Ulusal
kimliklerin yok sayıldığı, mezheplerin görünmez kılındığı, soykırımların
yaşandığı bir coğrafyada tarihsel boyutu çok eski olan ama gündeme yeni gelen
bir sorunla karşı karşıyayız. Çingeneler! Kürt,
Ermeni, Süryani ve Alevi sorunu kadar ağırlığı olduğu halde görülüp de
görülmezden gelinmiş bir sorun. Ne Türk
demokratik hareketinin ne Kürtlerin, ne Ermenilerin ne de Alevilerin Çingeneler
konusunda elle tutulur bir söylem ve dayanışmaya sahip olduklarını söylemek çok
zor.
Çingenelere karşı
ötekileştirilenlerin tavrı neden ötekileştirici? Roman sorunu etnik bir sorun mu yoksa
sosyo-kültürel bir sorun mu? “Roman Açılımı” öncesi ve sonrası Romanlar da
millet, kimlik, dil ve kültür sorununa yaklaşımda farklılar neler oldu?
“Müzakere”, “barış” sürecinde Çingenelerin rolü var mı soruları başta olmak
üzere sivil aktivist ve Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı Elmas Arus’la
Çingenelerin sorunları ve çözüm parametrelerini konuştum.
Sayın Arus, Çingenlerin içinde farklı kimlik
gruplarının olduğunu biliyoruz. Aynı coğrafyayı paylaştığımız bu halk grubu
hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Türkiye’de
Çingene olarak tanımlanan dört grup var. Birincisi; Rom dediğimiz, Roman
grupları. ikincisi Güney Doğu ve Doğu
Anadolu’da yaşayan Domlar, “Kürt Çingenleri” olarak adlandırılan grup. Üçüncüsü
Lomlar, Kardeniz’de yaşayan ve “Ermeni Çingenesi” olarak da adlandırılan grup. Bir dipnot olarak belirtmek gerekirse, Dom
Çingenelerine “Kürt Çingeneleri”, Lom Çingenelerine “Ermeni Çingeneleri”
denmesine tepki gösterenler var. Dördüncüsü Orta Asya kökenli olup diğer
çingene gruplar gibi yaşayan ve göçebe bir halk olan Abdal gruplarıdır. Yaşam
şekilleri ve kültürel özellikleri bakımından dışardan bakılınca diğer gruplarla
aynı görünür. Oysa onlar kendilerini ne çingene ne de diğer gruplar gibi
değil ‘’Abdal’’ olarak tanımlarlar.
Tarihçiler ve
sosyologlar Romlar, Domlar ve Lomların kardeş gruplar olup Hindistan’dan 5. İle
9. yüzyılda göçe başladıklarını söylerler. Ama göç nedeni hakkında kimse
kesin bir şey belirtemez. Olası
varsayımlar olarak açlık, kıtlık, iç savaşlar, Hindistan içinde yapılan saldırılara
vurgu yaparlar. Her üç grup da birlikte yola çıkmışlar ve İran’a gelmişler.
İran’da üç gruba ayrılmışlar, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu takip ederek Kuzey
Afrika’ya kadar giden grup Dom gruplarıdır. Karadeniz bölgesini takip ederek
Sibirya’ya kadar ulaşan grup Lom gruplarıdır. Anadolu’nun ortasından
Balkanlara, oradan Avrupa’ya, Avrupa’dan da Amerika’ya kadar giden grup ise
Roman grupları olmuştur. Türkiye toprakları bu toplulukların göç güzergahı
üzerinde olduğu için üç grupta toplu olarak Türkiye topraklarında yaşamaktadır.
Devletin Çingeneler de dahil diğer ulusal kimliklere
ve mezheplere yaklaşımının sorunlu olduğunu biliyoruz. Diğer ulusal kimliklerin
örneğin Kürtlerin Çingenelere yaklaşım ve ilişkilerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kürtlerin Çingenlerle
ilişkilerinde Diyarbakır alanı bizim için somut bir veri teşkil etmekte.
Diyarbakır’da 14 bin Dom yaşadığı tahmin ediliyor. Domlar kendi içlerine dönük,
kapalı bir toplum. Acıları, mağduriyetleri, yasları her şeyleri toplumun diğer
bireylerinden, yani onlar kadar ezilmiş, onlar kadar zulmü görmüş Kürt
toplulukları tarafından görünmüyor. Bu ise başlı başına şaşırtıcı bir handikap.
