Kürtlerin kozu Kürdistan petrolü


Kerkük petrolleri olmadan ne Kürdistan ne de Kürt siyasal hareketinin bölgede önemli bir aktör ve güç olamayacağı tezi çöktü.

Güney Kürdistan hareketi ile Irak BAAS rejimi arasında varılan 11 Mart 1970 tarihli otonomi anlaşması bıçak sırtında 1974 yılına kadar geldi.  Bağdat’ın otonomi anlaşması maddelerine uymaması Kerkük, Ninova ve Hanekin'i Kürdistan sınırları dışında tutması Güney Kürt hareketi ile Irak BAAS rejimi arasında köprülerin yıkılmasına ve silahlı çatışmaların tekrardan başlamasına neden oldu.

11 Mart 1970 Otonomi Anlaşması’ndan günümüze miras kalan ve bugün 140. madde olarak tanımlanan bu problemin nedeni Ortadoğu’nun ilk petrol istasyonu olan Kerkük’ün Kürdistan otonomi yönetimine verilmemesi idi. Zengin petrol bölgesinin Kürt yönetiminin egemenliği altında olması, Kürt hareketinin bağımsızlığa giden yolun taşlarını döşemesi anlamına geliyordu.

Saddam Hüseyin,1970’de tanınan otonomiyi tarif ederken, otonominin toprağa değil, Kürtlere verildiğini beyan etti. Bunun anlamı “Kürdistan’a otonomi vermedik” demekti. Bugün için de Kerkük, Xaneqin, Mendeli, Şingal ve diğer Kürdistan'dan koparılmış bölgelerin Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin siyasi sınırları içinde olmaması parçalanan Kürdistan’ın kendi içinde bir kez daha parçalandığı sonucunu ortaya çıkarıyor. Kürtler ısrarla Kürdistan’ın sınırları belirlenmeden diğer sorunların çözümünün mümkün olamayacağı tezini savuna geldiler. Bu konuda varılan nüfus sayımı, referandum ve benzeri mutabakatlara uymayan taraf hep Bağdat oldu.

Yukarıda da vurgulandığı gibi; 1970 otonomisinin başarıya ulaşmaması ve bugün Bağdat ile Erbil arasında yaşanan 140. madde tartışmalarının temelinde yatan, Kürdistan petrol ve doğalgazının Kürtlerin özgürlüklerine giden yolda ellerindeki en büyük koz olacağıydı. Kısaca Kerkük petrolleri olmadan Kürtler ayakta kalamazlar, Bağdat’a bağımlıdırlar anlayışı vardı.

Bu genel kanıya on yıl öncesine kadar Kürt siyasal hareketleri de dahil bir çok kesim sahipti. Ama 2000”li yılların ortalarından itibaren Güney Kürdistan’ın dünyanın 7. büyük petrol rezervlerine sahip olduğu, hatta devam eden enerji arama çalışmalarının olumlu sonuç vermesi durumunda Kürdistan’ın dünyanın 4. büyük petrol üreticisi ülke konumuna geleceği tahmini Kürtlerin elini ekonomik ve siyasal alanda güçlendirdi. Kerkük petrolleri olmadan ne Kürdistan ne de Kürt siyasal hareketinin bölgede önemli bir aktör ve güç olamayacağı tezi böylece çökmüş oldu. Ama hiç bir zaman tartışmalı bölgelerin Kürdistan'ın coğrafi ve tarihi bütünlüğü açısından stratejik ve manevi değeri Kürtler açısından ortadan kalkmadı.

