Seçimlerden sonraya bırakıldı denen anayasa değişikliği orta boy bir paketle gündeme oturdu. Referanduma götürülmesi beklenen kısmi anayasa değişikliğinin vesayet rejiminin sinir sistemini zedelemesi açısından etkileri neler olacak?
Kürtlerin referandumda tavırı ne olmalıdır? Öcalan'ın "ret cephesinde saflaşın" çağrısı ne anlama geliyor? Anayasa tartışmalarında Kürtler "asli unsur" mu, yoksa "azınlık" mı? 1921 anayasası bazı kesimlerin söylediği üzere referans alınmalı mı? "Açılım" Kürt sorununa çözüm arayışı mı, yoksa PKK'yı çözme projesi mi? "Muhataplık" tartışmalarını kim, nasıl ayağına dolaştırdı? Gündeme ilişkin sorularımızı eski Türkiye İşçi Partisi milletvekillerinden araştırmacı yazar, deneyimli Kürt siyasetçi Dr. Tarık Ziya Ekinci yanıtladı. / Çetin Çeko
***
"Türk islam sentezini kendisine ideoloji olarak benimseyen bir partiden tutarlı demokrasi mücadelesi bekleyemezsiniz. AKP, zikzaklar içinde günlük sorunlara yanıt aramaya çalışırken, vesayet rejiminde gedikler açma çabaları göz ardı edilemez. Bunları ciddiye almak ve desteklemek lazım."
"Kürt sorununun çözümü vesayet rejiminin son bulması ile mümkündür. Kürtlerin bunu tek başlarına yapacak ne güçleri, ne etkin siyasal, kültürel, ideolojik mücadele imkanları ne de kadroları vardır."
"Öcalan yaptığı açıklamada 'ret cephesine katılın, bir ret cephesi oluşturun' diyor. Ne demek bu? CHP ve MHP ile işbirliği yapın anlamına geliyor."
"Açılımın amacı; PKK'yı ikna ederek dağdan indirmek ve silahlı mücadeleyi ortadan kaldırmaktır. Kürt sorununu çözmek gibi bir amacı yoktur."
"1921 anayasasında Kürtlerin 'asli unsur' olduğuna dair bir belirleme yoktur, referans alınması da söz konusu olamaz. Burada bizlerin talep edeceği çağdaş anlamda demokratik bir düzenin kurulmasıdır"
***
Sayın Ekinci, hükümetin Kürt açılımına destek veren aydınlar arasındaydınız. "AKP'nin Kürt açılımında sınavı anayasa değişikliği olduğunu" söylemiştiniz. Referanduma sunulacak taslak anayasa değişikliği paketinde Kürt sorununun çözümüne ilişkin direk bir değişiklik önerisi yok. AKP'nin açılım sınavından sınıfta kaldığını söyleyebilir miyiz yoksa daha erken mi?
Sorunu yalnızca Kürt sorunu olarak ortaya koyduğumuz zaman vereceğim yanıtlar tatmin edici olmaz. Kürt sorunu Türkiye'de rejimle yakından ilgili bir sorundur. Vesayet rejiminin geçerli olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Vesayet rejimi, militarizm, yüksek yargı ve bürokrasinin işbirliği ile oluşturdukları bir rejimdir. Bu rejimde iki büyük temel sorun vardır. Biri Kürt sorunu, diğeri de şeriat, islamcılıktır. İsmalcılığı AKP temsil etmektedir, Kürt sorununu da Kürtler kendi şahıslarında temsil etmektedirler. Aslında bu iki hareketin ittifak halinde vesayet rejimine karşı mücadele etmeleri, vesayet rejimini sona erdirmeleri ve Türkiye'de gerçek bir demokrasiyi kurmak için çaba göstermeleri gerekir.
Böyle bir çaba başarıya ulaşmadan ne Kürt sorunu çözülür, ne müslümanlar haklarına kavuşabilirler ne de gerçek demokrasi oluşur. AKP'nin militarizme ve vesayet rejimine karşı girişimlerini Kürtlerin desteklemesi lazım.
Kürtlerin desteği yok mu?
