Güney Kürdistan Federe Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin Başbakan Erdoğan’ın davetlisi olarak Diyarbakır’a gelişi Türk ve Kürt siyasal hareketlerinde önemli tartışmalara yol açtı. Bu ziyaretin hemen ardından Kürt siyasetçi Sertaç Bucak Kuzey Kürdistan Demokrat Partisi geleneğinin yasal parti girişiminde bulanacağını açıkladı. Bucak ile parti girişiminin zamanlaması, Kürt siyasal hareketinde siyasi vesayet, politik çoğulculuk, Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanamama nedenleri, Barzani’nin Diyarbakır ziyareti ve Kürt sorununun çözümünde parametrelerin neler olduğunu konuştuk. Sertaç Bucak otuz iki yıl yurtdışında Kürt sorununun çözümü konusunda lobi çalışmaları yaptı. Ülkeye dönmesi ardından Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanlığı‘nda bulundu. Bucak, geçtiğimiz aylarda oluşturulan Kürt Demokratlar Platformu Başkanlık görevini sürdürmekte ve iki kız çocuğu var.
Sayın Bucak, farklı bir siyasi gelenekten gelmenize karşın babanız Sayın Faik Bucak’ın kurucusu olduğu ve süreç içinde çeşitli siyasi dönüşümler geçiren 48 yıllık geçmişe sahip Kuzey Kürdistan Demokrat Partisi saflarında siyaseti sürdürmeye karar verdiniz. Bu kararınızın nedenlerini öğrenebilir miyiz?
Çocukluğumdan beri Kürt siyaseti ile ilgili biriyim. Kürdistan Demokrat Partisi saflarında siyaseti sürdürme kararım, Kürt siyasi hareketleri içinde tek başarılı hareket olan ve Güney Kürdistan’da bölgesel bir yönetim, devlet kuran, dünya, bölge siyasetinde önemli bir aktör olarak ağırlığı olan Irak Kürdistan Demokrat Partisi (I-KDP) ve onun lideri Sayın Mesud Barzani’nin başarılı ve istikrarlı siyaseti belirleyici rol oynamıştır.
Hatırlarsanız, yetmişli yıllarda KDP’nin temel siyasi sloganlarından biri “Kürdistan’a otonomi, Irak’a demokrasi” idi. Biz Kuzeyliler bu talebe ağız bükerdik. Silahlı gücün varken niye bağımsızlık talebinde bulunmuyorsun? Halbuki içinden geçtiğimiz süreç bize şunu gösterdi; Güneyli kardeşlerimiz siyasette adım adım yürüdüler ve kararlı bir mücadele verdiler. İyi örgütlü oldukları için dünya konjonktürünün kendilerine sağladığı kültürü de iyi bir şekilde kullandılar. Devletleşmeleri beni etkileyen en büyük nedendir.
Duygusal yönüne gelince; çok küçük bir yaşta iken babam siyasi bir cinayete kurban gitti. Şahadete gitmesinin nedeni katledilmesinden bir yıl önce kurulan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin Başkanı olmasıydı. Evimizde Barzani adı çok konuşulurdu. Babam 1960 askeri darbesinden sonra Kürtçülükten dolayı sürgüne gönderildi. Babamın bir de şair yönü vardı. İki yıl aradan sonra Gazi Antep’te babamı gördüğümde bana bir şiir okumuştu. Okuduğu şiir Güney Kürdistan “Eylül Devrimi - Şoreşa İlonê” idi. Mustafa Barzani’nin Sovyetlerden dönüp Irak’ta Abdulkerim Kasım’ın yönetime geldiği dönemlerde dağa çıkmasını konu alan bir şiirdi.
Henüz on yaşındaydım ve bu şiirden çok etkilenmiştim. Şiirin bir bölümü şöyle “Da bêjin top û tifing Barzani bo me piling - Toplar ve tüfekler desinler ki Barzani bizim için bir kaplandır.” Barzani ve Güney hareketine karşı olan sevgim, hayranlığım ve hareketin başarısından dolayı belki de böyle bir siyasal tercihte bulundum.
Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak Diyarbakır’a gelen Güney Kürdistan Federe Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin ziyareti ardından KDP’nin yasal zeminde partileşeceğini açıklandınız. Bu açıklama zamanlama açısından bir tesadüf mü yoksa önceden programlanmış bir çıkış mıydı?
Bizim daha önceden legalleşmeye yönelik bir kararımız vardı. Geçtiğimiz Temmuz ayında “Paltforma Demokratên Kurd – Kürt Demokratlar Platformu” olarak çalışma kararı almıştık. Tabi Sayın Barzani’nin gelmesiyle hem bu çizginin hem de bu gelişin yarattığı duygusal ortamla gazetecilerin soruları üzerine bir tesadüf oldu diyebilirim.
Yaptığım açıklamalardan sonra süreç bir çorap söküğü gibi devam etti. Aslında ne yapmak istediğimizi, düşündüğümüzü kamuoyu ile paylaştık. Yani yeni bir şey yok sadece düşüncelerimizi kamuoyu paylaşma idi. Planlı bir şey değildi.
Vesayet altında yapılan siyasetin partilerin bağımsız, çoğulcu ve demokratik özünü tehdit ettiğini biliyoruz. BDP sürekli olarak PKK ve Öcalan’ın vesayeti, HAK-PAR Kemal Burkay ve PSK’nın vesayeti altında olduğu için eleştirildi. KDP-Bakur’un da, KDP-Irak’ın vesayeti altında veya gönüllü olarak vesayetine girmede bir sakınca görmediği değerlendirmesi yapılır. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Bizim için öyle bir vesayet söz konusu değil. KDP geleneği Kürdistan’ın tüm parçalarında var. İran KDP, Suriye KDP (parçalıydı birleştiler) ve Türkiye’de zaten 1965 yılından itibaren var. Bu partilerin I-KDP ile ilişkilerini vesayet ilişkileri olarak düşünmüyorum. Farklı parçalarda, farklı iki siyasi parti arasında kardeşlik ilişkileri, karşılıklı görüş alış verişleri, dayanışma olarak görüyorum.
Bu PKK ile BDP arasında veyahut Türkiye’de çok rastladığımız illegal bir partinin izdüşümü olan bir legal parti ile ilişikler çerçevesinde değildir. Bizim kurmak istediğimiz yasal bir partidir. Bu parti bulunduğu ülkenin koşullarına göre hareket edecektir. Önceliklerimizin başında Kürt dayanışmasına önem vermek gelecektir.
