Altan Tan ile söyleşi

Kürt sorununun çözüm tartışmaları suya atılan bir taşın halkaları gibi yayılıp genişlemeye devam etmekte. Yakın tarihimizde parlamento ilk kez Kürt sorununu “terörizm” başlığı altında değil de “Açılım” başlığı altında tartıştı.
Ortaya koyulan kısa ve orta vadeli yol haritası beklentileri ne kadar karşıladı? AK Parti'nin süreci sonuna kadar götürme şansı var mı? Türk İslamcılarının Kürt sorununa yaklaşımındaki çıkmazları nelerdir? Kürt sorununun çözümünde ve gayri müslim yerli halkların haklarına ümmetçi anlayışın yaklaşımı nelerdir? DTP'nin açılım sürecindeki refleksleri neden sürecin gerisinde kalıyor? Sıcak gündeme ilişkin sorularımızı Kürt İslamcıların önde gelen isimlerinden siyasetçi ve yazar Altan Tan yanıtladı. / Çetin Çeko
***
"Türkiye'nin mutlaka ciddi bir değişim gerçekleştirmesi, İslamla ve Kürtlerle barışması gerekiyor. AKP bu sıkışıklığı yaşıyor. Kendine verilen zaman (Ülkenin tahammülü de denilebilinir) sona eriyor. Ya bu değişimlerin dinamosu olacak veya tasfiye sürecine girecek."

"DTP-PKK ilişkisini bilmeyen yok. Kendileri de gizlemiyorlar. Eğer vekalet alarak bir yere gitmişseniz her türlü işlemi yapmaya yetkilisiniz demektir. Tapu dairesinde tam imza atacakken ben değil vekalet aldığım şahıs, müvekkili kendisi gelsin derseniz, o zaman o vekaleti niye aldınız, niye buraya geldiniz diye sorarlar."

"Bizim seküler laik aydınlarımızın bir diğer yanlışları da İslam ümmetçiliğini farklılıkları, daha açık bir ifadeyle Kürtleri, Alevileri, Rum, Süryani ve Ermenileri yok farz eden veya bunları zorla Müslüman yapmak isteyen bir zihniyet olarak görmeleri. Rumları ve Ermenileri ümmetçi anlayış değil İttihat ve Terakki'nin milliyetçiliği bitirdi."

"Başbakanla ilk gençlik yıllarımızda yıllarca beraber siyaset yaptık. En son 1991 de Erbakan-Türkeş seçim ittifakı oldu. Ben ve benim gibi düşünenler karşı çıktı. Tayyip Bey ittifakı destekledi. Diyarbakır'dan birinci sıra RP Milletvekili adayıydım istifa ettim. Bunun bir 'derin' operasyon olduğunu ve Kürt Müslümanların Kürt siyasetinden tasfiye edildiklerini anlattım. Baş başa saatlerce İstanbul'daki RP İl Başkanlığında konuştuk. Onu ikna edemedim. Bana sen Kürtçü olmuşsun dedi."