Maalesef Kürtler bu bilince varamadı. Kürtler yalnızca kendi taleplerini tekrarlamaktan öteye gidemiyorlar. Bu taleplerin bugünkü şartlar içinde hayata geçmesi mümkün değildir. Bu talepler ancak Türkiye'de vesayet rejiminin son bulması, demokrasinin kurulması ile gerçekleşebilecek taleplerdir. Bu nedenle vesayet rejiminde gedik açacak girişimleri Kürtlerin mutlaka desteklemesi lazım.
AKP'nin tutarlı bir demokrasi mücadelesi vermediği eleştirilerini nereye yerleştirmek gerekir?
Evet, AKP'nin tutarlı bir demokrasi mücadelesi vermediği eleştirileri doğrudur. Bir defa AKP müthiş baskı altındadır. Militarizmin öncülüğünü yapmış olduğu vesayet sisteminin destekçisi iki büyük parti var. Biri Cumhuriyet Halk Partisi, ulusalcı parti ki, ben neo faşist parti diyorum. Diğer de Milliyetçi Harekat Partisi, tutarlı faşist bir partidir. Bu iki partinin, yüksek bürokrasi ve özellikle yargı organlarının ağır baskısı altında AKP şaşkına dönmüştür. Kaldı ki, tabanı itibariyle Türk islam sentezine dayanan siyasi bir harekettir.
Türk islam sentezini kendisine ideoloji olarak benimseyen bir partiden tutarlı demokrasi mücadelesi bekleyemezsiniz. AKP, zikzaklar içinde günlük sorunlara yanıt aramaya çalışırken, vesayet rejiminde gedikler açma çabaları göz ardı edilemez. Bunları ciddiye almak ve desteklemek lazım diye düşünüyorum.
İkinci en önemli konu; Kürtler tek başlarına Türkiye'de Kürt sorununu çözme gibi bir imkana sahip değillerdir. Belirttiğim gibi Kürt sorununun çözümü vesayet rejiminin son bulması ile mümkündür. Kürtlerin bunu yapacak ne güçleri, ne etkin siyasal, kültürel, ideolojik mücadele imkanları ne de kadroları vardır. Öte yandan Türkiye'de vesayet rejimine karşı mücadele eden, gerçek bir demokrasinin kurulmasını talep eden aydınlar ve aydın hareketi var. Bu aydın hareketiyle Kürtlerin organik bir bütünlük içinde birlikte mücadele etme zorunluluğu vardır.
DTP / BDP mücadelelerinde şunu ön plana çıkarıyorlar; “benim vesayetim altında bir siyasi hareket olacak! Türk demokratları gelsin benim vesayetim altında çalışsın”. Bu neye benziyor biliyor musunuz, vaktiyle solcu, komünist hareketlerin işçi sınıfının ideolojik vesayeti, öncülüğü altında mücadeleyi öngören anlayışa. Şimdi bunların da dayattığı budur. Böyle bir dayatmayla mücadeleyi yürütmeleri mümkün değildir. Eşit şartlar içinde Türkiye'nin demokratikleşmesini, vesayet rejiminin kalkmasını öngören bütün aydın, demokrat, sosyalist ilerici gruplarla ortak ciddi siyasi hareket oluşturabilirler. Bu Türkiye'nin selamete çıkmasına katkı sağlar. Yalnızca Türkler için değil, Kürtler için de büyük avantaj ve imkanlar sağlar.
Peki, hükümetin referanduma sunmayı çalıştığı anayasa taslak paketini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gücünüzün yettiği oranda hem parlamentoda hem de yarın referandumasunulacak olursa referandum da kayıtsız şartsız bunu desteklemek lazım. Çünkü bugün şer cephesinin açtığı kampanyaya dikkat edelim; "anayasaya aykırıdır, Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz" demektedirler. Büyük bir ihtimalle götürüp iptal de ettireceklerdir. Bu kurumular militarizmin denetimindedir. Sorun ise militarizmin denetlenmesidir. Türk islam sentezi ideolojisi buna tam olarak imkanı vermediğinden, AKP zikzaklar yapsa bile, referandum paketi ortadayken başka şeyler dayatmak şer cephesine destek anlamına gelir. Bu destek, taleplerimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelmez, aksine taleplerimizin yerine getirilmesine katkı sağlar.
