Cenevre-2
görüşmeleri ardından Suriye’de siyasi ve askeri durum ne aşamada. Türkiye’nin
radikal İslami gruplara desteği sürüyor mu? PYD ve Türkiye hala görüşüyorlar mı?
Hewler (Erbil) Anlaşması neden hayat bulmadı? PYD ve diğer Kürt grupları
arasındaki gerginliğin nedenleri nelerdir? PYD lojistik desteğini nereden
karşılıyor? Kürdistan Ulusal Kongresi toplanacak mı? Leyla Zana’nın, Öcalan’dan
alıp Barzani’ye götürdüğü mektubu nasıl okumak gerekir? Batı Kürdistan’da öz
yönetim kurulacakken neden kantonlar ilan edildi? Kantonlarda Suriye rejim
güçleri mevcut mu? Kürdistan Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanı Salih
Müslim ile Suriye, Kürdistan ve sıcak bölge gündemine ilişkin konuştum.
Sayın Müslim, Suriye’de iç savaşın son bulmasına yönelik
uluslararası son girişim, Kürtlerin kendi adlarına katılamadıkları Cenevre-2
görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Suriye’de siyasi ve askeri alanda son
durum nedir?
Rejim ile muhalefet
güçleri arasında çatışmalar bütün hızıyla devam ediyor. Muhalefet içinde Özgür
Suriye Ordusu ile radikal Selefiler arasında bir ayrışma yaşanıyor. Bu
ayrışmayı isteyen Batı. Batı, destekledikleri Suriye muhalefetinden radikal
Selefilerin ayrılmasını istiyor. Ayrışma, Ürdün üzerinden yapılmaya
çalışılıyor. Lübnan sınırında bu grupların destekleri azalmış durumda, bu da
Suriye ordusunun Lübnan sınırına doğru etkinliğini arttırmasına neden oluyor.
Ayrıca Halep civarında da yoğun çatışmalar devam ediyor.
Kürdistan’da ise,
radikal İslamcı grupların saldırıları yoğun bir şekilde sürüyor. Yalnızca
askeri hedeflere değil, kolaylarına geldikleri için sivil ve savunmasız hedeflere
de saldırıyorlar. Kamışlı’daki son saldırı bunun bir örneği. Silahlı güçlerimiz
ise gerekli karşılığı veriyor.
Türkiye’nin radikal İslamcı örgütlere desteği hala
sürüyor mu?
Kesin bir hükümde
bulunmak şu an için zor. Türkiye’nin eskiye nazaran mesafeli, dikkatli
davrandığını söyleyebilirim. Ama desteğin tamamıyla kesildiğini söyleyemem. Ayrıca,
Türkiye içinde desteğin kesilmesi ve devam etmesi konusunda yoğun bir iç
çatışma ve tartışmanın olduğunu da biliyoruz. Türkiye, “Kürtlere karşıdır diye
bu tür gruplara destek veriyorum” anlayışından tümüyle vaz geçmelidir. Bunu
kabul etmemiz asla mümkün değil, aynı şekilde Türk halkının da tavır koyması
gerekir. Kobani’de son günlerde şiddetli çatışmalar devam ediyor. Buradaki
radikal İslamcı grupların, silahları Türkiye’den daha önceden mi aldıkları,
yoksa yeni yardımlar mı olduğunu tam olarak bilemiyoruz.
Türk resmi makamlarının davetlisi olarak bir kaç kez
Türkiye’ye gittiniz. Sonradan sizinle süren diyalog görünürde kesildi. Türk
devletiyle görüşmeleriniz hala devam ediyor mu?
Basına yansıyan
görüşmeler dışında Türk devleti ile başka bir görüşmemiz olmadı. O zaman
yaptığımız görüşmelerde Türk tarafı, İslamcı radikal grupları
desteklemeyeceklerine dair söz vermişti. Bir de baktık ki gizliden destek devam
ediyor. Bunu kendilerine söyledik. Susmamız söz konusu olamazdı. Aramızda bir
soğukluk olsa da diyalog kanalları hala açık. Zaten kesmemiz de mümkün değil,
hem halklar olarak, hem de sorunun muhatapları olarak iç içeyiz. İki tarafın da
bir birini görmezden gelmesi mümkün değil.
