Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi Belgeseli”ni geçtiğimiz günlerde izleyebilme imkanı buldum. 1980'li yıllarda ailemden fertlerin ve arkadaşlarımın yattığı Diyarbakır Cezaevi ve Sıkıyönetim Komutanlığı'ndaki yargılamaları çok yakından takip etme olanağı bulmuştum.
“Türkçe konuş!” üç dakika konuş, ziyaret günlerindeki ve duruşmalardaki yaşadıklarımız dün gibi belleğimdedir. İçeriden bilginin az sızdığı dönemde cezaevindeki insanlık onurunu hiçe sayan uygulamaların detaylarını, daha sonradan cezaevinden tahliye olanların özel sohbetlerdeki anlatımıylarıyla öğrendik.
O dönemler Diyarbakır cezaevi ile direk ilişkisi olmayan kişi ve kuruluşlara olup bitenleri aktardığınız zaman, olayları abarttığınız gözüyle bakılırdı. 1982'de tutuklanarak Metris Cezaevi'ne konulduğumda, Metris'de bulunan arkadaşlara Diyarbakır zindanındaki uygulamaları anlattığımda “hissi”, “abartılı” ve “taraflı” bilgi verdiğime dair kuşkulu bakış ve sorularla karşılaşırdım. Kamuoyunda Diyarbakır Cezaevi gerçeği Kürt sorununun siyasal düzlemde doruğa vurmasıyla mercek altına alınmaya, irdelenmeye başlandı.
Gazeteci yazar Hasan Cemal'in 2003 yılında yayınlanan “Kürtler” adlı kitabının giriş bölümü 1928 doğumlu o dönem yetmiş beş yaşında olan Felat Cemiloğlu'nun anlatımlarıyla başlar. Cemiloğlu, 1982-83 yılları arasında yaklaşık bir buçuk yıl Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu kalmıştır. Kendisine zorla bok yedirildiğini, dişlerini temizleyemediği için hepsini cezaevindeki bir arkadaşının yardımıyla iple çektirdiğini anlatır. Yetmiş beş yaşındaki yaşlı insanın anlattıkları medyada geniş yankı uyandırmıştı. Cemiloğlu'nun “genç olsam dağa çıkardım” belirlemesi, Kürt sorununun bu kadar dallanıp budaklanmasının nedenlerinden birinin Diyarbakır Cezevi'ndeki uygulmalar olduğu, bazı çevre ve devlet yetkilileri tarafından dillendirilmeye başlandı.
Türkiye'nin önemli gazeteci ve yazarının kaleminden çıkanlar, aydınların ve kamuoyunun Diyarbakır'a olan ilgisini daha da çekmeye başladı. Oysa Hasan Cemal'den önce Diyarbakır'da yatan bir çok kişinin cezaevindeki vahşeti anlatan kitap ve yazıları yayınlamış, fakat aydın çevre ve kamu oyunda bu kadar yankı uyandırmamıştı. Avukat Şerafettin Kaya'nın Hasan Cemal'in kitabından 21 yıl önce 1982 yılında kaleme aldığı "Diyarbakır'da İşkence" adlı kitabı bunlardan ilkidir.