Ne tür bir dayanışma açar mısınız?
Size şöyle bir örnekle açıklayayım. İran-KDP uzun bir süredir Güney Kürdistan’da karargahı olan bir parti ve İran İslam rejimine karşı da silahlı mücadeleyi yürütmektedir. Güney Kürdistan’da bölgesel yönetim kurulduktan sonra, bu önemli adımı tehlikeye atmamak için İran-KDP’nin peşmergeleri Irak-İran sınır boylarında eylem yapmamaya özen gösterdiler. Silahlı mücadeleyi asgari düzeye indirerek daha çok İran Kürdistan’ın iç bölgelerinde eylem yapmayı uygun gördüler. Gerekçeleri de, biz sınır boylarında eylem yaparsak İran ordusunun Güney Kürdistan’a müdahalesi olur ve bu Güney Kürdistan’ın gelişmesini engeller.
Aynı durum PKK ile yaşandı. Ama PKK’nin benzer bir ulusal duruşu olmadı. Bir Kürt olarak Güney Kürdistan’da böyle bir oluşum varsa ve ileriye doğru gidiyorsa -ki o dönemler çok önemliydi bu günde öyle- bu statüyü korumak yalnızca o bölgede yaşayan Kürtlerin görevi olmamalıdır. Diğer parçalardaki Kürtler de oranın yaşaması için çaba sarf etmelidirler diye düşünüyorum.
BDP-PKK dışındaki Kürt siyasal kadro ve çevrelerinin son dönemlerde yoğun siyasal birlik arayışları göze çarpıyor. Bu arayışa karşın aynı programatik hedefleri savunan farklı çevre ve kadrolar neden bir araya gelemiyorlar? Siyasal birlik oluşturmalarını engelleyen, birlikte hareket edemeyecekleri devasa ideolojik ilkesel prensipler mi söz konusu yoksa geçmişten gelen “ben merkezim”, “benim grubum” anlayışı mı hala ağır basıyor?
Kürt hareketinin çoğulculuğu çok önemlidir. Aynı görüşleri paylaşan gruplar ve kesimlerin siyasi birlik oluşturmaları kadar doğal bir şey yok. Bunu destekliyorum. Ama burada çok önemli bir nokta var. Biz Kürtlerde uzlaşı kültürünün olmadığını düşünüyorum. Birlik çalışmalarında olumsuzlukların ve daha sonraki ayrışmaların siyasi nedenlerden dolayı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle sosyalist sistemin yıkılmasından sonra bir takım çok katı ideolojik ayrılıklar da söz konusu değil.
Bir de acı 12 Eylül deneyimi var. Birlik çalışmalarında “benmerkezci” tavrın veyahut eskiden kalma grupçu tavırların etkin olduğunu düşünüyorum. Çünkü yapılan bu çalışmalarda yol ayrımına geldiğinde ayrılık nedeni olarak siyasal yaklaşımların hiçbir zaman dile getirildiğini görmedim. Ya bir organ oluşturulmasındaki sayıdır veyahut da birinin kamuoyu önünde fazla öne çıkması, tahammülsüzlük söz konusu olmaktadır. Maalesef dediğim gibi sorun uzlaşı kültürünün olmamasıdır.
BDP- PKK dışındaki diğer Kürt hareketleri, şu ana kadar Kuzey Kürdistan’da kitle tabanı oluşturamadılar. Müzakere süreci, Kürt sorununda devletin kısmi reform sözleri, siyasal iklimdeki ılık rüzgarlar, Güney Kürdistan Türkiye ilişkileri diğer Kürt siyasal parti ve grupların toplumsal zeminde kitleselleşerek ciddi bir güç haline gelmelerini sağlar mı?
12 Eylül öncesi Kürt hareketinde bir çoğulculuk söz konusuydu, çeşitli Kürdistani örgütler vardı. Bunların da büyük bir kesimi KDP hariç hepsi sol tandanslıydı. 12 Eylül Kürt hareketinin üzerinden buldozer gibi geçti. 12 Eylül öncesinde Kürt siyasal hareketleri arasındaki çatışmalar ve PKK’nin diğer Kürt siyasal hareketlerine yönelimi ile Kürt hareketindeki çoğulculuk ortadan kalktı.
Bu dönemde PKK’nin silahlı mücadelesi ve direnişi söz konusu. PKK’nin silahlı mücadelesini erken verilmiş bir karar olarak düşünüyordum. Sonuçta gelinen noktada PKK ve onun izdüşümlerinin Kürdistan’da önemli bir ağırlıkları var. Silahlı mücadelenin, silahın gündemde olduğu bir aşamada diğer siyasi hareketler silahlı mücadelenin içinde değilse, barışçıl bir mücadeleyi gündemlerine almışlarsa, silahın hakim olduğu bir ortamda diğerlerin sesi pek duyulmuyor.
İçinde bulunduğumuz dönemde, özellikle silahların susması, Kürt sorununun Türkiye’de daha özgür bir ortamda tartışılmasına yol açtı. “Kürt” ve “Kürdistan” sözcüklerinin resmi söyleme girmesi, sorunların medyada, üniversitelerde kamuoyunda açık bir şekilde tartışılması çok önemli. Silahlı mücadelenin bir anlaşmayla, silahsızlanmayla sonuçlanması durumunda içinde bulunduğumuz dönemde Kürt sorunu konusunda bir çoğulculaşma söz konusu olabilir. Bu iklimin oluşmasında siyasal ortamın çok büyük bir rolü var. Türkiye ne kadar çok demokratikleşirse, partiler yasası ne kadar çok demokratikleşirse, Kürt sorununda çözüm isteyen partiler kendilerini özgürce ifade edebilirlerse o zaman kitleselleşebilirler.
Siyasal partilerde silahlı kadroların, şiddetin olmadığı, düşüncelerin, programların toplumda tartışıldığı bir ortamda Kürt siyasetinde çoğulculaşmanın önü açılmış olur. Bu durum Kürt hareketini bölmez ve birbirine düşürmez. Sağlıklı olan da budur. Kürtlerde farklılıklar, farklı görüşlerin birbirleriyle medeni bir şekilde tartışılması sorunun çözümüne katkı sunar. Çünkü tartışmalar halkımızın sorunlarına çözüm ve cevaplar üretmek içindir. Eğer bu tartışmaların önü zorla kesilip, engellenmezse barışçıl ortam, siyasal çözüm süreci devam ederse Kürt siyasetinde çok olumlu gelişmelerin ve çoğulculaşmanın olacağını düşünüyorum.
