözümüne hiçbir engel çıkarmaz. Bence halk düzeyinde bugün bile böyle bir engel yoktur. Sorun daha çok psikolojiktir bana göre. 80 yıl bir şeyin varlığını inkar edip sonra aniden onu kabullenmek kolay bir şey değil. Din değiştirmek gibi bir şeydir. O zaman sorurlar adama, şimdiye kadar bütün bu acıları biz niye çektik diye? Sorun bir halklar sorunu değil, bir elitler, bürokratlar sorunudur. Çünkü bu sorunu bürokratlar, elitler yarattı. Öncelikle kendilerinin ikna olması lazım, öncelikle kendi kurdukları yalan dünyayı kendilerinin yıkması lazım.
Çözüm niyeti şimdi ortaya çıkmıştır. Bu niyet pratik adımlara dönüştüğünde halk geniş bir nefes alacak. Zaten halkın birbiriyle çok büyük sorunu yok. Çünkü kültürün tanımı olan “yaşama alışkanlıkları” çok birbirine benzer iki halktır Türklerle Kürtler. Dinleri aynıdır, ayırt edici tek özellikleri dilleridir. Türklerin dillerini kolayca öğrenerek bu sorunu da aslında ortadan kaldırmışlar Kürtler. Sorun Türklerin Kürtleri biraz daha tanımasında. Yanı başında kız alıp verdiği komşusunu, akrabasını ne yazık ki tanımıyor Türkler. Onları bu hale getiren de ceberut devletleridir. Devlet kendini değiştirdiğinde, Türkler de değişecek, mesela büyük bir ihtimalle Kürtçe öğrenme merakı başlayacak, Kürt edebiyatı, sanatı daha çok ilgi çekecek. Zaten Osmanlı’da böyle değil miydi?
"Türkiye'de Kürt sorunundan çok Kürtçe sorunu var" diyorsunuz. Akla ilk gelen Kürt sorunu olmadan Kürtçe sorunu olmaz! Bununla ne demek istediğinizi açar mısınız?
Tabi ki Kürtçe sorunu Kürt sorunun nedenidir. Kürtlerin varlığı inkar edilmeseydi Kürt sorunu, dolayısıyla Kürtçe sorunu da olmayacaktı. Ama bugün gelinen noktada kimliğin inkarı ortadan kalkıyor. Yani artık kimse “Kürt yoktur” demiyor. Demiyor da Kürtçeye de serbesti tanımıyor. Zaten paradoks da buradan kaynaklanıyor.
Bu lafı ederken argümanım şuydu. Emin Maaluof’tan ödünç alarak söylersem; İnsanın hangi yönü baskı altındaysa kimliği odur. Zenciler renkleri, Müslümanları veya Yezidiler dinleri dolayısıyla baskı altındaysalar, kimlikleri dinleridir. Türkiye’deki Kürtlerin renkleri ve dinleri baskı altında değil, baskı altında olan dilleridir. Ve eğer bugün PKK de dahil olmak üzere Kürtlerin birçok parti, kurum ve bağımsız entelektüel şahsiyeti bağımsız bir Kürdistan talebinden vazgeçmişse, yani Türkiye’den ayrılıp ayrı bir devlet kurmak istemiyorsa, o zaman geriye tek bir şey kalıyor: Kürtçenin serbestisi! Kürtçenin önündeki bütün engeller kalktığında, Kürtçe kamusal alanda kullanılan bir dil haline geldiğinde, bir eğitim, sanat, kültür, bilimde dili haline geldiğinde sorun kendiliğinden ortadan kalkar. Kürtler eşit birer yurttaş olur ve Kürt sorunu da ortadan kalkar. Kuşkusuz bağımsızlık talep edenler hep var olacaktır, seslerini demokratik yollarla ifade ettikleri sürece hiç kimse için tehlike olarak bile görülmezler. Düşünce özgürlüğü de böyle sağlanır. 090929
Yayınlanma:: 2009-09-29