Kürt legal partileri ve devletin kelepçe çıkmazı

Kürt hareketinin legal siyasetteki parti deneyimi 1960’lı yıllarda TİP içindeki "doğulu" grubu saymazsak, 1990'da HEP ile başlayıp bugün BDP, HAKPAR ve Katılımcı Demokrasi Partisi ile devam eden süreçtir. Legal alanda faaliyet gösteren Kürt kanaat önder ve kadroların hemen hemen tümüne yakın bir kısmı küçük istisnalar hariç Kürt illegal hareketlerinden gelen kadrolardan oluşur. Bir kısmının hala illegal yapılanmalarla ilişkileri olmakla beraber, önemli bir kısmı da bağımsız kadrolar olarak şu veya bu şekilde siyaset sahnesindedirler.

Devletin inkar ve imhacı siyasetinden dolayı Kürt siyasal hareketinin legal siyaset alanına girişi hep engellene gelmiştir. Açılım sürecinin en önemli hedeflerinden biri de Kürt siyasal aktörlerinin, legal siyaset alanına girerek orada söz sahibi olmalarıydı. Artık reel şartlar hem devlet hem de Kürtler açısından mevcut siyaseti kaldırmayacak kadar bariz bir noktaya gelmiştir. Devletin Kürt siyasal aktörlerini illegal yapılarda siyaset yapmalarına mecbur bırakma gayreti, Kürt hareketinin toplumsal tabanının genişlemesiyle, seçimlerde milyonları aşan oy potansiyeliyle meşrutiyet kazanmıştır. Kürtler ve onun siyasal kadroları açısından önemli bir kazanç, devlet açısından ise Kürtleri ret ve inkar politikasının iflasıdır.


Gerek devlet gerekse bir kısım medya "Kürtler", “Kürt hareketi”, “Kürt siyasetçileri” kavramlarını kullanılmalarına rağmen, onların legal siyasal birimlerini yeri geldiğinde linç ve yasa dışı ilan edebilmektedirler. Kürt illegal hareketlerinin legal yapılanmalar içindeki ilişki ve ağırlıkları garipsenecek bir şey değildir. Kürtlerin demokratik ulusal hak ve özgürlükleri, kendi kimlikleriyle örgütlenme hakları anayasal güvence altına alınmadıkça, devletin argümanı olan "illegal siyasi yapılarla ilişkilerine mesafe koyma ve kesme" talebi her zaman için ayakları havada kalacaktır. Ne şiddet ne de illegal mücadele Kürtlerin gönüllü olarak tercih ettikleri bir mücadele biçimi değildir. Kürtlerin kollektif haklarının inkarına dayalı devlet siyasetine karşı doğal bir örgütlenme biçimidir. Kuşkusuz illegal siyasi yapılanmalardan demokratik çözüm mekanizmaları ve işleyişi beklemek hata olur. Bu yalnızca Kürtlerin için değil, benzer süreçlerden geçmiş, Latin Amerikalı örgütlerden Asyalı, Afrikalı örgütlere kadar aynı karakter ve işleyişe rastlamak mümkündür. Bundan dolayı illegal yapı ile legal yapı arasında merkez kaç kuvveti prensibi yaşanır.


Açılım sürecinin duraksamalar ve geriye gidişlerle devam etmesi, KCK operasyonlarındaki görüntülerin demoklesin kılıcı gibi Kürtlerin başında sallanmaya devam etmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu anlamda Kürt kimlikli legal yapılanmaların sivil siyasetin dışında tutulması, bu alanın onlara açılmaması tek oyunculu bir oyuna benzemektedir. Oysa bu oyunun oynanabilmesi için tek kişi değil, bir grup olması gerekir. Grubun olduğu yerde o grup içindeki aktörler arasındaki ilişkiler ve ilişkilerin uyum veya uyumsuzluğu bunların karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri destek veya çatışma alanları önemlidir. Daha da önemlisi bu aktörlerin stratejik bir alan içinde hareket etme şartları ve güvenceleri olmasıdır.


Kürtler bu güvenceden yoksundurlar. Söylendiğinin tersine “devletin kurumları arasındaki mutabakat” yerine devletin kurumları arasında bariz bir çatışma vardır ve bu çatışmanın merkezinde ise Kürtler bulunmaktadır. Devlet katındaki kuvvetler arasındaki iktidar mücadelesinin en nazik anında AKP, Şemdinli vakasında olduğu gibi, DTP'nin kapatılma sürecine seyirci kalarak, KCK operasyonlarına göz yumarak yanlış yapmıştır. DTP ise, AKP'yi demokratikleşme sürecinin ciddi partneri görmeyerek, sürece müdahil olma yerine "Öcalan muhataptır" diyerek yanlış yapmıştır. Bu DTP/BDP açısından büyük bir yanılgıdır.


PKK / KCK'nın DTP-BDP içindeki ağırlığı ile TKSP'nin HAKPAR içindeki ağırlığı, belki daha ılımlı ilişkilerle muhtevada aynıdır. İllegal yapıların legal yapılara etkisini, kontrolünü ve vesayetini tasvip etmesek bile, Kürt hareketinin iradesi dışında kendisine dayatılan illegal koşullar doğal olarak bu sonucu doğurmaktadır. Bütün bunlara rağmen bedel ödeyerek de olsa Kürt hareketi içinde sivil legal mücadele geleneğinin ağırlığı her geçen gün artmaktadır. Bu bedel, hem devlete hem de her ne şart altında olursa olsun zamanı geldiği halde illegal yapılanmalarından vazgeçmek istemeyen sol fetişist anlayışlara karşıdır.


Bu bağlamda "iktidar namlunun ucundadır" sözü sol metodik bir tez olmasına rağmen, aynı tez baskıcı, retçi oligarşik iktidarlar için de geçerlidir. Siyasal şiddetin amaç olarak kullanıldığı bir ortamda siyaset üretmenin şartları da doğal olarak ortadan kalkmaktadır. ‘Siyasetin esas amacı iktidar savaşı, iktidarın da nihai noktası şiddettir’ anlayışından vazgeçmenin zamanı gelmiştir. Artık iktidarlar namluların ucunda değillerdir. Devlet, Kürtlerin siyaset ile şiddeti birlikte götürmesi anlayış ve provokasyonundan vazgeçmek zorundadır. Kürtler için sivil siyasetin önündeki yasakları kaldırmak zorundadır. Kuşkusuz bu seksen küsur yıllık geleneksel politikanın vazgeçilmesi anlamına gelecektir.


Kürt hareketinin demokratik özerklikten, federasyona, federasyondan bağımsız birleşik Kürdistan'a uzanan hedeflerini legal siyaset yoluyla ifade etmesinin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Devletin Kürt hareketini tasfiye ve tahakküm etme anlayışı kabul edilebilir değildir. Gün sözü ve eylemi şiddetten kurtarmanın, yaşadığımız hayat içindeki boşluğu gerçeklerle doldurmanın zamanıdır. 10.01.04
Yayınlanma:: 2010-01-04
Etiketler

#buttons=(Kabul etmek!) #days=(20)

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır.Daha fazla bilgi edin
Accept !
Yukarı Git