Sayın Tan, 10-12 Kasım tarihleri arasında parlamentoda “Kürt Açılımı" son ismiyle “Milli Birlik Projesi” konusunda partiler düşüncelerini açıkladılar. AK Parti'nin beklentilerin altında bir yol haritası ortaya koyduğu eleştirileri var. AK Parti geri adım mı attı, yoksa beklenen çerçeve zaten bu muydu? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'deki siyasi partileri çok genel bir sınıflandırmayla statüko yanlısı ve statüko karşıtı olmak üzere iki ana eksende sınıflandırabiliriz. CHP ve MHP hemen her fırsatta mevcut kurulu düzenden, Kemalist ulus devlet anlayışından yana olduklarını tekrarlıyorlar. AKP ve DTP ise statükoya ciddi eleştiriler getiriyorlar. Varlıklarını ve aldıkları seçmen desteğini sistem karşıtlığına borçlular. Ancak ne hikmetse Ankara'ya gidenlere bir hal oluyor. Bir müddet sonra iktidarın ve statükonun 'dayanılmaz cazibesine' kapılıyorlar.
AKP'nin de başına gelen bu. Sistemi değiştirmeye kalktığı zaman başı ağrıyor ve onlarda iktidarı kaybetme pahasına bir mücadele içine girmek istemiyorlar. Bir müddet sonra sistemle uzlaşma ve sisteme benzeşme başlıyor. Kürt sorununda da AKP derin devletin belirlediği sınırların dışına çıkamıyor veya çıkmak istemiyor. Bunun da sınırlarını MGK ve asker belirliyor.
Mevcut Genel Kurmay Başkanı göreve başladıktan bir kaç gün sonra Diyarbakır'da kendine göre akredite sivil toplum kuruluşları ile bir toplantı yaptı ve 'birey haklarına evet, grup haklarına hayır; siyasi bir genel af da kesinlikle yok' dedi. Diyarbakır Barosu ve Tabipler Odası gibi Kürt sorunun da sistemin yaklaşımını benimsemeyen kuruluşları da toplantıya çağırmadı.
Bu gün Kürt sorununda gelinen nokta bu. Birey olarak kendi ana dilinizi konuşabilir, şarkı türkü söyleyebilir, özel dil kurslarına gidebilir, çocuklarınıza artık istediğiniz isimleri verebilirsiniz.
Ancak, Kürtçe ana dille eğitim yapamazsınız, devlet okullarında Kürtçe seçmeli ders olarak okutulamaz, anayasadaki vatandaşlık tanımı değişmez, toplu bir anayasa değişimi ve dağdakileri, ceza evindekileri, yurt dışındakileri kapsayacak bir siyasi genel af olmaz. İşte birey haklarına evet, grup haklarına hayır yaklaşımının Türkçesi bu. AKP'nin İç İşleri Bakanı da bu cümleleri defalarca tekrarladı.
Başbakan'ın en büyük yanlışlıklarından biri de bu açılımı bir 'devlet' projesi olarak açıklaması. Hemen her fırsatta 'Bu bir devlet projesidir' diyor. Başımıza ne geldiyse 'devlet' projelerinden geldi. 'Devlet' değil; millet projelerine ihtiyacımız var. Açılım da Milli Güvenlik Kurulu, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Dış İşleri Bakanlığı, ABD, Barzani, Talabani ve Ankara'da 2-3 vakıf var. Ancak Başbakan'ın sıkça dile getirdiği 75 adet Kürt AKP milletvekilinin hiç biri ortada yok. İslami grup, cemaat ve kanaat önderleri ise hiç yok. 'Devlet'in mutfağında pişen halka servis ediliyor. Tam bir 'Komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz' diyen Ankara Valisi Nevzat Tandoğan tarzı. Ne kadar Kürtlük lazım olduğuna devlet karar veriyor.

Bir söyleşinizde "Genelkurmay Başkanı bugün iktidarın sınırlarını belirlemektedir. AK Parti Genelkurmay'ın yanında değil, Genelkurmay AK Parti hükümetinin yanında durmalıdır. Yani roller değişmiştir. Rollerin değişmesi lazım önce." demiştiniz. Bu gün itibariyle bu rol değişiminde varılan nokta nedir?

AKP, Genel Kurmay'ın belirlediği yerde değil, Genel Kurmay başta olmak üzere devletin bütün kurum ve kuruluşları siyasetin bu gün için hükümetin belirlediği yerde durmalıdır.
Onun içindir ki AKP'nin 10 ve 12 Kasım 2009 günlerindeki Meclis konuşmaları ve açılımla ilgili söyledikleri beklentilerin altında kalmış, sorunun çözümünün çok da yakın bir zaman da gerçekleşemeyeceğini ortaya koymuştur. Yaşanan bu gelişmeler süreci yakından takip eden benim gibi şahıslar için sürpriz olmamıştır.

AK Parti, açılımı “devletin bütün kurumları” vurgusunu yaparak açıkladı. TSK'nın açılıma desteği gerçekten var mı? TSK'nın, AK Parti'nin açılım hamlesinden sonuç alamaması, Kürtlerle ve Türk milliyetçiliği ile karşı karşıya gelerek güç kaybetmesini ve iktidarı kaybetmesini hedefleyen bir taktik izlediği yorumuna ne diyorsunuz?