AKP düne kadar anayasa değişikliğinin seçimlerden sonra olacağını vurgulayıp durdu. Fakat aniden orta boyutlu bir paketle değişikliğe gideceğini açıkladı. Neden AKP bunu seçimler öncesine aldı?
AKP'nin cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından yeni bir anayasa yapma girişimi oldu. Fakat bunu şer cephesi karşısında geçirip geçiremeyeceğini düşündü ve şimdilik mümkün değil diye seçimler sonrasına bıraktı. Ama şer cephesi öyle bir saldırıya geçti ki, bir kere AKP'nin kapatılması son anda direkten döndü. Bununla kalmadı, partinin yeniden kapatılması için dava açma hazırlıklarının olduğu zaman zaman basına yansıyor. Bu aşamada sen yapabilirsin? Çözüm kendini bundan kurtarmak ve selametle seçime gidebilmektir. Şer cephesi seçime gitmeden önce AKP'yi kapatmayı düşünüyor. Yargının müdahalesi iç ayak oyunlarıyla o kadar arttı ki, HSYK soruşturma yürüten özel izinli savcıları, hakimleri dağıtmak, değiştirmek istiyor. Bunların değiştirilmesi demek; Balyoz benzeri diğer soruşturma ve davaların askıya alınması, düşmesi demektir. Bu yüzden AKP süratle anayasa değişikliğini gündeme getirmek zorunda kaldı. Çünkü elinde başka bir imkan yoktu. Buna destek vermek gerekiyor.
Anayasa değişikliğine ilişkin BDP şartlarını belirtti. Seçim barajının düşürülmesi, hazine yardımı, anti terör yasasında değişiklikleri destek için şart koştu. Hükümet yetkilileri "Bunlar Anayasa konusu değil, kanuni konular. İkisini birbirinden ayırmak lazım” cevabını verdiler. BDP önerileri, Kürtlerin ulusal demokratik haklarından çok BDP'yi kuvvetlendirme talepleri olarak yorumlayanlar var. BDP'nin bu konudaki siyasi reflekslerini yeterli buluyor musunuz?
BDP'nin bu konudaki siyasi reflekslerini yeterli bulmuyorum. Taleplerini dile getirmeli ve şöyle de ilave etmelidir; "bütün bunlara rağmen, ben vesayet rejiminde gedik açacak bu girişimi destekleyeceğim" şer cephesine karşı bu teminatı vermelidir. CHP ve MHP'nin takip ettiği politikanın bir parçası olmayacağım demesi lazım. Ama bunu söylemiyor! Hatta Öcalan'ın son olarak yaptığı açıklamada "ret cephesine katılın, bir ret cephesi oluşturun" diyor. Ne demek bu? CHP ve MHP ile işbirliği yapın anlamına geliyor. Bu yaklaşımı son derece tehlikeli ve zararlı buluyorum. Kürtler açısından hiç bir yarar getirmeyeceğine, zarar getireceğine inanıyorum.
Peki referandumun olması durumunda sonuç sizce ne olur?
BDP'nin desteği olmaması durumunda referandumun sonucu kritik olabilir. BDP'nin kayıtsız şartsız bütün varlığıyla bu referandumu desteklemesi gerekiyor. BDP'nin oyu iki buçuk milyondur, diğer Kürtler de destek vereceklerdir o zaman Kürtlerin dört milyona yakın oyu referanduma evet olarak yansır. Bu rakam çok önemlidir.
Yeni anayasa tartışmalarına katkınız çok oldu. Öcalan ve BDP çevreleri 1921 anayasası referans alınarak yeni yapılacak anayasada Kürtlerin “asli unsur” olduğu belirtilmeli tezini dillendiriyorlar. Oysa siz, "ne TC devletinin kuruluşu olan Lozan antlaşmasında, ne 1921 ve 1924 anayasalarında böyle bir kayıt yoktur. Kaldı ki, devletin kuruluşunda Kürtlerin ortak bir devlet oluşturma talebi olmamıştır diyorsunuz". Bu tezinizi açar mısınız?