Domların Kürtlerle
temasları yok denecek kadar az. Ciddi bir şekilde bu topluluklar tarafından sosyal
ayrımcılık ve oranın olanaklarının dışında tutma, hiçbir bağ kurmama, dışarda
bırakılma söz konusu.
Bu konuda paylaşabileceğiniz somut örnekler
verebilir misiniz?
Diyarbakır’daki
Dom Derneği yöneticilerinin bizlerle paylaştıkları bilgilerde örneğin Dom
kızlarımızı pazara, çarşıya, sokağa gönderememekten şikayet ediyorlar.
Kendilerine kötü gözle bakıldığını, kızlarımızı hafif meşrep olarak algıladıklarını
ifade ediyorlar. Bölgede Dom çocuklarına
iş verilmiyor. Çünkü Domlar “hırsızdırlar”, “dilencidirler”, “kötülük” yaparlar
düşüncesi hakim. Dolayısıyla onlar da toplumun diğer bireylerinden korkup,
uzaklaşarak Kürtlerle iç içe girmek istemiyorlar.
Antep’te Abdalların cemevine alınmadıkları basına
yansımıştı. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
Cemevine
alınmamalarından ziyade Abdallar cemevine gitmek istemiyorlar. Cemevlerinde
Çingene olarak dışlandıklarını hissediyorlar. “Dergaha Yolculuk” adında bir
belgesel film çekmiştik. Gaziantep’teki Abdal
gruplarıyla belgesel film çalışması esnasında tanıştık ve sonra da dernekleşme
süreçlerinde birlikte olduk. Hak arama mücadelesini onların dernekleriyle
birlikte hala sürdürüyoruz.
Şunu anlattılar
bize; “Artık Alevilik, Bektaşilik inancımızı da terk etmek istiyoruz.” “Sizleri
bu kadar keskin konuşmaya iten nedenler nelerdir?” diye sorduğumda şu cevabı
verdiler: “Efendilerimiz bile bizleri dışlıyor” dediler. Anlattıklarına göre; Hacı Bektaş’a gidiyorlar, onlara hediyeler
götürüyorlar ama eşitler ilişkisi söz konusu olduğunda her zaman protokol
olarak en altta, en arkadalar. Bu da onları incitiyor, küstürüyor ve bir daha
dergaha gitmiyorlar. Dinde de ayrımcılık olur mu diyorsanız, bu örnekteki gibi bariz
bir biçimde ayrımcılığı görüyorsunuz.
Diğer yandan
Çingeneler ayrımcılığı o kadar içselleştirilmişler ve sıradanlaştırılmışlar ki,
artık yapılanlar onlara dokunmuyor, onları yaralamıyor tepkisiz kalıyorlar. “Biz
inandığımız yolda gidiyoruz, onların dediğine aldırmıyoruz” diyorlar. Ama dışardan
bakan bizler için o kadar yaralayıcı ve acı bir durum söz konusu ki.
Genel algıya bir virgül koyarsak Türk, Kürt,
Ermeni, Alevi ve diğer sivil toplum kuruluşlarının Çingenlerin sorunlarına
yaklaşımı ve sizlerle ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlişkileri yok
ki!
Neden?
Evet, sormak
lazım neden? Selendi vakasını hatırlarsınız. 2010’nun Ocak ayında Manisa’nın
Selendi ilçesinde 76 Roman yerli halk tarafından linç edilmek istendi. Yine
Bursa’da mahallede Romanların ev ve
işyerleri yakıldı. Binlerce sivil toplum kuruluşundan sadece bir iki tanesi
hariç hiç ses çıkmadı. Çok ilginç değil mi?
Romanların
yaşadıkları mağduriyetleri diğer sivil toplum kuruluşları insan hakları
meselesi olarak görmüyorlar. Toplumsal duyarlılığı olması gereken sivil toplum
kurumlarının bu konudaki sorunu görmeyişlerini, ilgisizliklerini ve bizlerle
temassızlıklarını fark ediyorsunuz.
Yeni yeni sivil
toplum kuruluşları arasında oluşan ağlar ile kıpırdanmalar olmaya başladı. Ama
hala diğerleri için Çingenlerin yaşadığı mağduriyetler kendileri için yabancı
bir sorun.