AKP'nin 'Devletin bütün kurumları arasında bu konuda ittifak var' sözlerine de katılmıyorum. 'Derin devlet' hala tüm gücüyle değişime direniyor. ABD'nin askerlerini Irak'tan çekme takvimi ve Orta Doğu'da kurulmak istenilen yeni düzenle alakalı olarak Türkiye'ye bir rol biçiliyor. Türkiye'nin enerji nakil hatlarının geçiş güzergahı olarak belirlenmesi, Su, değişik maden, petrol ve doğal gaz kaynaklarının önemi,İsrail'in durumu, Türkiye'nin İran, Rusya, Çin ve hatta gerektiğinde Avrupa Birliği'ne karşı bir denge ve bölgesinde bir merkez ülke olarak konuşlandırılması bu yeni dönemde göz önünde bulundurulması gerekenler.

Türkiye'nin mutlaka ciddi bir değişim gerçekleştirmesi, İslamla ve Kürtlerle barışması gerekiyor. AKP bu sıkışıklığı yaşıyor. Kendine verilen zaman (Ülkenin tahammülü de denilebilinir) sona eriyor. Ya bu değişimlerin dinamosu olacak veya tasfiye sürecine girecek.
'Kürt Açılımı' sürecinde de AKP'nin o çok güvendiği 'devletin kurumları' tarafından öne itildiği ve sonrasında desteğin çekilerek yanlız bırakıldığına inanıyorum. AKP içinde de ciddi bir karşı kanat var. 'Öküz yere düşene kadar' şimdilik susuyorlar, bıçakları koltuklarının altında bekliyorlar.
Gelinen son noktada Kürtler tatmin olmadı, Türk milliyetçiliği de tahrik edildi, kışkırtıldı. Tam bir AKP ve dolayısıyla Hükümeti bitirme operasyonu.


DTP'nin bu süreçte oynaması gerek rolü oynayamadığı muhatap olarak kendisi yerine İmralı'yı Öcalan'ı göstermesinin sürecin gerisinde kalmasına neden olduğu eleştirileri var. DTP, bu süreçte nasıl bir rol oyna malıydı? DTP'nin sürece katkısı nasıl olabilir?


DTP'nin de çok başarılı bir yol izlediği söylenemez. Hemen her fırsatta PKK ve Öcalan'ı adres gösteriyorlar. DTP-PKK ilişkisini bilmeyen yok. Kendileri de gizlemiyorlar. Eğer vekalet alarak bir yere gitmişseniz her türlü işlemi yapmaya yetkilisiniz demektir. Tapu dairesinde tam imza atacakken ben değil vekalet aldığım şahıs, müvekkili kendisi gelsin derseniz, o zaman o vekaleti niye aldınız, niye buraya geldiniz diye sorarlar.

DTP bu güne kadar, dört başı mamur bir demokratikleşme talebinde bulunmadı. Kürt sorunun onda biri kadar baş örtüsü veya Cem Evleri sorunundan bahsetmedi.
Üstelik bir kamuoyu araştırmasına göre DTP'ye oy veren kadınların % 83'ü baş örtülü. DTP milletvekillerinin bazıları 'bizim laiklik anlayışımız ile Genel Kurmay Başkanlığı'nın Laiklik anlayışı aynı, en büyük tehlike siyasal İslamdır. Van'daki apartmanların bodrum katları yasa dışı Kuran kursları haline geldi. Bölgede laikliğin teminatı biziz' yönünde beyanatlar verdiler, yazılar yazdılar. Askere, 'benim haklarımı ver, beni tanı; beraber İslamcıları dövelim' anlayışından ne kadar demokrasi çıkar. AKP içindeki bazı milletvekilleri de askerle bir olup Kürtleri dövmekten yana.
PKK içinde de ciddi bir çözümsüzlük lobisi var ve bunlar her fırsatta demokratikleşmeyi sabote ediyorlar.

Türk İslamcıların Kürt sorununu basite indirgediklerini belirterek, “eğer İslam hukukuna göre Kürtlerin haklarını belirlerseniz Kürtlerin alacakları hakların fazla olacağını” söylemektesiniz. Ayrıca Türk İslamcıların Kemalizme eleştirisel yaklaşmalarına karşın, Kürt sorununa Kemalizmin bakış açışından yaklaşmalarını nasıl izah etmemiz gerekir?