Bunların olmadığı tarihen sabittir. Feodal nitelikli Kürt bey ve aşiret liderleri 1918-19 yıllarında Mustafa Kemal'in iğvasına kapıldılar ve Kürt Teali Cemiyeti'ne karşı çıktılar. Paris Konferansı'na katılan Şerif Paşa'nın Kürtlerin temsilcisi olmadığını telgraf çekerek, "bizleri temsil edemezsin, müslüman kardeşlerimizle birlikte yaşayacağız" dediler. Mustafa Kemal'in vaadi şuydu: "Hilafeti ve mukaddes sultanlığı kurtarmak için mücadele ediyoruz". O dönem Ermenilerin malları gasp edilmişti. İtilaf devletleri anlaşır, Ermeniler geri gelip mallarını isterlerse bizim feodal beyler ellerindeki bütün imkanları kaybedeceklerdi. Çünkü Ermeni katliamından sonra büyük bir servet transferi oldu. Dolayısıyla Mustafa Kemal'in bu politikası feodal beylerle işbirliği yapma olanağını sağladı. Kürt Feodal beylerin kafasında şu vardı; yeniden bir devlet kurulduğu zaman padişahlık, hilafet devam edecek ve bizler eski özerk durumumuzu sürdürebileceğiz havası içindeydiler. Ama cumhuriyet kurulduktan sonra baktılar ki, hiç böyle bir şey yok. Üstelik tam aksi uygulamalar var. Ardından dini bir liderin arkasından gidilerek 1925'te Şeyh Sait isyanı patlak verdi. Kadri bey, Kürt Teali Cemiyeti'nin isyandan haberdar olmadığını, daha sonra öğrendiklerini Doza Kurdistan'da söylüyor.
Bu açıdan 1921 anayasasında Kürtlerin asli unsur olduğuna dair bir belirleme yoktur, referans alınması da söz konusu olamaz. Burada bizlerin talep edeceği, çağdaş anlamda demokratik bir düzenin kurulmasıdır. Çağdaş anlamda demokratik düzenin temel ilkelerinden birisi; özerk yerinden yönetim, ademi merkeziyetçi yönetimdir. Bu Almanya'daki gibi eyalet sistemi olabilir, Türkiye'nin yapısına göre on beş eyalete ayrılabilir ve her eyalet kendisini kendi meclisi tarafından yönetmelidir. Teferruatı yapılacak olan yeni anayasada belirlenebilir. Türk aydınları arasında bunu savunuyorum. Yani çağdaş anlamda talep bu olmalıdır.
Türkiye'de Kürtler azınlıktır ve bunun BM'nin azınlık tanımına tıpa tıp uyduğunu söylüyorsunuz Oysa bir kısım Kürt siyasetçileri ve bir kısım devlet yetkilileri farklı açılardan da olsa Kürtlerin “azınlık” değil, “asli unsur” olduğunu savunuyorlar. Neden Kürtler “asli unsur” değil de “azınlık”?
"Asli unsur" veya "azınlık sorunu". Bu sorunu ele aldığınız zaman şöyle bir düşünmek gerekiyor. Neden Türkiye Cumhuriyeti devleti ısrarla azınlık değil diyor? Çünkü azınlığı kabul ettiği anda evrensel olarak azınlık temel hakları vardır ve o hakları tanımak mecburiyetindedir. Bu nedenle Kürtlerin azınlık deyimi ile nitelendirilmesini istemiyor. Oysa bütün uluslararası kuruluşlar, dünya devletleri belli bir azınlık tarifine ulaşmışlar. O azınlık tanımı çerçevesinde BM de bunu onaylamıştır. BM'nin azınlık tarifi çerçevesinde Kürtler azınlıktır. Azınlık olarak kabul edilmesi durumunda bu hakların hemen tanınması lazım gelir. Ama bizim Kürt siyasilerimizin büyük çoğunluğu bundan korkunç derecede nefret ediyorlar. "Bize nasıl azınlık diyebilirsiniz?"