Söz konusu engellemeler nereden gelebilir devletten mi Kürt hareketi içinden mi?
Devlette eskiyle bugün arasında farklar mevzubahis olmakla beraber partiler arasında anayasada anlaşma ve uzlaşma olmadığı için değişiklik gerçekleşemedi. Partiler yasası hala tartışılıyor. Bu şu demek Kürtler hala kendi kimlikleriyle çok açık bir şekilde görüşlerini ifade edemeyecekler.
Örneğin bir Kürt partisi “bağımsız Kürdistan’ı” savunabilmelidir. Savunma, düşünce ifadesi şiddet içermediği müddetçe bu ülkede her şey serbest olabilmeli. Demokratik ülkelerde, örneğin İspanya’da ayrılmayı savunan partiler şiddete başvurmadıkları sürece ayrılma hakkını savunabilirler. Ama Türkiye’de bu olanaklı değil. Türkiye’de siyaset uzun süre tek düze gitmiştir. Seksen sonrası nesil yalnızca PKK ve onun silahlı mücadelesi daha sonradan BDP ile tanışmıştır. Onların dışında farklı bir siyasal açıklama, oluşum veya bir partileşme olduğu zaman başta onların yetkili organları, yetkili insanları Öcalan da dahil böylesi siyasal oluşumların Kürt hareketini böleceğini söylüyorlar.
Örneğin benim açıklamalarıma sosyal medyada “ihanet!”, “Kürt hareketi bölünmek mi isteniyor!” gibi yorumlar yapıldı. Bunlar yanlış değerlendirmeler. Niye yanlıştır? Şunun için; söz konusu olan Kürt hareketinin bölünmesi değildir. Bugün Kürdistan’da Kürt partilerinin dışında başka partiler de var. Örneğin AK Parti seçimlere giriyor ve önemli oranda Kürdistan’dan oy alıyor. Yani Kürt parti ve örgütleri arasında demokratik bir rekabet olabilmelidir.
O zaman Kürt seçmeninin, Kürt insanının tercih yapma olanağı olacaktır. Sizin tercihleriniz ne kadar çeşitlenirse, toplumsal ilerleme ve demokrasinin kalitesi o kadar iyi olur. Kürt partilerinin çoğalması Kürt sorununun önünde bir engel değil, bilakis onun çözümünü kolaylaştırıcı bir gelişmedir. Bu anlamda politik çoğulculuğa önem vermek gerekir. Böylesi oluşumlara karşı hiç kimsenin karşı olmaması gerekir. Siyasal programlar tartışılmalıdır. Kürt siyasal hareketinde farklı oluşumlar ne bir ihanet ne de bir engeldir. Bilakis Kürt sorununun önünü açıcı bir gelişmedir diye düşünüyorum.
Mesud Barzan’in Diyarbakır ziyareti, ağırlıklı olarak Türkiye açısından Kürt-Kürdistan sorununda geri dönülemeyecek sembolik tarihi bir adım olarak değerlendirilirken, bir kısım BDP ve PKK çevresi Erdoğan’ın Kuzey Kürdistan’da Mesud Barzani ’ye “rol çaldırma” girişimi olarak değerlendirdi. Bu konuda sizin görüşlerinizi alabilir miyim?
Bu çok ilkel bir görüş ve yaklaşımdır. Sayın Barzani Kürdistan Federe Bölge Yönetimi’nin Başkanıdır. Partisi Güney Kürdistan’da siyasal çalışma yapmakta ve şu ana kadar otuza yakın partinin yarıştığı dört demokratik seçim gerçekleştirdiler. Burada bakılması gereken Sayın Barzani’nin verdiği mesajlardır. Sayın Barzani, Kürt sorununun barışçıl çözümü için mesaj verdi. Kürt ve Türk halklarının kardeşliği konusunda mesaj verdi.
Diyarbakır Belediyesi’nde Osman Baydemir, BDP’li milletvekilleri ve çeşitli Kürt siyasetçilerinin bulunduğu protokol görüşmesinde Sayın Barzani’nin söylediği şudur: “Biz barış sürecinin ilerlemesi için katkı sunmak istiyoruz” ve Öcalan’ın sürece katkısını vurguladı. Sayın Barzani, Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl ve eşitlik temelinde çözümü konusunda “ben her zaman katkı sunmaya hazırım ama buradaki sorunu çözecek olan Kürt siyasetinin temsilcileridir.” Silahlı mücadelenin son bulması, silahı elinde bulunduran hareketle çözülür. Ama Kürt sorununun nihai çözümü Kuzey’deki tüm Kürtlerin sorunudur. Bu anlamda bir “rol çalma” söz konusu değil.
Kaldı ki, ben kendim de Diyarbakır’da idim. Halkın bu ziyarete ne kadar ilgili olduğunu, Kürdistan bayraklarını taşıdıklarını gördük. Daha evvel Sayın Barzani ve Güney Kürdistanlı yöneticilerin nasıl aşağılandıklarını biliyoruz. Bugün bir devlet başkanı olarak resmi törenle karşılandı. Şahsen bundan Kürtlerin mutluluk duyduğunu, özgüven kazandıklarını düşünüyorum.
Ortada bir “rol çalınma” yok, bunu söyleyen arkadaşlar kendilerine güvensinler, güçlü bir hareketin içinde olduklarının bilincinde olsunlar. Fakat nedense bu arkadaşlarımızda bir özgüven eksikliği var. BDP Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan gibi olumsuz beyanlarda bulunanların yanında örneğin Selahattin Demirtaş’ın olumlu ve bazı konularda eleştirisel yaklaşımları oldu. Ziyareti ekonomik, siyasal anlamda Türkiye ile Kürdistan hükümeti ve Kuzey Kürt hareketi açısından başarılı, gelecek için iyi şeyler vaat eden bir ziyaret olarak değerlendiriyorum.
AK Parti hükümeti Kürt sorununa ulusal ve kolektif haklar açısından yanaşmayarak, bireysel kültürel ve demokratik hakları ilerletme türünden kısmi reformlarla yol almaya çalışması Kürtler ile devlet arasındaki makasın açıldığını göstermiyor mu? Bu makasın kapanma durumu var mı?