Türkiye'deki İslamcıların önemli bir kısmının bilinç altı Türk milliyetçisi. Ayrıca devletçi bir yaklaşımları var. Bir kısmı adeta devleti kutsuyor. Milli Görüş'ün Nurcuların, tarikat ve cemaatlerin önemli bir kısmı böyle. Ancak tüm İslamcılar için kesinlikle böyledirler denilemez. Said-i Nursi'nin ümmetçi anlayışını benimseyenler için sorunun çözümü çok basit: Kendin için ne istiyorsan, kardeşin için de aynı şeyi isteyeceksin ve tüm farklılıkları Allah'ın ayeti ve takdiri olarak kabul edeceksin.
Said-i Nursi yüz yıl önce Van'da kurmayı düşündüğü Üniversite için 'Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caiz' diyor. Üniversite açmak isteyen İslamcı Nursi'yi İslamcı Padişah Abdülhamid deli diyerek tımarhaneye attırıyor.
Bu gün de durum aynı Kemalizme karşı olan Türk Müslümanlar Kürt sorunun da Kemalizmin yaklaşımını aşamıyorlar. Kürt sorunun da Kemalist paradigmaya karşı olan Kürtler de İslam konusunda Kemalistler gibi düşünüyorlar.
Türkiye'de sorun İslamda değil; İslamcılarda. İslamın bu konuyla ilgili hukuku çok açık. Herkese eşit mesafede.


“Kürt sorununu çözecek olan dindar Kürtler değil dindar Türklerdir. Türk-İslamcı milliyetçi düşünceyi tasfiye edip, ümmetçi bir noktaya gelecekler. Kürt sorununu da Alevilik sorununu da laiklik sorununu da onlar çözecekler.” diyorsunuz. Peki diğer politik aktörlerin çözüm konusunda rolleri yok mu? Ayrıca "İslam Kardeşliği"nin Müslüman toplumlar arasındaki sorunları çözeceğini varsaysak bile, Ermeni, Rum, Süryani gibi yerleşik hristiyan halkların yok edilmelerinin getirdiği tarihsel sorunlar [örneğin 1915 Soykırımı] ve günümüzdeki uzantıları, Alevilik, Hristiyanlık, Ezidilik vb. coğrafyamızın en-eski inanç ve kültürleri ile modern dünyanın felsefik düşünce ve inançlarını, ulusal istemlerini karşılayabilir mi? Bunların varoluşlarını dışlamayan daha geniş bir bakış açısı gerekmez mi?

Türkiye'nin ciddi bir demokratikleşme sorunu var. Peki bu nasıl çözülecek? Halkı bu işe katmadan, halkın desteğini almadan bu mümkün değil. Üstelik rejim demokrasi isteyen Alevileri, Kürtleri İslamcıları birbirlerine karşı da kullanıyor, vuruşturuyor. Maraş, Çorum, Malatya, Sivas olayları hala belleklerde. Baş örtüsü mücadelesi verenler Kürt sorunuyla, Cem Evi isteyenler baş örtüsü ile ilgilenmiyorlar; hatta çoğu kez karşı çıkıyorlar. Herkes kendine demokrasi istiyor. 'Benim hakkımı ver, ötekini boş ver!' mantığı hakim.
Onun içindir ki çok geniş bir mutabakata ihtiyaç var. Türkiye'deki en geniş kitle Sünni-Türk Müslüman kitle. Onların desteği alınmadan bir değişim çok zor görünüyor. Kürtlerin önemli bir kısmı da dindar. Bu coğrafyanın bizim laik/ laikçilerimiz ısrarla görmezden gelseler de en büyük ortak paydası İslamiyet.
Müslüman Türk kamuoyunun ikna edilmesi ve milliyetçi bir bilinçaltını terk ederek ümmetçi bir anlayışa gelmesi çok önemli. Nitekim bugün bu değişim hamlelerinin aktörü AKP de büyük oranda bu kitleyi temsil ediyor. CHP ve MHP'nin durumu ortada.
Bizim seküler laik aydınlarımızın bir diğer yanlışları da İslam ümmetçiliğini farklılıkları, daha açık bir ifadeyle Kürtleri, Alevileri, Rum, Süryani ve Ermenileri yok farz eden veya bunları zorla Müslüman yapmak isteyen bir zihniyet olarak görmeleri. Rumları ve Ermenileri ümmetçi anlayış değil İttihat ve Terakki'nin milliyetçiliği bitirdi. 1914 lerde bu günkü Türkiye'nin hudutları içindeki nüfus 12-13 milyon. Gayri Müslim nüfus ise 3 milyonun üzerinde, %25'ten fazla. Laik Cumhuriyet döneminde bu oran yüzde yarımın hatta çeyreğin altına indi.
İslam hukukuna göre hiç bir Müslüman kavim diğer bir Müslüman kavmin zımmisi olamaz. Başka bir ifade ile bütün Müslüman kavimler sayıları ne olursa olsun azınlık kabul edilemez 'çoğunluktur' ve hakları eşittir. Lozan'da İslam Hukukuna göre gayri Müslimleri azınlık kabul eden Türkiye Cumhuriyeti tüm haklarını vermiş, yine İslam Hukukuna göre asli unsur ve 'çoğunluk' olarak kabul ettiği Kürtlere ise azınlık haklarını da çoğunluk haklarını da vermemiştir.
Ali Bulaç gibi günümüz İslam alimleri gayri Müslimlerle ilgili İslamın zımmi hukukunu da tartışıyor, günümüzde barış ortamında zımmiliğin uygulanamayacağını ve eşit yurttaşlığın esas alınması gerektiğini savunuyorlar. Tabii ki eskiyi aynen tekrarlamak çözüm değil, çünkü hiç bir şey tamamen eskisi gibi değil. Liberal hukuk ve evrensel insan hakları kriterleri mutlaka göz önünde bulundurulmalı, dünyanın ulus devlet anlayışından uzaklaşarak daha büyük bölgesel ve kültürel entegrasyon modellerine doğru gittiği gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Bir röportajınızda Başbakan'a küs olmadığınızı belirttikten sonra "erken öten horozun kafasını keserler, bizimkini kesmediler ama boynumuzu kırdılar." diyorsunuz. Bununla ne demek istediğinizi açar mısınız?