İlişkilerin
onurlu ve statülü olması bizim açımızdan önemli. Çünkü bizler bir halkın
temsilcileriyiz. Osmanlı entrikaları ile siyaset geride kaldı. Eşitler ilişkisi
göz önüne alınarak diyaloglar kurulmalı ve sağlam temeller üzerinde devam
etmeli.
Suriye iç savaşında Esad rejimini destekleyen,
başını Rusya ve İran’ın desteklediği bir blok, muhalefeti destekleyen Amerika,
Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Batı’nın desteklediği ikinci bir blok var. PYD
olarak bu bloklar arasında pozisyonunuz neresidir?
Başından beri ulusal
demokratik haklarımızın, varlığımızın tanındığı, demokratik ve özgür bir Suriye
istedik. Mücadelemiz buna yönelik. Sorun, ondan mı, bundan mı meselesi değil. Ayrıca
buna da mecbur değiliz. Suriye halkının ayaklanmasında öteden beri başı çeken bizlerdik.
Genel ayaklanma Mart 2011’de başladı. Oysa bizler 2004’den beri şu veya bu
şekilde ayaklanmıştık. Ayaklanma muhalefet içinde anti demokratik iktidar
savaşına dönüşünce tavır koymak zorunda kaldık ve kendi yolumuzu çizdik. Demokratik
olmayan bir devrimin, dönüşümün içinde yer almamız mümkün değildi.
İşin içine silah
girince bir yerlerden destek almanız gerekir. Silah ve ekonomik destek verenler
iradenize de ipotek koyarlar. Bu da siyasi bağımsızlığınızı kaybetmeniz
anlamına gelir. Bunun için bu tür bir ilişki biçimini kabul etmedik. Dikkat
ederseniz rejim ile muhalefet arasındaki silahlı çatışmalardan ilk dönemler
uzak durduk. Esad rejimi, Rusya ve İran’ın
silah ve parasına, muhalefet ise Türkiye, Suudi, Katar ve benzeri devletlerin
silah ve parasına muhtaçlar. Bu açıdan bizler her iki bloğun da içinde değiliz.
Peki, PYD lojistik ihtiyacını nasıl karşılıyor?
Kırk milyonluk
Kürt halkı arkamızda. Kürdistan Demokrat Partisi, Kürdistan Yurtseverler
Birliği, PKK hepsi yardım ediyor. Desteğimizi halkımızdan alıyoruz ve kendi
imkanlarımızla mücadelemizi sürdürüyoruz. Zaten açlığa alışmışız, ayrıyeten
paralı askerlerimiz de yok, kimseye savaşmak için maaş da ödemiyoruz.
Türkiye’nin Suriye Kürdistanı’na karşı siyaseti
PYD ve PKK’ye tavrından dolayı mı? Yoksa genel olarak Kürdistan’ın her hangi
bir parçasında Kürtlerin kazandığı statü ve özgürlüğü kendi Kürt siyasetinin
çözümsüzlüğünü deşifre ettiği için midir?
Ne o, ne de bu
diyebiliriz. PKK’den kaynaklanmış olsa neden Türk devleti PKK ile oturup
görüşüyor? Sayın Öcalan ile İmralı’da görüşüyorlar, Kandil’e kadar gittiler.
Türk yetkililere de söyledim, bizler iki ayrı partiyiz ve iki ayrı süreç söz
konusu, ama birbirimizi etkilememiz doğaldır. Kendi kararımızı kendimiz
alıyoruz, kimseden emir almıyoruz.