Türkiye’de demokratikleşme süreci oldukça yeni. Hükümetin yaklaşımı da sorunuzda formüle ettiğiniz gibi. Demokratik standartlar geliştikçe, Türkiye’nin AB sürecinde yapması gererek ev ödevlerini yapma konusunda performansı artıkça bu konuda tartışmanın boyutlarının farklı olacağını düşünüyorum. Kürtler atabilecekleri, hiçbir adımı küçümsememelidirler. Çünkü bu kazanımlar, başarılar kolay elde edilmedi. Başta halkımız olmak üzere bu ülkenin tüm demokrasi güçleri Kürtler başta olmak üzere, sorunun çözümü için çok bedel ödediler. Çözüm konusunda farklılıklar olacaktır. Bu farklılıkları tartışarak, mücadele vererek ortadan kaldırmakta fayda var. Sorun çözüldükçe makas daralacaktır.
Kürtler statü istiyorlar, kendilerini yönetmek istiyorlar. Önemli bir kesim özerk ve federal bir çözümü dile getiriyor. Türkiye’nin on yıl öncesiyle bugünü arasında çok büyük farklar olmasına rağmen, Kürtler hala bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşları olamadı. Ne zaman özgür ve eşit vatandaş olursak o zaman farklı gelişmeler olabilir. Bu açıdan Türkiye’de meydana gelen her demokratik gelişim bizim lehimizedir.
Tekrardan Kürt hareketine dönersek, neden Kürdistan Ulusal Kongresi toplanamıyor?
Kürtler dört farklı devlette yaşıyorlar ve ülkeleri rızaları dışında bölündü. Bu farklı devletler arasında yaşayan Kürtlerde de farklılaşmalar söz konusu. Kürdistan Ulusal Kongresi’nin yapılmamasında PKK’li arkadaşlarımızın delege sayısında “büyük parçanın fazla delegesi olmalı, “başkanlık sistemi”, “başkan kim olacak” vb. formel konularda ısrarcı olmaları tıkanmaları meydana getirdi. Eğer ulusal bir kongre yapacaksanız, bütün Kürtlerin Ulusal Kongre’nin oluşması için uzlaşıcı olmalarında fayda var. Bu Kongre’nin toplanmasında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin önemli bir rolü vardır. Çünkü Kürdistan Ulusal Kongresi’nin hazırlık çalışmaları o ülkede oradaki olanaklar sayesinde sürdürülüyor.
Size bir örnek vermek istiyorum. Kuzey Kürdistan temsilcilerinin seçildiği Hazırlık Komitesi’nde maalesef PKK-BDP’den gelen arkadaşlar öyle bir tavır takındılar ki, bütün Kürt renklerinin Kuzey Komitesi adına orada temsil edilmesini engellediler. Örneğin bizim orada temsil edilmemize karşı çıktılar. Çok yoğun bir muhalefet gösterdiler. Şimdiden Kuzeyi temsilen oluşturulacak bir Komite’de bu kadar hegemonyacı bir tavır ister istemez genel çalışmalara da yansıyor. Bütün bunlara rağmen ben iyimserliğimi koruyorum. Birbirimizle tartışacağız, konuşacağız umarım Komite bir uzlaşma yolu bulabilir. O da maksimal isteklerinizden bütün genelin çıkarlarına saygı gösterip geri adım atarsanız sorun çözülebilir. Önemli olan Ulusal Kongre’nin toplanmasıdır. Sorun siyasaldan çok temsiliyetten kaynaklanan bir sorundur.
Peki, dış faktörlerin İran, Suriye, Irak ve Türkiye’nin etkileri söz konusu değil mi?
Tabi ki, Suriye olayı önemli bir faktör. İran ve Suriye’nin ilişikte oldukları siyasetler vasıtasıyla bu konuda etkili olmaya çalışabilirler. Bu bütün devletlerin hakkı ama önemli olan bu diplomatik karşı koyuşları Kürtlerin kendi siyasal çıkarları lehine boşa çıkarmalarıdır. Bu anlamda İran ve Suriye’nin olumlu bir rol oynadığını düşünmüyorum. Diğer devletler de olumlu bir rol oynamayabilir. Ayrıca Rojava’da PYD kendisi dışında hiçbir gücü kabul etmiyor, bu yanlış bir yaklaşım Ama Kürtler bu konuda kararlılarsa bunun gerçekleşmemesi için hiçbir neden yok.
Kalıcı bir barış ve istikrarın sağlanması açısından Kürt sorununun çözümünde belli başlı parametreler nelerdir?
Şu an için Türkiye’de iki aşamalı bir çözüm öngörüyorum. Birinci aşama; demokratikleşme ve Avrupa standartlarına Türkiye’nin erişmesi. Bu da şiddet ortamının tümüyle ortadan kalkmasıyla olanaklıdır. Anayasanın değişmesi ve dağdaki insanların hiçbir zarara uğramadan, onurlu bir şekilde ülkelerine dönerek siyaset yapabilme olanaklarının yaratılması gerekir. Zindanlar boşalmalıdır. Kısaca demokratikleşme olarak nitelendirdiğim Türkiye’nin uluslararası demokratik standartlara ulaşmasıdır.
Türkiye’de şöyle bir algı var; biz AB standartlarına erişirsek zindanlar boşalır, dağdaki insanlar inerse, Kürt partileri kurulursa Kürt sorunu çözülür. Hayır! Bunlarla Kürt sorunu çözülmez, bunlar Kürt sorununun çözümünün önünü açar.
Bundan sonraki süreç de şudur; Kürtler önerdikleri siyasal programlarla Türk halkını çözümler konusunda ikna etmeleri gerekiyor. Kürtlerin mutlaka kendi kendilerini yönetmeleri gerekiyor. Bunun biçimi üzerinde durmuyorum. Biçimi ne olursa olsun Kürtler kendi topraklarında iktidar olmalıdırlar ve Türkiye’nin genelinde iktidarı da paylaşabilmelidirler. Yani eşit olmalıdırlar. Bu eşitlik sağlanırsa Kürt sorununun çözümü sağlanır.
Büyük Kürdistan meselesi Kürtlerin “gizli ajandasıdır” deniyor. Hiçbir Kürt siyaseti geleceğe ipotek koymamalıdır. Siyasal konjonktür neyi getirir neyi götürür biz onu bilemeyiz. Ama Kürtlerin kendi bağımsız devletlerini kurma hakkı vardır! Bu hak her zaman vardır, bunun koşullarının olup olmaması farklıdır. Kürtlerin de Türkler, Farslar, Araplar gibi devletlerinin olması kadar doğal bir şey yoktur. Ama bugünkü siyasal koşullarda bu olanaklı değildir. Bunun olanaklı olmaması, gelecekte de olmaz anlamında değildir.