Başbakanla ilk gençlik yıllarımızda yıllarca beraber siyaset yaptık. En son 1991 de Erbakan-Türkeş seçim ittifakı oldu. Ben ve benim gibi düşünenler karşı çıktı. Tayyip Bey ittifakı destekledi. Diyarbakır'dan birinci sıra RP Milletvekili adayıydım istifa ettim. Bunun bir 'derin' operasyon olduğunu ve Kürt Müslümanların Kürt siyasetinden tasfiye edildiklerini anlattım. Baş başa saatlerce İstanbul'daki RP İl Başkanlığında konuştuk. Onu ikna edemedim. Bana sen Kürtçü olmuşsun dedi.
Bugün de durum aynı Kürt Müslümanların bölge siyasetinde etkili olmaları istenmiyor. Bunu egemen güçlerin niye böyle istediklerini anlayabiliyorum, ancak Necmeddin Erbakan ve Erdoğan'ın niye böyle davrandıklarını anlamakta zorlanıyorum!
"Kürt sorunu" adlı kitabınızın kapağında "Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik" yazmakta. Bu eşit haklara sahip bir devlet yönetimini çağrıştırıyor. Kürt sorununun siyasal çözümü konusunda kafanızda biçimlenen somut çözüm modeli nedir?
Ulus devlet anlayışına inanmıyorum. Türk ulusalcılığı da, Kürt ulusalcılığı da bana göre çözüm değil. Ya tam Kardeşlik, Ya hep birlikte kölelik derken şunu söylemek istiyorum. Hileli hurdalı yalanlı dolanlı, kandırmacalı dinin asli hüviyetine ihanet edilerek bir afyon olarak kullanıldığı bir kardeşlik değil. Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in 'Bir tarağın dişleri gibi eşitsiniz' dediği gerçek bir kardeşlik. Bu kardeşlik sağlanamazsa Kürtler, Türkler, Araplar, Acemler, Şiiler, Sünniler, Aleviler, Süryaniler, Ermeniler hepimiz kaybedeceğiz.
Hiç birimizin, mutluluğunu ötekinin felaketi üzerine kurması mümkün değil. İşte Ermeni olayları, Filistin, Irak ve Afganistan'da yaşananlar, işte Türkiye'deki son otuz yılda 47 bin insanın hayatına mal olan çatışmalar.

Teşekkür ederim.
Yayınlanma:: 2009-11-20
Etiketler

#buttons=(Kabul etmek!) #days=(20)

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır.Daha fazla bilgi edin
Accept !
Yukarı Git