Kürt sorununun olası çözümüne yönelik “barış” için
“müzakere” adı altına bir süreç yaşıyoruz. Bu süreçte Çingenelerin rolü var mı
varsa nedir?
Çözüm süreci
ülkede yaşayan diğer halkları ilgilendirdiği gibi Romanlar ve Romanlar gibi
yaşayan grupları da ilgilendiriyor. Ama Romanlar genel olarak bu sürecin ne farkında oldular ne de bu süreçle alakadar oldular...
Neden alakadar olmadılar?
Çünkü Çingeneler
çözüm sürecinin ne içine alındılar ne de kimse gelip onların dertlerini sordu.
Ayrıca sistemin hiçbir tarafıyla ilişkileri yok. Kapalı toplum hayatı içinde o
kadar derin yaralar, acılar yaşıyorlar ki, barıştan ve müzakereden bihaberler.
Toplumsal barışın onlara ne getireceğine ne götüreceğine hiçbir şekilde
alakadar değiller.
Onlar
karınlarının doyurulması derdindeler. Çünkü siyasi ve toplumsal bir bakış
açıları yok. En fazla görebildikleri kendi toplumunun içinde bireylerin
durumudur. Bu yüzden dışarıya çok fazla açık değiller. Dolaysıyla bu süreç
onları çok fazla ilgilendirmedi. Halbuki onları da etkileyen bir durum söz
konusu.
Nasıl bir etki olabilir?
Kürtler ve
Çingeneler aynı coğrafyada yaşıyorlar ve her türlü toplumsal gelişme ve alt üst
oluşlar onların da yaşantısını direk etkilemekte. Barış sürecine müdahil
olmaları gerekirdi. Yokluğu nasıl
paylaşıyorsa, varlığı da öyle paylaşmaları gerekir. Maalesef onlar bunun
farkında değiller. Hatta farkından ziyade kendi dışındakilerle bağları
olmadığından, diğerlerinin dertleriyle dertlenmemişler. Diğerleri de onlarla
bağ kurmadıklarından, Çingenelerin dertleriyle dertlenmemişler.
“Roman Açılımı”na gelirsek AK Parti hükümetinin demokratikleşeme
sürecinin bir parçası olarak adlandırdığı bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu önemsiyorum.
Tarihsel olarak geriye gidersek, TC’nin kurulmasıyla birlikte bütün halklar TC
vatandaşı olarak kabul edildiler. Bu halklardan birisi de Romanlar idi.
Romanlar bugüne kadar sistemin içine alt sınıfta ne olduğunu bilmeden,
yoksulluğu, dışlanmayı, ayrımcılığı kabul ederek yaşamış bir halk grubudur. Hep
bir kıvırma, kaçma, korkma, saklanma yani her gittiği yerde hayatta kalmak
için, yaşamak için bir politika geliştirmişler. Belki de Romanların bunca acıya
dayanarak bu noktaya gelmelerini, var olabilmelerini bu tavırlarına borçlu
olduklarını düşünüyorum.
Bunu olumsuzun olumlusu bir durum gibi tarif
etmiyor musunuz?
Evet öyle. Roman açılımıyla birlikte Çingenelerde millet
ve kimlik bilinci oluşmaya başladı. “biz de varmışız ve milletmişiz!”, “Bizim
de birçok sorunlarımız varmış!”. Her zaman verdiğim bir örnek var. Roman
Açılımı esnasında bir çalıştay yapıldı ve ben de o çalıştayın içindeydim.
Bizim Romanların
hepsi alınlarına “Türkiye” yazan bantlar, ellerinde Türk bayrakları, “Türk’üz,
Türk’üz!” sloganları ile girdiler salona. İlk defa kendilerini devlet adına
muhatap alan bir bakan var ve kendileri
de bir taraf olarak masadalar. Bu heyecanı, atmosferi anlatamam! Her neyse,
daha bakan konuşmaya başlamadan “biz Türk’üz, biz Müslümanız” sloganlarıyla
“biz buyuz, bizi kabul edin, aslında sizden daha fazla Türk’üz” diyorlar.