Türkiye’de yasal bir parti kurmaya çalışan bir grup olarak bizim bugünkü temel sorunumuz Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün önünün açılmasıdır. Buna yönelik somut önerimiz federatif bir modeldir.
Sayın Bucak, farklı bir siyasi gelenekten gelmenize karşın babanız Sayın Faik Bucak’ın kurucusu olduğu ve süreç içinde çeşitli siyasi dönüşümler geçiren 48 yıllık geçmişe sahip Kuzey Kürdistan Demokrat Partisi saflarında siyaseti sürdürmeye karar verdiniz. Bu kararınızın nedenlerini öğrenebilir miyiz?
Çocukluğumdan beri Kürt siyaseti ile ilgili biriyim. Kürdistan Demokrat Partisi saflarında siyaseti sürdürme kararım, Kürt siyasi hareketleri içinde tek başarılı hareket olan ve Güney Kürdistan’da bölgesel bir yönetim, devlet kuran, dünya, bölge siyasetinde önemli bir aktör olarak ağırlığı olan Irak Kürdistan Demokrat Partisi (I-KDP) ve onun lideri Sayın Mesud Barzani’nin başarılı ve istikrarlı siyaseti belirleyici rol oynamıştır.
Hatırlarsanız, yetmişli yıllarda KDP’nin temel siyasi sloganlarından biri “Kürdistan’a otonomi, Irak’a demokrasi” idi. Biz Kuzeyliler bu talebe ağız bükerdik. Silahlı gücün varken niye bağımsızlık talebinde bulunmuyorsun? Halbuki içinden geçtiğimiz süreç bize şunu gösterdi; Güneyli kardeşlerimiz siyasette adım adım yürüdüler ve kararlı bir mücadele verdiler. İyi örgütlü oldukları için dünya konjonktürünün kendilerine sağladığı kültürü de iyi bir şekilde kullandılar. Devletleşmeleri beni etkileyen en büyük nedendir.
Duygusal yönüne gelince; çok küçük bir yaşta iken babam siyasi bir cinayete kurban gitti. Şahadete gitmesinin nedeni katledilmesinden bir yıl önce kurulan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin Başkanı olmasıydı. Evimizde Barzani adı çok konuşulurdu. Babam 1960 askeri darbesinden sonra Kürtçülükten dolayı sürgüne gönderildi. Babamın bir de şair yönü vardı. İki yıl aradan sonra Gazi Antep’te babamı gördüğümde bana bir şiir okumuştu. Okuduğu şiir Güney Kürdistan “Eylül Devrimi - Şoreşa İlonê” idi. Mustafa Barzani’nin Sovyetlerden dönüp Irak’ta Abdulkerim Kasım’ın yönetime geldiği dönemlerde dağa çıkmasını konu alan bir şiirdi.
Henüz on yaşındaydım ve bu şiirden çok etkilenmiştim. Şiirin bir bölümü şöyle “Da bêjin top û tifing Barzani bo me piling - Toplar ve tüfekler desinler ki Barzani bizim için bir kaplandır.” Barzani ve Güney hareketine karşı olan sevgim, hayranlığım ve hareketin başarısından dolayı belki de böyle bir siyasal tercihte bulundum.
Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak Diyarbakır’a gelen Güney Kürdistan Federe Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin ziyareti ardından KDP’nin yasal zeminde partileşeceğini açıklandınız. Bu açıklama zamanlama açısından bir tesadüf mü yoksa önceden programlanmış bir çıkış mıydı?
Bizim daha önceden legalleşmeye yönelik bir kararımız vardı. Geçtiğimiz Temmuz ayında “Paltforma Demokratên Kurd – Kürt Demokratlar Platformu” olarak çalışma kararı almıştık. Tabi Sayın Barzani’nin gelmesiyle hem bu çizginin hem de bu gelişin yarattığı duygusal ortamla gazetecilerin soruları üzerine bir tesadüf oldu diyebilirim.
Yaptığım açıklamalardan sonra süreç bir çorap söküğü gibi devam etti. Aslında ne yapmak istediğimizi, düşündüğümüzü kamuoyu ile paylaştık. Yani yeni bir şey yok sadece düşüncelerimizi kamuoyu paylaşma idi. Planlı bir şey değildi.
Vesayet altında yapılan siyasetin partilerin bağımsız, çoğulcu ve demokratik özünü tehdit ettiğini biliyoruz. BDP sürekli olarak PKK ve Öcalan’ın vesayeti, HAK-PAR Kemal Burkay ve PSK’nın vesayeti altında olduğu için eleştirildi. KDP-Bakur’un da, KDP-Irak’ın vesayeti altında veya gönüllü olarak vesayetine girmede bir sakınca görmediği değerlendirmesi yapılır. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Bizim için öyle bir vesayet söz konusu değil. KDP geleneği Kürdistan’ın tüm parçalarında var. İran KDP, Suriye KDP (parçalıydı birleştiler) ve Türkiye’de zaten 1965 yılından itibaren var. Bu partilerin I-KDP ile ilişkilerini vesayet ilişkileri olarak düşünmüyorum. Farklı parçalarda, farklı iki siyasi parti arasında kardeşlik ilişkileri, karşılıklı görüş alış verişleri, dayanışma olarak görüyorum.
Bu PKK ile BDP arasında veyahut Türkiye’de çok rastladığımız illegal bir partinin izdüşümü olan bir legal parti ile ilişikler çerçevesinde değildir. Bizim kurmak istediğimiz yasal bir partidir. Bu parti bulunduğu ülkenin koşullarına göre hareket edecektir. Önceliklerimizin başında Kürt dayanışmasına önem vermek gelecektir.
Ne tür bir dayanışma açar mısınız?