Sorun şu;
yirminci yüzyılın sonuna kadar Ortadoğu’da Kürtlerin varlığı ve hakları kabul
edilmedi. Şu an Ortadoğu’da demokrasi mücadelesinin başını çeken Kürtler, bölgenin
en önemli aktörlerinden biriler. Türkiye ise, hala “Kürt” ve “Kürdistan”
fobisinden kurtulmuş değil. Türk devleti, Kürtlerin ulusal ve demokratik
haklarına kavuşmasını kendi varlığına karşı bir tehdit olarak görüyor ve Türk
halkına yıllardır bu yönde propaganda yapıyor.
İkincisi; bütün
anlaşmalar ve kurulan nizam Kürtlerin varlıklarının ve haklarının inkarı
üzerine kurulmuş. Şimdi Kürtler demokratik bir nizam kurmak için ayağa
kalktılar. Bu da Ortadoğu’nun dengelerini alt üst etti. Uluslararası güçler ve
bölge devletleri mevcut statüko ve dengelerin bozulmaması ve Kürtlerin
varlıklarının, haklarının teslim edilmemesi için direniyorlar.
Artık bu güçlerin
Kürtleri katlederek, yok sayarak yollarına devam etme devri bitti. Bu eşiği tam
olarak geçemeyenler, bizimle onurlu diyalog kurmada zorlanıyorlar.
2012 Ekim’de Batı (Rojava) Kürdistanlı Kürt
gruplar arasında Hewler (Erbil) Anlaşması imzalandı. Anlaşmanın özü Kürt
siyasal güçlerinin Suriye iç savaşında birlikte hareket etmelerini içeriyordu.
Eğer Suriye rejimi ile bir çatışma kararı verilecekse bu karar sadece
bir siyasi partinin değil, bütün Kürtlerin kararı olacağı, aynı şekilde
rejimle bir diyalog kurulacaksa bu da bütün Kürtlerin kararıyla olmalı
prensibi esas alınmıştı. PYD’nin Hewler Anlaşması’na uymadığı eleştirileri var.
Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Her zaman
Kürtlerin birliğini savunduk. Hewler Anlaşması Sayın Barzani’nin çağrısı ve
bizim de çok yoğun çaba ve özverimiz sonucunda gerçekleşti. Anlaşma sonucu
Yüksek Kürt Konseyi kuruldu. Daha önce bizim içinde bulunduğumuz meclis ve
diğer siyasal güçlerin, yani her iki meclisin 5 + 5 katılımıyla Konsey oluştu. Sorun
da buradan çıktı.
Neydi sorun?
İki meclisten bahsettim.
Biri, Batı Kürdistan Halk Meclisi, diğeri Suriye Kürt Ulusal Meclisi. Bizim
içinde bulunduğumuz meclis homojen bir yapıya sahip iken, diğer oluşumu meydana
getiren 5 temsilcinin kendi içlerinde homojenlikleri mevcut değil. Alınan
kararları bu 5 temsilci, temsil ettikleri partilerin dışında, yani mecliste
temsil edilmeyen diğer 10 partiye götürmek zorundalar. Sorunun düğümlendiği
nokta burada oldu. Bir kararın çıkması için birkaç ay beklemek zorunda
kalıyoruz.
Onun için
Konseyin işlememesinin sorumlusu PYD değil, PYD dışındaki grupların kendi
aralarındaki koordinasyonudur. Bunun yanında rejimin karakollarında ele
geçirdiğimiz silah ve mühimmatı neden paylaşmıyorsunuz diye eleştiriyorlardı.
Neden vereceğim, PYD zaten savaşıyor ve bizim bu silahlara ihtiyacımız
var.
PYD’nin, diğer Kürt partilerin çalışmalarını
engellediği iddiaları var. En son Kamışlı’da Mustafa Barzani’yi Anma Toplantısı’nın
engellendiği, toplantıyı organize edenlerin PYD tarafında gözaltına alındığı
bilgileri basına yansıdı, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Olay aktardığınız
gibi değil. Bölgede güvenlik sorunu var, her gün bombalamalar meydana geliyor. Etkinlik
düzenleneceği zaman güvenlik açısından, güvenliği sağlayan birimlere bilgi
vermek zorundasınız ki, onlar da sizin güvenliğinizi sağlasınlar. En ileri devletlerde
de işleyiş böyle. Bana ulaşan bilgide on beş kişilik bir grup güvenlik
birimlerine haber vermeden sokağa çıkmış, asayiş de bunları dağıtmış.