Çünkü onlar Osmanlı döneminden gelen azınlık kavramının etkisi altında kalıyorlar. O dönemde müslümanlar muteber, şerefli bir çoğunluktu, ama müslümanların dışında kalanlar azınlıktı ve itibarsız bir kavimdi. Dolayisiyle hala o anlayış çerçevesinde azınlık olmanın itibarsızlık olabileceği düşüncesiyle buna karşı çıkıyorlar. Devletin azınlık reddiyle, bizimkilerin azınlık reddi burada uzlaşıyor. Her iki halde de burada kaybeden Kürtler oluyor.
Siyasi gündeme tekrardan dönersek, açılım tartışmalarıyla birlikte "muhataplık" tartışmaları da gündeme geldi. BDP, DTP'nin tersine silah bırakma hariç, geri kalan bütün konularda sorunun muhatabı biziz demesine rağmen, Newroz kutlamalarından sonra "halkımız muhatap Öcalan'dır" mealinde açıklamalar yaptılar. Öcalan'ı muhatap göstermek sorunun çözümüne katkı sağlar mı? Parlamentodaki yirmi milletvekili çözümün adresi değil mi?
Aslında muhataplık meselesini ayağına dolaştıran DTP oldu.
Neden DTP?
DTP, tek başına karar verme gücüne sahip değil ki! Bu nedenle Öcalan bazen de PKK'dır diyor. Kendisini ikinci planda görüyor. Öcalan'dan gelecek olan direktiflere göre hareket edeceğim demeye getiriyor. Yani bağımsız bir politikası yoktur. Öcalan'ın da çizdiği zikzaklar ortada. İçinde bulunduğu şartlar açısından böyle bir önderlik yapabilmesi mümkün değil. Onu Mandela ile kıyaslamak istiyorlar, yaptığı açıklamalarla Mandela'nın işlevini üstlenecek bir kapasiteye sahip olmadığı izlenimini veriyor. Zaten devlet kendisiyle sürekli temas halindedir. Temas halinde olmadığını söylemek mümkün değildir.
Bir bakıyorsunuz Kürtlerin taleplerini en alt düzeye indiriyor, bir bakıyorsunuz en üst düzeye çıkarıyor. Bütün sorun, kendisinin özgür olabilmesi ve gelip aktif siyaset yapabilmesine kilitlenmiştir. Bütün sokak gösterileri, BDP'nin izlediği politika liderimiz serbest olsun. Bu politikalar ne kadar gerçekçidir, bizi nereye götürecek bilemiyorum!
Hükümet Kürtlerin legal siyasal partilerini, demokratik kitle örgütlerini ve kanaat önderlerini bilinçli olarak hem sürecin dışında tutuyor hem de hapse atıyor. Kürtlersiz Kürt sorununa çözüm arayışının sorunu tıkayan en önemli etkenlerden birisi olduğu belirtilmekte. Bu konuda neler demek istersiniz?
Hükümetin Kürt sorununa çözüm bulma, açılımın bu anlama geldiği tespitini yetersiz ve yanlış buluyorum. Hükümetin böyle bir niyeti yok, böyle bir politikası da olamaz zaten. Kökü Türk islam sentezi olan bir partinin bunu çözmesi çok zordur. Aynı zamanda militarizmle, yüksek bürokrasiyle denge içinde bunu götürmek istiyor. Onlardan bağımsız hareket etmek istemiyor. Hükümet ufak tefek değişiklikler yapmak istiyor, bunlara karşı çıkmıyoruz, kazanç olarak telaki ediyoruz. Onların asıl hedefi PKK'yi dağdan indirmek ve silahlı mücadeleye son vermektir. Amerika ile Kuzey Irak yönetimiyle yapılan anlaşma bu çerçevededir. PKK'yı ikna ederek dağdan indirmek ve silahlı mücadeleyi ortadan kaldırmaktır. Açılımın temel hedefi budur, yoksa Kürt sorununu çözmek gibi bir amacı yoktur.