Kürtler ellerini petrole bulaştırdılar
Irak’taki petrol rezervlerinin beşte biri Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin denetiminde. Irak’ta 150 milyar varil petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin denetiminde olan bölgelerde ise tahminler 45 milyar varillik bir rezerv olduğu yönünde. Kerkük bölgesindeki petrol rezervi ise yaklaşık 10 milyar varil. Tartışmalı olan Kerkük bölgesindeki kuyulardan şu an günde 650 bin varil petrol elde ediliyor. Kerkük petrolü, Irak petrolünün yüzde 11’ini oluşturuyor. Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin denetimindeki bölgelerde ise günlük 300-400 bin varil petrol üretilmektedir. Bölgesel Hükümet ve yabancı enerji kaynakları yaptıkları açıklamalarda bu rakamın 2015 yılında günlük 1 milyon varil, 2019 yılında ise 2 milyon varile çıkacağını hesaplamaktalar.  Bu da Kerkük petrolünün 3 katı fazlası bir üretim demektir.[1]

2005 yılının Kasım ayında Kürdistan Bölgesel Hükümeti ile Norveç Petrol Firması DNO arasında Zaxo’da ilk petrol kuyusu açma anlaşması imzalandı. Kürtler, bu anlaşmadan önce 2003 yılında yani Irak savaşı öncesi Saddam döneminde de aralarında Türk, Kanada, Norveç ve Avusturalyalı şirketlerle petrol çıkarma anlaşmaları imzalamışlardı. Savaş sonrası BAAS rejiminin yıkılması Irak ve Kürdistan’daki anayasal ve siyasal değişiklikler bu anlaşmaların yenilenmesine "buy-back" yol açtı.[2]

Bilindiği üzere Kürdistan Hükümeti’nin imzalamış olduğu petrol anlaşmaları Bağdat’ı en çok rahatsız eden konuların başında gelmektedir. Neredeyse Irak askeri birlikleri ile peşmerge güçleri sıcak çatışma noktasına geldiler. Bağdat’ın ne yapıp edip Kürtlerin elinden bu hakkı almaya çalışması, eski Irak BAAS rejiminin otonomi anlaşmasından bir yıl sonra yani 1971 yılında Amerikan, İngiliz, Fransız ve Danimarkalı petrol şirketlerinin elinde bulunan petrol kuyularını millileştirmesi hamlesini hatırlatıyor. Yapılan bu hamlenin bir ayağı da Kürtlere yönelikti. Yani Kürtlere idari özerklikle yetinin, elinizi petrole bulaştırmayın deniyordu.

Kürtler bu tarihsel deneyimden yola çıkarak ellerini petrol ve doğalgaza öylesine bulaştırdılar ki, enerji kaynaklarını kontrol edemeyen ve üzerinde hak sahibi olmayan bir Kürdistan’ın geleceğinin de oldukça zor olduğunu kavradılar. Bağdat’ın, Bölgesel Hükümet ile lisans anlaşması imzalayan şirketlere yaptırım uygulama tehdidine rağmen Kürdistan Bölgesel Hükümeti, çıkan petrol ve doğalgazın kimler tarafından hangi şartlarda çıkarılacağı ve transferinin nasıl yapılacağına artık kendileri karar veriyorlar.  Amerika’nın Kürt yönetimine “Bağdat’ın izni olmadan petrol anlaşmaları imzalanmasına karşıyız, anayasal mutabakata gidin” demesi bile Kürtleri bu talep ve fiili durumdan vazgeçirmeyecektir.

Kürdistan Bölgesel Hükümeti bugüne kadar 40 ayrı saha için 50’ye yakın şirketle petrol ve doğalgaz lisans anlaşmaları imzaladı.[3] Bu şirketler arasında Exxon Mobil, TOTAL, Chevron ve Gazpromneft gibi dünya devi ve çok uluslu petrol şirketleri bulunmakta. Bu şirketlerin bağlı olduğu devletler ise İngiltere, ABD, Kanada, Türkiye, Çin, Macaristan, Norveç, Rusya, Fransa, Avusturya, Moldova, Güney Kore, Papu Yeni Gine, İran, İspanya, Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Güney Afrika’dır. [4]

Türkiye ile yapılan petrol ve doğalgaz boru hattı anlaşmaları ise siyasal ve ekonomik açıdan başlı başına ayrı bir önem arz etmektedir. 2013 yılında Güney Kürdistan’dan Türkiye’ye tankerlerle başlatılan petrol sevkiyatı 2014 yılı itibari ile Yumurtalık Kerkük boru hattından Ceyhan'a pompalanmaya başlandı. Türkiye’ye pompalanan petrolün Haziran ayına kadar 150 bin varile, 2014′ün Ekim ayına kadar ise 400 bin varile çıkarılması planlanıyor.