Asayişi yalnızca PYD’nin silahlı güçleri mi sağlıyor?
Diğer gruplar da bu birimlerin içinde yok mu?
Tabi ki, bu
birimler ulusal örgütlenmelerdir ve herkes bunun içinde yer alıyor. Yalnız PYD
değil, hatta sadece Kürtler de değil, Süryaniler ve diğer halklardan insanlar
ve gruplar da asayiş ve mahkemelerde yer alıyorlar.
Önümüzdeki süreçte, Batı Kürdistanlı gruplar
arasında görüş ayrılıklarının çözülüp çözülemeyeceğini gösterecek ölçünün, PKK
ile KDP arasındaki ilişkilere bağlı olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Hatta
Leyla Zana’nın, Öcalan’ın mektubunu bizzat Barzani’ye götürmesi buna dayandırılıyor.
Bu konuda ne dersiniz?
Bizim için
birlik, siyasal partilerin birliğinden çok parçaların birliği, dayanışması
önemlidir. Kürdistanlı partiler de ayrıştırıcı değil, birleştirici
olmalıdırlar. Kuşkusuz ayrı programtik hedeflere, düşünceye sahip olabiliriz
ama temel ilkelerde, asgari müştereklerde bir konsensüs olmalıdır. Nedir bunlar;
halkın ve ülkenin zarar görmemesi. Bunların dışındakiler tali konulardır.
Her siyasi
hareketin kendi özerk yapısı vardır. Klasik anlayışta ilişki çoban, sürü
anlayışına göre gider. Ama modern anlayışta demokratik kural ve işleyiş
esastır. Biz de bunu esas alıyoruz.
KDP, istediği
gibi düşünebilir. Bizim için dört parçadaki Kürt halkının birliği ve
dayanışması önemlidir. KDP için söylemiyorum ama bazı partiler Kürt meselesini
bir ticaret meselesi yapmış durumdalar. Halkımızın da buna dur demesi
gerekiyor. Kürtler artık kimsenin askeri değil, kendi halkının askerleridir.
Bir kaç kez toplanacağı açıklanan ve daha sonra
ertelenen Kürdistan Ulusal Kongresi’nin partilerin dış etkenlerden çok, kendi
gündem ve taleplerini dayatmaları ve uzlaşıcı olmamalarından dolayı bir türlü
toplanamadığı söyleniyor. Sizce Kürdistan Ulusal Kongresi neden
toplanamıyor?
Biz, 1990’lardan
bu yana Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması gerektiğini söylüyoruz. Bu
konuda çağrımız da oldu. Kürt ulusunun, ulusal ve uluslararası düzeyde kabul
görmüş bir merci tarafından temsili çok önemli. Kürt halkının tümü böyle bir
oluşumdan yana. Ama bazıları çıkarları gereği bunu istemiyorlar.
Çıkarları gereği istemeyenler kimlerdir?
Detaylara girmek
istemiyorum. Kabaca Kürt meselesinden ticaret yapanlar ile dış güçler olarak
söyleyebilirim. Dış güçler, Kürtleri öldürmeden de kendi askerleri yapıp
kullandılar. Bir parçadaki hareketi, diğer parçaya karşı kullandılar.
Eğer böyle bir
merci olursa bu olmaz. Bu da dış güçlerin ve bir kısım Kürtlerin işine gelmiyor.
Bu yüzden de Kongre’nin toplanması erteleniyor. Başından beri bütün
samimiyetimizle Ulusal Kongre’nin toplanmasını istedik. Fakat fazla güçlü
olamadığımız için bu konuda etkin bir rol oynayamadık.
Kürdistan Ulusal Kongresi’nin amacı ne olmalıdır?