Bakanın danışmanı
konuşmasına, “ Romanlar 9. Yüzyılda Hindistan’dan göç ederek ilk önce İran’a
gelmiş, daha sonra…” demeye başlayınca “Türk’üz, Türk’üz” diyen Romanların yüz
ifadelerini görmenizi isterdim. Derin bir sessizlik ve herkes birbirinin yüzüne
bakıyor. “Biz şimdi Hindistanlı mıyız?” Bu ruh hali, ezilmişliğin yok sayılmanın
sonucu ortaya çıkan dehşet verici bir manzara.
Roman Açılımı
sonrası bir kimlik bilinci oluştu. “Bizim dilimiz var”, “kültürümüz var” demeye
başladılar. Şu an geliştirilen politikalar bunun üzerinden inşa ediliyor
diyebiliriz. Bu süreçte kendilerini var edemeyen diğer Çingene gruplar da artık
biz Dom’uz, Lom’uz, Abdal’ız demeye başladılar. Bu açıdan önemli. Çingeneler
kendi kimliklerine sahip çıkarlarsa, toplumun en alt katmanı olmadıklarını, diğer
bireyler gibi eşit olduklarını bilince çıkarırlarsa ancak kendilerini ifade
edebilirler.
Diğer yandan
“Roman Açılımı” ile beraber hızlı bir sivil toplum örgütlenmesi gelişti.
Açılımın ardından 210 dernek, 11 federasyon oluştu. İlginçtir diğer kimliklere
bağlı gruplar valilerle, bakanlarla görüşmede zorluklarla karşılaşırken
Çingeneler çat kapı valinin, bakanın odasına girer duruma geldiler.
Devlet Kürt, Ermeni, Alevi hareketini
ağırlıklarına göre tehdit unsuru olarak görüyor. Çingene hareketi devlet için
bir tehlike mi?
Kesinlikle tehdit
olarak algılanmıyorlar. Roman meselesini yalnızca devlet değil, bürokrasi,
muhalefet partileri toplumun büyük çoğunluğu masum, vicdani bir mesele olarak
görüyorlar. Bu vicdani meseleden herkes kendi üzerine düşen sorumluluğu almaya
çalışıyor. Bunu yaparken yol yöntem bilme bilmeme ayrı bir konu. Devlet de,
bürokrasi de Romanlar da yolu yöntemi
karşılıklı olarak öğreniyorlar.
Peki, sorunun çözümünden neyi anlamalıyız? Somut
bir modelden bahsedebilir miyiz?
Aslında bir sürü
model var. Avrupa’da 1970’lerden bu yana Çingeneler konuşulup tartışılıyor ve
bir sürü model deneniyor. Türkiye’deki Roman hareketi sosyo-kültürel boyutu ile
ele alınırken, Avrupa’da daha çok etnik boyutu ile ön planda bulunmakta.
Siz de etnik boyutu ile mi soruna yaklaşıyorsunuz?
Hayır, biz etnik
boyutu ile soruna yaklaşmıyoruz. Daha doğrusu Romanların büyük bir çoğunluğunun
böyle bir isteği yok. Mücadelenin boyutu sosyo-kültürel ayrımcılığı ve
yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik sosyal politikaların geliştirilmesidir.
Tabi zaman ne getirir ne götürür bunu bilemem.
Yapılan anketler Romanların çoğunluğu kendilerini önce “Türk” sonra
“Müslüman” veya önce “Müslüman” sonra “Türk” olarak tarif ediyorlar sonucunu
çıkarıyor.
Etnik kimlik
olarak bir politika geliştirelim buradan yola çıkalım diye bir toplumsal talep
Romanların gündeminde yok. Romanlar dilin, kültürün, kimliğin, grup olmanın
artısına vardılar. Düne kadar hep eksilerle yaşadılar. Bu açıdan dört konu
üzerinde politika geliştiriyoruz. Bunlar eğitim, barınma, sağlık istihdamdır. Tabi bunun yanında ayrımcılıkla
mücadele ve son dönemlerde gelişen güvenlik sorununu da buna dahil ediyoruz.
Çünkü yasal olmayan yolların, gayri meşru suç örgütlerinin Çingenelerin
yaşadıkları mahallelere yönlendirilmesi başlı başına bir sorun.
Ayrıca Romanların
geleneksel mesleklerinin yok olması, yeni iş alanlarının açılmaması suç
örgütlerinin ve gayri meşru işler yapan örgütlerin kapsama alanına giriyor.
Sorun köklü ve
tarihi olmasına karşın yeni bir mesele ve daha yolun başındayız.