Tarih boyunca petrol rüşveti
Türkiye ile Güney Kürdistan enerji ilişkileri başlı başına incelenmesi gereken bir konu olmakla beraber, Irak BAAS rejimi ile Kürtler arasında çatışmaların başladığı 1974 yılında petrol kartının nasıl kullanıldığı önemli bir ayrıntıdır. Irak BAAS rejimi, Türk hükümetinden Irak ordusunun saldırıları sonucu Türkiye’nin siyasi sınırlarına yani Kuzey Kürdistan’a geçmek zorunda kalan peşmergelere sınırın kapatılmasını ister. Bu isteğe karşılık Türkiye’ye ucuz petrol vaadinde bulunur. Taraflar dünden bu alış verişe razıdırlar ve anlaşılırlar. Irak, Kürdistan petrolünü Kürt özgürlük hareketini bastırmada ucuz bir fiyata rüşvet olarak Türkiye’ye verir. Bugün ise aynı petrol Kürdistan’ın özgürleşmesinde dünya petrol fiyatlarının altında bir rakamla Türkiye’ye verilmektedir. Bu rüşvet Kürdistan Bölgesel Hükümeti'nin kendisini garanti altına almaya, Türkiye’yi enerji alanında Kürdistan'a bağlamaya ayrıca Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunacağı genel bir kanıdır.

Cezayir Anlaşması yakın tarihin en ağır Kürt yenilgisi ve çıkarılan dersler
6 Mart 1975’de İran ile Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması Güney Kürt hareketi ve Kürdistan yakın tarihinin en ağır siyasi ve askeri hezimetidir. Yenilginin derin etkisi Saddam Hüseyin’in Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgali ve Çokuluslu Koalisyon Kuvvetleri’nin Irak’a müdahalesiyle ancak ortadan kalktı ve Kürtler şuan ki federe haklarına kavuşabildiler.

1974 Mart ihtilafından Cezayir Anlaşması’na kadar İran Şahlık rejimi, Irak BAAS rejimiyle Kürtler üzerinden hesaplaşarak Irak’ı zayıflatmak amacıyla Kürt hareketine açık destek verdi. Güney Kürt hareketinin ABD ile ilişkileri İran üzerinden bu dönemde gerçekleşti. İran, Kürt ittifakı Saddam liderliğindeki BAAS rejimini oldukça zorladı. Taraflar 6 Mart 1975’e kadar bu ittifaktan memnunlardı.

İran, Cezayir Anlaşması sonucu Şattül Arap’ta Irak’a karşı elde ettiği avantajlara karşın Güney Kürt hareketine verdiği desteği bir çırpıda kesti. Cezayir Anlaşması İran ve ABD’nin Kürtleri sırtlarından hançerlemesiydi.  Kürtler yakın tarihte ihaneti bu derece derinden hissetmemişlerdi. Yaşananlar yaklaşık 14 yıl süren Güney Kürdistan Eylül Devrimi’nin dramatik bir çöküşüydü.  Bir işgalci devlete sırtını dayayarak diğer işgalci devlete karşı mücadele etmenin hazin sonucunu Kürtler yaşayarak ağır bir şeklide öğrendiler. Kürdistan tarihinde yaşanan ilk kitlesel zorunlu göç bu dönemde gerçekleşti.  Irak BAAS rejiminin saldırılar sonucu 250 bin insan Güney Kürdistan’ı terk edip İran’a geçmek zorunda bırakıldı.