Ayrıca film yapımcısı Karaman Yavuz'un 1994 yılında Avukat Şerafettin Kaya ve Avukat Ruşen Arslan'la "Diyarbakır- Hukukçuluğumdan utanıyorum" adlı dokümanter filmi, Diyarbakır cezaevi hakkında yapılan ilk görsel dokümanter film olma özelliğine sahiptir. Daha sonra 2004 yılında yapımcı Yusuf Yeşilgöz'ün, Diyarbakır Cezaevi'ndeki uygulamaları ve Cemal Miran'ın katıldığı açlık grevini konu alan “Duvara karşı açlık grevi” dokümanter filmi bunu izler. Yapımcı Çayan Demirel'in ”Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi Belgeseli” ise şu ana kadar Diyarbakır Cezaevi vahşetini anlatan en kapsamlı görsel çalışmadır. Yine yapımcı Tomris Giritlioğlu'nun Star televizyonunda gösterilen "Bu kalp seni unutur mu" dizisi Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkence ve uygulamaları, en geniş ve etkili şekilde Türkiye'nin gündemine taşıyarak, yapılanların gerçeklik derecesinin ne kadar olduğu sorusunu kamuoyu ve parlamentoda tartıştırmıştır. Yazar Ali Bayramoğlu'nun ATV televizyonunda yayınlanan “Demokrasi Arşivi” adlı programında, Diyarbakır Cezaevi'ndeki 1980-84 yıllarında yaşananları konu alan programını da burada belirtmek gerekir.
”Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi Belgeseli”ni seyredip salondan çıktığımda, toplumsal belleği yenilemede, gelecek kuşaklara nelerin yaşandığı, bir daha nelerin yaşanmaması gerektiği konusunda bu ve benzeri yapıtların katkısını bir kez daha fark ettim. Bu açıdan Diyarbakır Cezaevi'nin “İnsan Hakları Müzesi”ne dönüştürülmesinin hatırlama kültürüne katkısının önemli olacağını belirtmek isterim.
Kaydedici ve işlevsel hafızanın kuşaktan kuşağa aktarımında kitap, film, müze ve benzeri objelerin yanında, yaşanan vahşetin özel bir günde anılmasının önemine ayrıca değinmek istiyorum. 26-28 Ocak 2000 tarihinde İsveç'in başkenti Stockholm'de gerçekleştirilen “Uluslararası Holocaust Forumu”nun bu özelliği bize çeşitli ip uçları vermesi bakımından önemlidir. “Holocaust Formu” on altı devletin bir araya gelerek Nazilerin, başta Yahudiler olmak üzere Romanlar, Nazi aleyhtarı Almanlar, homoseksüeller ve savaş tutsaklarına karşı işlenen suçları araştıran uluslar arası bir kuruluştur. Forum, 27 Ocak 1945 Auschwitz toplama ve imha kampının ittifak kuvvetleri tarafından kurtarılmasının yıl dönümünü Avrupa ülkelerindeki okullarda vahşeti kınama, mağdurlarını anma günü olması yönünde bir tavsiye kararı alır. Avrupa'nın bir çok ülkesi bu karara uyar ve 26-28 Ocak günlerini Yahudilere, Romanlara, Nazi aleyhtarlarına yapılanları, okullarda öğrencilere özel ders olarak anlatırlar.
1980-84 yılları arasında 53 siyasi tutsak Diyarbakır zindanında hayatını kaybetti. 17 Mayıs'ı 18 Mayıs 1982'ye bağlayan gece Diyarbakır zindan tutsaklarından Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Önen ve Mahmut Zengin'in insanlık dışı işkence ve vahşeti protesto için kendilerini yaktıkları gün bunlardan sadece biridir. Diyarbakır Cezaevi'ndeki insanlık dramını yalnızca kitap sayfalarının arasında, müzelerde, film salonlarında tarihi belirsiz aktiviteler içinde tutmak yeterli değildir. 18 Mayısları neden Diyarbakır Cezaevi vahşetini kınama ve mağdurlarıyla dayanışma günü olarak ilan etmeyelim? Tarihe iyi veya kötü şekilde mal olmuş olayların anılması, kınanması toplumsal belleğin devamlılığı açısından önemlidir. Hele olayların mağdurları, mağdurların yakınları ve failleri hayattaysa bunun önemi daha da artmaktadır. Bu bir öç alma, intikam duygusu değil, yapılanların bir daha tekrarlanmaması, faillerin, sorumluların geçişmişleriyle yüzleşmesidir. Bu çağrıma duyarlı kişi ve çevrelerin kulak vereceği umuduyla. 100503