2005 yılının 10 Ağustos'unda bir grup aydın Kürt sorununun diyalog ve sivil siyasetin iradesiyle çözülmesi için Erdoğan'la görüştüler. Aydınlar görüşmeden olumlu izlenimlerle ayrıldılar. Erdoğan görüşmede Kürt sorununda yeni, beyaz bir sayfanın açılacağını beyan etti. Ardından Başbakan''ın ünlü Diyarbakır konuşması geldi. "Ama illa 'Ad koyalım' diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur." dedi. Bu çıkışı dört yıl sonra 2009 yılında yine bir Ağustos ayında Ankara Polis Akademisi'nde, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın 15 gazeteci ve akademisyenle bir araya geldiği "Türkiye Modeline Doğru" başlıklı çalıştayla "Kürt Açılımı" adı verilen girişim izledi.
Bu gün ise Erdoğan 2005 toplantısı ve 2009 çalıştaylarına katılan aydınlardan bir kısmını KCK operasyonlarına karşı çıktıkları için "teröre" destek vermekle suçluyor. Oysa KCK, Kürt açılımının gündeme alındığı 2009 yılında da vardı. PKK ise kırk yıla yakın bir süredir var. Gerek AKP hükümeti gerekse Türk istihbaratı, KCK'nin ne olduğunu bilmekle kalmayıp, KCK ile üst düzeyde görüşmeler sürdürdüler. Açılımın başladığı süreç başlangıcında ve devamında KCK / PKK programatik bir değişikliğe gitmedi. Programatik olarak değişen Erdoğan oldu. Başbakan KCK operasyonları için ısrarla vurguladığı "devlet içinde devlet olmaz" savunusunu ciddi bir argüman olarak ileri sürmekte. Oysa bu argüman geçersizdir. Lakin çok uluslu siyasal coğrafyalarda devlet içinde devlet de olur. Otonomi, konfederasyon ve federasyon devlet içinde devletlerin olduğu modellerdir. Bir kısım Kürt, Türk siyasal yapılanmaları da bu modellerden birini Kürt sorununda çözüm alternatifi olarak savunmaktadırlar.
Neden AKP ve Erdoğan eleştirisini yapıyoruz sorusunu burada sormak ve açmak gerekir. Çünkü AKP kendinden önceki T.C hükümetlerinin tersine Kürt sorununun "çözümü" konusunda açık beyanda bulunan tek hükümet olma özelliğine sahiptir.
AKP'nin iktidara geldiği 2001 yılından 12 Haziran seçimleri öncesine kadar, Kürt halkına karşı işlenen suçlar şu veya bu şekilde AKP'ye değil, militarist bürokratik oligarşi hesabına yazıldı. 12 Haziran seçimleri öncesi Kürt sorununa duyarlı, aktif Kürt parlamenterleri listesine almayan Erdoğan, savaş konseptine uygun, sözünden çıkmayan aday profillerini listesine alarak seçimlere girdi ve savaşa endeksli hükümet kabinesi kurdu. Kürt sorununa siyasal değil militarist çözüm mantığıyla yaklaşmaya başlayan Erdoğan, Kürt halkının kanını eline bulaştırmakla tarihi büyük bir hata yapmaya başladı.
Kürt sorununda sertleşen ve sorunu demokratik çözümden uzaklaştıran istisnasız her parti gibi AKP de bu süreç içinde doğal olarak otoriterleşiyor. Siyasal refleks olarak yasallıkla meşruiyet arasında açılan makası demokratikleşme ve meşruiyet aleyhine çevirerek bunu gerçekleştirmeye çalışıyor.
Kürt hareketinin meşru taleplerini minimize etme veya mevcuda razı kılmak isteyen AKP, militarist söylem ve eylemlerini oligarşik bürokratik erk ile uzlaşıya giderek yapıyor. Bu ruh halini Kürt sorununda demokratik ve siyasi reformların yapılmaması, hazırlanacak yeni anayasada Kürt sorununa dair adil ve evrensel çözümlerin sürüncemede bırakılması, Kürt siyasal hareketinin etkisiz hale getirilmesi olarak okuyabiliriz.
Kandil de Kandil...
Mesud Barzani'ye Kandil'e yönelik ortak askeri operasyon için baskı yapan hükümet, Barzani'nin "Aynı yerlerde ben de savaştım. PKK Kandil'den sökülüp çıkarılamaz, sorun diyalogla çözülmeli" tespitine karşın, gerek hükümet gerekse muhalefet Kandil de kandil demektedirler. Oysa Erdoğan'ın eski Genel Kurmay Başkanlarından Yaşar Büyükanıt "bütün TSK'yı Kandil'e göndersek PKK temizlenemez" belirlemesi savaşçı cenah tarafından çabuk unutulmuş gibi.
Savaş naraları atan hükümet, Şırnak'ta BDP'li Hasip Kaplan dışında tüm seçilmişleri Belediye Başkanları, İl Meclis Üyeleri dahil olmak üzere zindanlara attı. Kürt sorunuyla dayanışma içinde olan aydınlara gözdağı verilerek onlar da hapse atıldılar. Van depremi ardından Kürt ve Türk toplumları arasındaki psikolojik fay hattı daha da derinleşerek devam ediyor.
90 yıllık Kürt sorunu hakkında AKP hükümeti İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "Kürt sorunu nedir? Arıyorum, arıyorum bulamıyorum" sözleri ile Erdoğan'ın "Düşünmezseniz Kürt sorunu olmaz" sözleri AKP ve Erdoğan'ın mantıklarını deşifre eden belirlemelerdir. Ortaya çıkan resim, Kürt sorununun tanımı ve "çözümüne" ilişkin U-dönüşü çark etme siyasetinde AKP'nin vardığı son duraktır. Erdoğan, Kürt sorununun çözümü için "elimizi taşın altına koyduk, gerekirse kolumuzu da veririz" yerine elini taşın altından çekmiş, baltayı da taşa vurmuştur. Diyet ise yine Kürtlerden istenmektedir.
Diğer yandan AKP ve bir kısım liberaller "çözüme engel olan devlet" analizinin, "çözüme engel olan Kürt siyasal elitleri" ile yer değiştirdiğini, BDP/PKK ve genel olarak Kürt siyasal "elitlerinin" çözüm konusundaki isteksizliği ve hatta bazılarının sabote edici politikalar izledikleri eleştirisini yapmaktadırlar. Bu eleştiride kısmi haklılık payı olmakla beraber şunu sormak gerekir. "Kürt açılımı"nda AKP'nin elini kolunu bağlayan Kürt hareketinin kendisi midir? Anayasada Türk kimliği dışında diğer halkların ulusal ve demokratik haklarının tanınmasına, ana dilde eğitim, yüzde on barajının düşürülmesi, yer isimlerinin iadesi, terörle mücadele yasasının değiştirilmesine Kürtler mi karşı çıkmaktadırlar? Ayrıca AKP, Kürt coğrafyasında Kürtleri kendilerinin temsil ettiğini iddia etmektedir. Muhatap görmediği, meşruluğu ve yasallığını kabul etmediği, yöneticilerini hapse attığı bir hareketi açılma engel oluyorlar bahanesi ile suçlamak ne derece gerçekçidir? Gerçek; AKP'nin belinde taşıdığı yumurta küfesi Türk İslam ideolojisinin Kemalizm'e bulanmış tekçi anlayışının buna izin vermemesidir. 111110
Çetin Çeko
cetin.ceko@gmail.com