Kürtler açısından Cezayir Anlaşması’nın hala geçerliliği olan büyük bir ders olduğu ortadadır. Bu dersin Irak açısından ilginç yanı şudur. Irak, başka bir devlete yani İran’a Şattül Arap’ta imtiyaz verirken, kendi vatandaşı olan Kürtlere ve kendi topraklarının bir parçası olarak gördüğü Kürdistan için bu hakkı esirgemiştir. Ayrıca Cezayir Anlaşması’nın mimarlarından birinin de Türkiye olduğunu vurgulamak gerekir. Türkiye, İran ile Irak arasında problemlerin halli için Cezayir, OPEC ülkeleri, ABD ve Sovyetler Birliği dışında iki ülke arasında arabuluculuk yapmıştır. Ortak amaç Kürtlerle ilgili bölgesel ve uluslararası nizamın devamını sürdürmektir.

Güney Kürtleri, “Irak’a Demokrasi, Kürdistan’a Otonomi” şiarıyla mücadelelerine başlamışlardı. 1974’te bu şiar “Irak’a Demokrasi Kürdistan’a Gerçek Otonomi” oldu. Bu gün ise “Demokratik Parlamenter Çoğulcu Federal Irak” olarak formüle ediliyor. Sanırım bu şiar da değişecek ve “Demokratik Parlamenter Çoğulcu Gerçek Federal Irak” olacak. Büyük bir sabır ve özveri ile eşit haklar ve sorumluluklar temelinde verilen ulusal demokratik çabanın hayat bulmaması durumunda sonunda Kürtlere tek yol kalacak. O da kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi.

Kuşkusuz Güney Kürtlerinin çıkmazı Kürdistanı paylaşan diğer üç sömürgeci, işgalci devlettir. Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden Güney Kürdistan Hükümeti, sorunlu gitse de Batı Kürdistan siyasal hareketinin birliğini ve yeni Suriye’nin yapılmasında Kürtlerin öz yönetim oluşturmalarına açık destek sunmaktadır. Bu da Batı Kürdistan’ın özgürleşmesi, bir esaret halkasının daha çatırdaması, Kürtlerin kendilerine ait ikinci bir nefes borusu ve özgür yaşam alanı yaratmaları demektir. Siyasi gözlemciler Suriye’de Kürtlerin lehine oluşacak bir değişikliğin Güney Kürdistan’ın Türkiye ile olan ilişkilerinde pazarlık gücünü artıracağını, Kürdistan petrolünün dünya pazarına ulaşmasında Türkiye dışında Akdeniz’e doğru ikinci alternatif enerji yolunun oluşacağı tespitinde bulunuyorlar. Bunun yanında en önemli etken ise Kürdistan sorununun çözümüne yönelik Türkiye ve İran’ın zorlanması olacaktır.

Kürdistan petrol ve doğalgazının çıkarımı ve transferinde yatırımcılar için bölgenin güvenliği önde gelen şartlardan biridir. Bu açıdan Güney Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin destek verdiği Türk hükümeti ile PKK arasındaki müzakerelerin bir boyutu da enerji siyaseti ile ilgilidir. AK Parti hükümetinin Güney Kürdistan’a ilişkin yeni siyaseti, imzalanan enerji anlaşmaları ve Mesud Barzani’in geçtiğimiz Kasım ayında Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın davetlisi olarak Diyarbakır’a davet edilmesi bu çerçevede değerlendirilmektedir.  

Kürdistan’ın inşasında riski azaltmanın yolu yeni müttefikler
1975 yenilgisi ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henri Kissinger Kürtlere neden yardım etmediklerini şu cümlelerle ifade eder: “Bizim düşüncemizi sormadan ve kendi çıkarları doğrultusunda İran Şahı, Irak ile anlaşmaya vardı. Bizim de İran olmaksızın Kürtlere yardım etme imkanımız yoktu. Kürtlere yardım etmek için başka hiç bir yol da yoktu. Kürtlerin hatırı için İran’ın kalbini kırmak da gerekmiyordu. Bundan dolayı da Kürt hareketi son buldu.”[5]

Bugün gelinen nokta itibari ile Kürtler kendi başlarına politik sahnedeler ve arada kalbi kırılacak aracılar da söz konusu değil.