Türkiye'nin "iç düşman" telakkisi hala devam ediyor ve Kürtler iç düşman sayılıyor. İç düşman anlayışı devam ettiği müddetçe Kürtlerin temel demokratik hakları için herhangi bir adım atılması da düşünülmüyor. Kafalarındaki tek hesap budur. Avrupa'da bir çok ülke Amerikan'ın izlediği politikayı takip yoluna girdi. Belçika ve Fransa'daki operasyonlar bunların işareti gibi geliyor. Böyle bir işbirliği içinde PKK'yı etkisizleştirmek ve mümkünse silahlı mücadeleye son verdirmek istiyorlar. Açılımın ana fikri bu.
Türkiye'de en ilerici gücün ordu olduğunu, darbenin sosyalist iktidarın önünü açacağını savunanlar 12 Mart hatta 12 Eylül darbelerinin sanıkları oldular. Bugün de bir kısımı darbe girişimine teşebbüsten yargılanmaktalar ve sosyalizm hedefleri nasyonal sosyalizmde son buldu. Bu sizin açınızdan şaşırtıcı mı yoksa beklediğiniz bir sonuç mu?
İlk önce şunu belirteyim; AKP'nin Ergenekon gibi yapılanmaların üzerine gitme cesaretini göstereceğini beklemiyordum. Bu adımları atmasaydı, kendi sonunu kendisi getireceğinin bilincine vardığı için adım attı. Sorunuza gelince; Türkiye'nin toplumsal yapısının, sosyalist teori açısından böyle bir sonuca gelebileceklerine ihtimal verebiliyordum. Daha başlangıcından itibaren Doğan Avcıoğlu'nun öncülüğünü ettiği, sonradan "Milli Demokratik Devrim" olarak formüle edilen tez; "Türkiye'de tek ilerici güç ordudur. Ancak ordudan gelecek olan bir hareket, onun yapacağı darbe sonucunda Türkiye'de sosyalizmin önü açılabilir, milli demokratik bir hükümet kurulabilir. Bu milli demokratik iktidar altında adım adım sosyalizme gidilebilir. Bunun dışında başka bir çözüm yok" düşüncesiydi. Bu düşünce insanı orduyla işbirliği içinde tabi ki faşizme götürür. Onun için geldikleri noktayı çok garipsemedim.
Geçenlerde bir kaç kişinin girişimiyle Türkiye İşçi Partisi kapandığı için Doğu Perinçek'in partisini de katarak, TİP'in mirasını da kullanarak Büyük Türkiye İşçi Partisi kurmak istediler. Buna karşı çıktım. Kabul edilebilecek bir girişim olmadığını söyledim. "Temelde karşı karşıya olan iki düşüncenin o isim altında birleştirilmesini asla tasvip, kabul etmiyorum, bunun haksız bir girişim olduğunu düşünüyorum. Bu arkadaşların kendi çizgilerinde devam etmelerinin daha doğru olacağını düşünüyorum" dedim.
Demokrasi isteyen bütün sınıf ve katmanların ortak bir program etrafında bütünleşmesini öngören bir hareket yaratmak gerektiğini savunuyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde kurulan “Yeni Sol Parti”ye yaklaşımınızı öğrenebilir miyim?
İlk başlangıçta benim üzerinde ısrarla durduğum geniş bir demokrasi hareketi oluşturmaktı. Sosyalizm, sosyalist devrim gibi tezlerin burada işlenmemesi gerektiğini, kırk yıllık tecrübeden sonra Türkiye'nin gerçeklerini artık kavramış olmak gerektiğini belirttim. Militarizmi etkisizleştirecek, yüksek bürokrasiyi denetim altına alacak ve seçimle iş başına gelecek olan iktidarların milli iradeyi temsil ettiğini işleyen bir programla ortaya çıkalım dedim. Sol düşünceli arkadaşlar son derece bağnaz, farklı çizgilerden olan arkadaşlardı, herkes ayrı kafadan bir şeyler söyleyince birlikte yürümenin zor olacağını fark ettim. Benim istediğim muhteva oluşmayınca da uzaklaştım. Ama tamamen kopmadım. Partinin başarı sağlayabileceğini sanmıyorum ve akıbetinin ne olacağını da şimdiden pek kestiremiyorum.
Değerli zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim.
Yayınlanma:: 2010-03-30