Size şöyle bir örnekle açıklayayım. İran-KDP uzun bir süredir Güney Kürdistan’da karargahı olan bir parti ve İran İslam rejimine karşı da silahlı mücadeleyi yürütmektedir. Güney Kürdistan’da bölgesel yönetim kurulduktan sonra, bu önemli adımı tehlikeye atmamak için İran-KDP’nin peşmergeleri Irak-İran sınır boylarında eylem yapmamaya özen gösterdiler. Silahlı mücadeleyi asgari düzeye indirerek daha çok İran Kürdistan’ın iç bölgelerinde eylem yapmayı uygun gördüler. Gerekçeleri de, biz sınır boylarında eylem yaparsak İran ordusunun Güney Kürdistan’a müdahalesi olur ve bu Güney Kürdistan’ın gelişmesini engeller.
Aynı durum PKK ile yaşandı. Ama PKK’nin benzer bir ulusal duruşu olmadı. Bir Kürt olarak Güney Kürdistan’da böyle bir oluşum varsa ve ileriye doğru gidiyorsa -ki o dönemler çok önemliydi bu günde öyle- bu statüyü korumak yalnızca o bölgede yaşayan Kürtlerin görevi olmamalıdır. Diğer parçalardaki Kürtler de oranın yaşaması için çaba sarf etmelidirler diye düşünüyorum.
BDP-PKK dışındaki Kürt siyasal kadro ve çevrelerinin son dönemlerde yoğun siyasal birlik arayışları göze çarpıyor. Bu arayışa karşın aynı programatik hedefleri savunan farklı çevre ve kadrolar neden bir araya gelemiyorlar? Siyasal birlik oluşturmalarını engelleyen, birlikte hareket edemeyecekleri devasa ideolojik ilkesel prensipler mi söz konusu yoksa geçmişten gelen “ben merkezim”, “benim grubum” anlayışı mı hala ağır basıyor?
Kürt hareketinin çoğulculuğu çok önemlidir. Aynı görüşleri paylaşan gruplar ve kesimlerin siyasi birlik oluşturmaları kadar doğal bir şey yok. Bunu destekliyorum. Ama burada çok önemli bir nokta var. Biz Kürtlerde uzlaşı kültürünün olmadığını düşünüyorum. Birlik çalışmalarında olumsuzlukların ve daha sonraki ayrışmaların siyasi nedenlerden dolayı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle sosyalist sistemin yıkılmasından sonra bir takım çok katı ideolojik ayrılıklar da söz konusu değil.
Bir de acı 12 Eylül deneyimi var. Birlik çalışmalarında “benmerkezci” tavrın veyahut eskiden kalma grupçu tavırların etkin olduğunu düşünüyorum. Çünkü yapılan bu çalışmalarda yol ayrımına geldiğinde ayrılık nedeni olarak siyasal yaklaşımların hiçbir zaman dile getirildiğini görmedim. Ya bir organ oluşturulmasındaki sayıdır veyahut da birinin kamuoyu önünde fazla öne çıkması, tahammülsüzlük söz konusu olmaktadır. Maalesef dediğim gibi sorun uzlaşı kültürünün olmamasıdır.
BDP- PKK dışındaki diğer Kürt hareketleri, şu ana kadar Kuzey Kürdistan’da kitle tabanı oluşturamadılar. Müzakere süreci, Kürt sorununda devletin kısmi reform sözleri, siyasal iklimdeki ılık rüzgarlar, Güney Kürdistan Türkiye ilişkileri diğer Kürt siyasal parti ve grupların toplumsal zeminde kitleselleşerek ciddi bir güç haline gelmelerini sağlar mı?
12 Eylül öncesi Kürt hareketinde bir çoğulculuk söz konusuydu, çeşitli Kürdistani örgütler vardı. Bunların da büyük bir kesimi KDP hariç hepsi sol tandanslıydı. 12 Eylül Kürt hareketinin üzerinden buldozer gibi geçti. 12 Eylül öncesinde Kürt siyasal hareketleri arasındaki çatışmalar ve PKK’nin diğer Kürt siyasal hareketlerine yönelimi ile Kürt hareketindeki çoğulculuk ortadan kalktı.
Bu dönemde PKK’nin silahlı mücadelesi ve direnişi söz konusu. PKK’nin silahlı mücadelesini erken verilmiş bir karar olarak düşünüyordum. Sonuçta gelinen noktada PKK ve onun izdüşümlerinin Kürdistan’da önemli bir ağırlıkları var. Silahlı mücadelenin, silahın gündemde olduğu bir aşamada diğer siyasi hareketler silahlı mücadelenin içinde değilse, barışçıl bir mücadeleyi gündemlerine almışlarsa, silahın hakim olduğu bir ortamda diğerlerin sesi pek duyulmuyor.
İçinde bulunduğumuz dönemde, özellikle silahların susması, Kürt sorununun Türkiye’de daha özgür bir ortamda tartışılmasına yol açtı. “Kürt” ve “Kürdistan” sözcüklerinin resmi söyleme girmesi, sorunların medyada, üniversitelerde kamuoyunda açık bir şekilde tartışılması çok önemli. Silahlı mücadelenin bir anlaşmayla, silahsızlanmayla sonuçlanması durumunda içinde bulunduğumuz dönemde Kürt sorunu konusunda bir çoğulculaşma söz konusu olabilir. Bu iklimin oluşmasında siyasal ortamın çok büyük bir rolü var. Türkiye ne kadar çok demokratikleşirse, partiler yasası ne kadar çok demokratikleşirse, Kürt sorununda çözüm isteyen partiler kendilerini özgürce ifade edebilirlerse o zaman kitleselleşebilirler.
Siyasal partilerde silahlı kadroların, şiddetin olmadığı, düşüncelerin, programların toplumda tartışıldığı bir ortamda Kürt siyasetinde çoğulculaşmanın önü açılmış olur. Bu durum Kürt hareketini bölmez ve birbirine düşürmez. Sağlıklı olan da budur. Kürtlerde farklılıklar, farklı görüşlerin birbirleriyle medeni bir şekilde tartışılması sorunun çözümüne katkı sunar. Çünkü tartışmalar halkımızın sorunlarına çözüm ve cevaplar üretmek içindir. Eğer bu tartışmaların önü zorla kesilip, engellenmezse barışçıl ortam, siyasal çözüm süreci devam ederse Kürt siyasetinde çok olumlu gelişmelerin ve çoğulculaşmanın olacağını düşünüyorum.
Söz konusu engellemeler nereden gelebilir devletten mi Kürt hareketi içinden mi?
Devlette eskiyle bugün arasında farklar mevzubahis olmakla beraber partiler arasında anayasada anlaşma ve uzlaşma olmadığı için değişiklik gerçekleşemedi. Partiler yasası hala tartışılıyor. Bu şu demek Kürtler hala kendi kimlikleriyle çok açık bir şekilde görüşlerini ifade edemeyecekler.