Nereden gelirse gelsin Kürdistan’ın yıkımına neden olacak bir müdahalede zarara uğrayacak olan yalnızca Kürdistan halkı ve siyasal hareketi olmayacaktır. Kürdistan’a yatırım yapan başta petrol, doğalgaz şirketleri olmak üzere inşaattan gıda sektörüne çok uluslu firmalar ve ülkeler olacaktır. Bu açıdan risk analizi yapan bu devletler ve şirketler istikrarın, geleceğin ve kazancın olmayacağı bir bölgeye yatırım yapmak istemezler.
Düne kadar Güney Kürtleri ulusal ve demokratik mücadeleleri için bu devletlerden her alanda dayanışma talep ediyorlardı, bu gün ise petrol ve doğalgazlarını satarak karşılıklı ticaret yapıyorlar. Aralarında ciddi ekonomik ve siyasi bir çıkar ilişkisi doğmuştur. Hele evrensel değerler açısından haklılığı olan ulusal bir hareketin, Arap Baharında Libya, Mısır ve Suriye’de yaşanan toplumsal ve ekonomik kaosun diğer devletlere çıkardığı bakiye göz önünde tutulursa bunun sonuçları daha da bariz bir şekilde görülür. Kısaca Kürdistan’da yatırımı olan şirket ve devletlerin Kürdistan’ın istikrarı ve gelişmesi için tavır koymalarını gerektirecek fazlasıyla nedenleri vardır.

Güney Kürdistan’da aralarında AB temsilciliği, Kızılhaç da dahil olmak üzere 30 civarında büyükelçilik, başkonsolosluk ve yabancı devlet temsilcilikleri bulunmaktadır. Güney Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin ise 14 ülkede temsilciği bulunmaktadır. Başka hangi ülkenin federal bölgesinde bu türden üst düzeyde diplomatik bir yoğunluk söz konusudur? Bu açıdan Kürdistan Federe Yönetiminin uluslararası, siyasal ve ekonomik nevi şahsına münhasır gevşek federatif modeli Bağdat istemese de kabul etmek zorundadır. Bağdat’ın bunu kabul etmemesi, gerginliği tırmandırması durumunda Kürtlerin merkezi hükümet ile yollarını ayırmaları kaçınılmaz olur.
Tarih boyunca “Kürdistan’ı paylaşan devletlerle Kürtler arasında gerçek bir barış bugün itibari ile hiçbir zaman olmadı. Ama savaşlar çok oldu!”[6] Güney Kürtleri 11 Mart 1970 Otonomi ve 6 Mart 1975 Cezayir Anlaşmalarından çıkardıkları dersleri ve tarihin bir daha tekerrürünü yaşamamak için dikkatlice adım atıyorlar. Erbil ile Bağdat arasında yaşanan gerginliğin temelinde bu tarihsel yaklaşım ve dersler yatmaktadır.
Kürtler, üzerinde yaşadıkları toprağın altındaki petrolün ve doğalgazın düne kadar esaret bugün ise özgürlüklerine yol açan bir zenginlik olduğunun artık çok iyi farkındalar.

Çetin Çeko

[1] International Middle East Paece Research Center, ”Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Boru Hatları, Petrol Satışı ve Bağdat’ın Pozisyonu.”
[2] a.g.e
[3] a.g.e
[4] a.g.e
[5]1975 Eylül Devriminin yenilgisine karşı dış devletlerin tutumu https://www.newroz.com/tr/politics/353094/1975-eyl-l-devriminin-yenilgisine-kar-d-devletlerin-tutumu
[6] a.g.e

#buttons=(Kabul etmek!) #days=(20)

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır.Daha fazla bilgi edin
Accept !
Yukarı Git