“Dokunulmazlık suçun ödülüdür!”

Çetin Çeko
0
Demokratik açılım” Kürt, Alevi, Romen açılımlarının toplamına verilen bir nitelemeydi. Kuşkusuz sorunların kökten çözümüne çare olmasa bile önemli ve desteklenmesi gerekir. Nedense bu açılımlar henüz kendi yörüngeleri
 içinde patinaj yapmaktan öteye bir ilerleme kat etmediler. Bunun nedeni militarist bürokratik erkin, hikmetinden sual olmaz varlığı sorgulanmadan, iktidar yetkisi ellerinden alınmadan, demokratik açılımların bir adım öteye gidemeyeceği gerçeğidir.

Prof. Dr. Mithat Sancar'ın geçtiğimiz günlerde Taraf gazetesinde Balyoz operasyonunu konu alan bir makalesi yayınlandı. Sancar, “iktidar nedir?” sorusunu araştırırken, Galeano'nun aktardığı ilginç bir tanımlamaya rastladığını yazar. Tanımlamamın sahibi Arjantinli bir mafya babasıdır.



Baba, “iktidar dokunmazlıktır” der.


Eduardo Hughes Galeano, hemen hemen bizlerle aynı ortak siyasi kaderi paylaşmış Uruguaylı gazeteci ve yazardır. Galeano, 1973'de Uruguay'da gerçekleşen askeri darbe ardından hapse girer ve daha sonra hapisten çıktıktan sonra Arjantin'e kaçar. O kaçar ama darbeler onun peşini bırakmaz. 1976'da bu kez Arjantin'de kanlı bir darbe ile general Vidella iktidara gelir. Galeano bu kez de İspanya'ya kaçar ve ünlü “Ateş Anıları” kitabını kaleme alır...


Arjantinli mafya babasının geri kalan hikayesini Galeano devamla şöyle anlatır:


“O, ne dediğini gayet iyi biliyordu. Bu cümleden kısa bir süre sonra, bir yargıç, adam öldürmekten hakkında tutuklama emri çıkarttı. Bu onun dokunulmazlığının ve iktidarının sonunun başlangıcıydı: Ağzına bir kurşun sıkarak intihar etti.”.


“Dokunulmazlık suçun ödülüdür, tekrarını teşvik eder ve propagandasını yapar. Aşağıdan korkutmak için ceza korkuluğunu kullanan düzen, yukarıdan suçu zafer olarak ödüllendirmek için dokunulmazlığı yükseltir. Demokrasi bu alışkanlıkların sonuçlarını öder.”


Bu gerçek Latin Amerika hikayesi cuntalarla hesaplaşmada ödün verilmemesi, verildiği takdirde demokrasi için ödenen bedelin ne kadar ağır olacağı gerçeğini göstermesi açısından önemlidir.


Balyoz darbe planı suçundan gözaltına alınan birinci dereceden sorumlu emekli kuvvet komutanları serbest bırakılırken, alt düzeydeki emekli ve görevli ikinci dereceden asker şahıslar tutuklandı. Kuvvetler dengesinin sivil siyaset lehine değişmesine, eldeki kuvvetli delillere rağmen emekli kuvvet komutanlarının savcılıktan serbest bırakılmaları gelenekselmiş denge siyasetine feda edildi. Galeano'nun deyimi ile “dokunmazlık suçun ödülü olarak kabullenildi”. Öte yandan militarizm, bürokrasi ve onun önemli ayağı yargı, vesayet sistemlerinin sarsılmasına nasıl paniklediklerini bir kez daha gösterdiler.


Kuşkusuz Türkiye tarihinde ilk kez üst düzey emekli kuvvet komutanları, orgeneraller siviller tarafından göz altına alındılar. Korunma zırhları çatlatıldı. Bunu küçümsemek hem yanlış, hem de yapılacak tahlili zedeler. Yerle göğün birleştiği bir noktada, kuvvetli delillere rağmen, gözaltı süreci emekli generallerin tutuklanarak hapse konulmalarıyla devam etmeliydi. Ergenekon davasında dile getirildiği üzere “darbeyi yapacaklar dışarıda, darbeyi destekleyenler içeride” eleştirisi bu vakada da ortaya çıktı.


Olup bitenler karşısında taraflar “yargıya güvenilmelidir” açıklamasına sarılmaktadırlar. Bu kavram bize evrensel yargıyı hatırlatsa da, kast edilen “Türk adaleti”dir. Türk adaletinin Kemalist devlet ideolojisinin en önemli savunucularından biri olması itibariyle, adaletin nasıl vuku bulacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek var mı? Ortada güvenilecek bağımsız bir yargı mı var? Varsa “yargı reformu” tartışmalarını nereye oturtturmak gerekir? Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan hukuki ve siyasi kirliliktir.


Öte yandan Türkiye'deki baskıcı oligarşik yapılanma ve uygulamaların sorumluluğunu yalnızca bu kesime faturalandırmak resmin tamamını görmemizi engellemez mi? Peki, Ordu darbecidir ve kötüdür de Emniyet Teşkilatı, MİT, Özel TİM, TEM vb... çok mu iyidirler? Bunların hiçbiri suça bulaşmamış mıdırlar? Siyasi cinayetlerin, işkencelerin, zulümlerin içinde hiç parmakları yok mudur? Onlar da darbelere, kirli dolap ve komplolara hiç karışmamışlar mıdır?


Yalnızca siyasi sivil ve hukuki cesaretle yürürlükteki darbe anayasası ve yasalarıyla darbecilerin üzerine ne kadar gidilebilinir? Adana, Van, Erzurum savcılarının başlarına gelenler nasıl açıklanmalıdır? AK Parti'ye yönelik “anayasanın 15. maddesini değiştirelim,12 Eylül darbecilerini yargılayalım” savunumu bu açıdan doğru değil midir?


Günümüzdeki darbe girişimlerine zemin hazırlayan ceberut 12 Eylül rejiminin kendisi ve onun yürürlükteki yasa ve kanunlardır. Ayrıca 12 Eylül darbesi ortada plan düzeyinde kalan bir girişim, düşünce değil, gerçekleştirilmiş kanlı bir darbedir. 12 Eylül darbesinin hesabı da söz konusu darbe girişimleri ile birlikte sorgulanmalıdır. Bu kamu vicdanının yerine getirilmesi açısından önemlidir. 12 Eylül darbesinin ardından otuz yıl geçmesi, suçun zaman aşımına uğradığını göstermez. Çünkü işlenen insanlık suçudur ve zaman aşımı mefhumu yoktur.


27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin mağdurları travmalarıyla hesaplaşmayı çeşitli alanlarda yaparken, parlamentonun Hakikat Komisyonları kurarak dönemin -çoğunluğu zaten bilinen- sorumlularını ortaya çıkarmalıdır. Yeni demokratik bir anayasa ve yasalar karşısında bu sorumlular yargılanmalıdır. Kamu vicdanın adaleti ancak bu şekilde tecelli eder.


Ortaya çıkarılan darbe planları, askeri-bürokratik vesayet tartışmaları, halkta sivil siyaset bilincinin ve direnişinin oluşumuna katkısı göz ardı edilemez. Artık AK Parti'nin tabanı yalnızca başörtüsü, üniversiteye girmek için katsayı tartışmalarının kapsama alanı içinde değildirler. Anti militarist, anti oligarşik duruş da buna eklenmiştir. Bu da Kürtler, İslamcılar, Aleviler, liberaller, sosyalistler arasında ortak payandaların oluşmasına katkı sağlamaktadır.


Yayınlanma:: 2010-02-27
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)