Örneğin bir Kürt partisi “bağımsız Kürdistan’ı” savunabilmelidir. Savunma, düşünce ifadesi şiddet içermediği müddetçe bu ülkede her şey serbest olabilmeli. Demokratik ülkelerde, örneğin İspanya’da ayrılmayı savunan partiler şiddete başvurmadıkları sürece ayrılma hakkını savunabilirler. Ama Türkiye’de bu olanaklı değil. Türkiye’de siyaset uzun süre tek düze gitmiştir. Seksen sonrası nesil yalnızca PKK ve onun silahlı mücadelesi daha sonradan BDP ile tanışmıştır. Onların dışında farklı bir siyasal açıklama, oluşum veya bir partileşme olduğu zaman başta onların yetkili organları, yetkili insanları Öcalan da dahil böylesi siyasal oluşumların Kürt hareketini böleceğini söylüyorlar.
Örneğin benim açıklamalarıma sosyal medyada “ihanet!”, “Kürt hareketi bölünmek mi isteniyor!” gibi yorumlar yapıldı. Bunlar yanlış değerlendirmeler. Niye yanlıştır? Şunun için; söz konusu olan Kürt hareketinin bölünmesi değildir. Bugün Kürdistan’da Kürt partilerinin dışında başka partiler de var. Örneğin AK Parti seçimlere giriyor ve önemli oranda Kürdistan’dan oy alıyor. Yani Kürt parti ve örgütleri arasında demokratik bir rekabet olabilmelidir.
O zaman Kürt seçmeninin, Kürt insanının tercih yapma olanağı olacaktır. Sizin tercihleriniz ne kadar çeşitlenirse, toplumsal ilerleme ve demokrasinin kalitesi o kadar iyi olur. Kürt partilerinin çoğalması Kürt sorununun önünde bir engel değil, bilakis onun çözümünü kolaylaştırıcı bir gelişmedir. Bu anlamda politik çoğulculuğa önem vermek gerekir. Böylesi oluşumlara karşı hiç kimsenin karşı olmaması gerekir. Siyasal programlar tartışılmalıdır. Kürt siyasal hareketinde farklı oluşumlar ne bir ihanet ne de bir engeldir. Bilakis Kürt sorununun önünü açıcı bir gelişmedir diye düşünüyorum.
Mesud Barzan’in Diyarbakır ziyareti, ağırlıklı olarak Türkiye açısından Kürt-Kürdistan sorununda geri dönülemeyecek sembolik tarihi bir adım olarak değerlendirilirken, bir kısım BDP ve PKK çevresi Erdoğan’ın Kuzey Kürdistan’da Mesud Barzani ’ye “rol çaldırma” girişimi olarak değerlendirdi. Bu konuda sizin görüşlerinizi alabilir miyim?
Bu çok ilkel bir görüş ve yaklaşımdır. Sayın Barzani Kürdistan Federe Bölge Yönetimi’nin Başkanıdır. Partisi Güney Kürdistan’da siyasal çalışma yapmakta ve şu ana kadar otuza yakın partinin yarıştığı dört demokratik seçim gerçekleştirdiler. Burada bakılması gereken Sayın Barzani’nin verdiği mesajlardır. Sayın Barzani, Kürt sorununun barışçıl çözümü için mesaj verdi. Kürt ve Türk halklarının kardeşliği konusunda mesaj verdi.
Diyarbakır Belediyesi’nde Osman Baydemir, BDP’li milletvekilleri ve çeşitli Kürt siyasetçilerinin bulunduğu protokol görüşmesinde Sayın Barzani’nin söylediği şudur: “Biz barış sürecinin ilerlemesi için katkı sunmak istiyoruz” ve Öcalan’ın sürece katkısını vurguladı. Sayın Barzani, Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl ve eşitlik temelinde çözümü konusunda “ben her zaman katkı sunmaya hazırım ama buradaki sorunu çözecek olan Kürt siyasetinin temsilcileridir.” Silahlı mücadelenin son bulması, silahı elinde bulunduran hareketle çözülür. Ama Kürt sorununun nihai çözümü Kuzey’deki tüm Kürtlerin sorunudur. Bu anlamda bir “rol çalma” söz konusu değil.
Kaldı ki, ben kendim de Diyarbakır’da idim. Halkın bu ziyarete ne kadar ilgili olduğunu, Kürdistan bayraklarını taşıdıklarını gördük. Daha evvel Sayın Barzani ve Güney Kürdistanlı yöneticilerin nasıl aşağılandıklarını biliyoruz. Bugün bir devlet başkanı olarak resmi törenle karşılandı. Şahsen bundan Kürtlerin mutluluk duyduğunu, özgüven kazandıklarını düşünüyorum.
Ortada bir “rol çalınma” yok, bunu söyleyen arkadaşlar kendilerine güvensinler, güçlü bir hareketin içinde olduklarının bilincinde olsunlar. Fakat nedense bu arkadaşlarımızda bir özgüven eksikliği var. BDP Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan gibi olumsuz beyanlarda bulunanların yanında örneğin Selahattin Demirtaş’ın olumlu ve bazı konularda eleştirisel yaklaşımları oldu. Ziyareti ekonomik, siyasal anlamda Türkiye ile Kürdistan hükümeti ve Kuzey Kürt hareketi açısından başarılı, gelecek için iyi şeyler vaat eden bir ziyaret olarak değerlendiriyorum.
AK Parti hükümeti Kürt sorununa ulusal ve kolektif haklar açısından yanaşmayarak, bireysel kültürel ve demokratik hakları ilerletme türünden kısmi reformlarla yol almaya çalışması Kürtler ile devlet arasındaki makasın açıldığını göstermiyor mu? Bu makasın kapanma durumu var mı?
Türkiye’de demokratikleşme süreci oldukça yeni. Hükümetin yaklaşımı da sorunuzda formüle ettiğiniz gibi. Demokratik standartlar geliştikçe, Türkiye’nin AB sürecinde yapması gererek ev ödevlerini yapma konusunda performansı artıkça bu konuda tartışmanın boyutlarının farklı olacağını düşünüyorum. Kürtler atabilecekleri, hiçbir adımı küçümsememelidirler. Çünkü bu kazanımlar, başarılar kolay elde edilmedi. Başta halkımız olmak üzere bu ülkenin tüm demokrasi güçleri Kürtler başta olmak üzere, sorunun çözümü için çok bedel ödediler. Çözüm konusunda farklılıklar olacaktır. Bu farklılıkları tartışarak, mücadele vererek ortadan kaldırmakta fayda var. Sorun çözüldükçe makas daralacaktır.
Kürtler statü istiyorlar, kendilerini yönetmek istiyorlar. Önemli bir kesim özerk ve federal bir çözümü dile getiriyor. Türkiye’nin on yıl öncesiyle bugünü arasında çok büyük farklar olmasına rağmen, Kürtler hala bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşları olamadı. Ne zaman özgür ve eşit vatandaş olursak o zaman farklı gelişmeler olabilir. Bu açıdan Türkiye’de meydana gelen her demokratik gelişim bizim lehimizedir.
Tekrardan Kürt hareketine dönersek, neden Kürdistan Ulusal Kongresi toplanamıyor?
Kürtler dört farklı devlette yaşıyorlar ve ülkeleri rızaları dışında bölündü. Bu farklı devletler arasında yaşayan Kürtlerde de farklılaşmalar söz konusu. Kürdistan Ulusal Kongresi’nin yapılmamasında PKK’li arkadaşlarımızın delege sayısında “büyük parçanın fazla delegesi olmalı, “başkanlık sistemi”, “başkan kim olacak” vb. formel konularda ısrarcı olmaları tıkanmaları meydana getirdi. Eğer ulusal bir kongre yapacaksanız, bütün Kürtlerin Ulusal Kongre’nin oluşması için uzlaşıcı olmalarında fayda var. Bu Kongre’nin toplanmasında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin önemli bir rolü vardır. Çünkü Kürdistan Ulusal Kongresi’nin hazırlık çalışmaları o ülkede oradaki olanaklar sayesinde sürdürülüyor.
Size bir örnek vermek istiyorum. Kuzey Kürdistan temsilcilerinin seçildiği Hazırlık Komitesi’nde maalesef PKK-BDP’den gelen arkadaşlar öyle bir tavır takındılar ki, bütün Kürt renklerinin Kuzey Komitesi adına orada temsil edilmesini engellediler. Örneğin bizim orada temsil edilmemize karşı çıktılar. Çok yoğun bir muhalefet gösterdiler. Şimdiden Kuzeyi temsilen oluşturulacak bir Komite’de bu kadar hegemonyacı bir tavır ister istemez genel çalışmalara da yansıyor. Bütün bunlara rağmen ben iyimserliğimi koruyorum. Birbirimizle tartışacağız, konuşacağız umarım Komite bir uzlaşma yolu bulabilir. O da maksimal isteklerinizden bütün genelin çıkarlarına saygı gösterip geri adım atarsanız sorun çözülebilir. Önemli olan Ulusal Kongre’nin toplanmasıdır. Sorun siyasaldan çok temsiliyetten kaynaklanan bir sorundur.
Peki, dış faktörlerin İran, Suriye, Irak ve Türkiye’nin etkileri söz konusu değil mi?
Tabi ki, Suriye olayı önemli bir faktör. İran ve Suriye’nin ilişikte oldukları siyasetler vasıtasıyla bu konuda etkili olmaya çalışabilirler. Bu bütün devletlerin hakkı ama önemli olan bu diplomatik karşı koyuşları Kürtlerin kendi siyasal çıkarları lehine boşa çıkarmalarıdır. Bu anlamda İran ve Suriye’nin olumlu bir rol oynadığını düşünmüyorum. Diğer devletler de olumlu bir rol oynamayabilir. Ayrıca Rojava’da PYD kendisi dışında hiçbir gücü kabul etmiyor, bu yanlış bir yaklaşım Ama Kürtler bu konuda kararlılarsa bunun gerçekleşmemesi için hiçbir neden yok.
Kalıcı bir barış ve istikrarın sağlanması açısından Kürt sorununun çözümünde belli başlı parametreler nelerdir?
Şu an için Türkiye’de iki aşamalı bir çözüm öngörüyorum. Birinci aşama; demokratikleşme ve Avrupa standartlarına Türkiye’nin erişmesi. Bu da şiddet ortamının tümüyle ortadan kalkmasıyla olanaklıdır. Anayasanın değişmesi ve dağdaki insanların hiçbir zarara uğramadan, onurlu bir şekilde ülkelerine dönerek siyaset yapabilme olanaklarının yaratılması gerekir. Zindanlar boşalmalıdır. Kısaca demokratikleşme olarak nitelendirdiğim Türkiye’nin uluslararası demokratik standartlara ulaşmasıdır.
Türkiye’de şöyle bir algı var; biz AB standartlarına erişirsek zindanlar boşalır, dağdaki insanlar inerse, Kürt partileri kurulursa Kürt sorunu çözülür. Hayır! Bunlarla Kürt sorunu çözülmez, bunlar Kürt sorununun çözümünün önünü açar.
Bundan sonraki süreç de şudur; Kürtler önerdikleri siyasal programlarla Türk halkını çözümler konusunda ikna etmeleri gerekiyor. Kürtlerin mutlaka kendi kendilerini yönetmeleri gerekiyor. Bunun biçimi üzerinde durmuyorum. Biçimi ne olursa olsun Kürtler kendi topraklarında iktidar olmalıdırlar ve Türkiye’nin genelinde iktidarı da paylaşabilmelidirler. Yani eşit olmalıdırlar. Bu eşitlik sağlanırsa Kürt sorununun çözümü sağlanır.
Büyük Kürdistan meselesi Kürtlerin “gizli ajandasıdır” deniyor. Hiçbir Kürt siyaseti geleceğe ipotek koymamalıdır. Siyasal konjonktür neyi getirir neyi götürür biz onu bilemeyiz. Ama Kürtlerin kendi bağımsız devletlerini kurma hakkı vardır! Bu hak her zaman vardır, bunun koşullarının olup olmaması farklıdır. Kürtlerin de Türkler, Farslar, Araplar gibi devletlerinin olması kadar doğal bir şey yoktur. Ama bugünkü siyasal koşullarda bu olanaklı değildir. Bunun olanaklı olmaması, gelecekte de olmaz anlamında değildir.
Türkiye’de yasal bir parti kurmaya çalışan bir grup olarak bizim bugünkü temel sorunumuz Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün önünün açılmasıdır. Buna yönelik somut önerimiz federatif bir modeldir.