Ulusal Kongre’yi
bir hükümet olarak görmüyoruz. Bir merci organı olarak görüyoruz ve ikili bir
fonksiyonu olmalı diye düşünüyoruz. Kongre, Kürtlerin kendi aralarındaki
ilişkilerini koordine etmeli ve uluslararası düzeyde temsilini sağlamakla
görevli olmalıdır. Her parçanın kendi özgün durumuna göre tavır
geliştirebilmeli ve mevcut siyasi sınırlarla uğraşmamalı.
Peki, Ulusal Kongre’nin toplanmasına ilişkin
umudunuz var mı?
Tabi ki var. Kürt
halkı, Ulusal Kongre’nin bir an önce toplanmasını istiyor. Sonuçta uzlaşanlarla
bu yapılır, gelen gelir gelmeyen gelmez.
Bu anlamda meşru temsil gücü zedelenmez mi?
Söylediğim gibi
birçok parti Kürt meselesine ticari açıdan yanaşıyor. Bir kısım ise tabela
partisi, kitle tabanları yok. Kendilerinden başka kimseyi de temsil etmiyorlar.
Bunların temsili olmasa da olur.
Hewler Anlaşması’na göre Yüksek Kürt Konseyi’nin
oluşturularak, tarafların eşit düzeyde temsil edildikleri üç komitenin
Ulusal-Dış ilişkiler Komitesi, Kamu Hizmetleri Komitesi ve Güvenlik Komitesi
kurulması kararı verilmişti. Bu komiteler bir anlamda geçici yönetim anlamına
geliyordu. Fakat PYD Kamışlı’yı merkez alan üç bölgede kantonlar kurduğunu
açıkladı. Bunun nedenlerini açıklar mısınız?
Hewler Anlaşması,
Kürtlerin özgür iradeleriyle oluşan bir anlaşmadır. Daha sonra bu iradeye müdahaleler
oldu.
Kimler müdahale etti? Kürtlerin içinden bir
müdahale mi, yoksa dışarıdan kaynaklanan bir müdahale mi söz konusu?
Bu konuda tahminlerimiz
var. Müdahale dışardan yapıldı.
Türkiye’yi mi kast ediyorsunuz?
Türkiye ve diğer
bölge devletlerinin müdahalesi diyebiliriz. Bildiğiniz gibi Kürt Yüksek Konseyi
oluştuktan sonra, PYD olarak uluslararası düzeyde Kürt Ulusal Konseyi Üyesi
olarak hareket ediyor ve ilişki kuruyoruz.
Hewler Anlaşması
ardından Sayın Erdoğan, “bunu kabul etmiyoruz” diyerek karşı çıktı. Erdoğan’ın
açıklaması ardından Hewler Anlaşması’nı, Kürt Yüksek Konseyi’ni kimse ağzına
almadı. Kürt Yüksek Konseyi’ni oluşturan 10 üyeden Rojava Meclisi’nden gelenler
Kürt Konseyi’ne sahiplendi, diğerleri sahiplenmediler. Neden vazgeçtiler?
Üyelikten mi çekildiler? Hayır!
Belirttiğim
nedenlerden dolayı Hewler Anlaşması’yla karara bağlanan, atılacak adımlar fiili
olarak askıya alındı. Ne kadar Konsey çalışmalarını yürütmeye çalıştıysak da
olmadı. Şimdi bütün suçu ve günahı bizlerin üzerine yıkmaya çalışıyorlar.
Bahane bulmaya kalkarsanız, yüzlerce bahane bulabilirsiniz. Kısaca Hewler
Anlaşması’nın hayat bulamamasının sorumlusu bizler değil, diğerleridir.
Geçici yönetim kurma
ortak kararımızdı. Bir sene 2013 Temmuz’una kadar PYD olarak Kürdistan’ı biz yönettik.
Mazot yok, insanlarımız soğuktan ölüyor. Demokratik işleyişi esas alan bir çare
bulmamız gerekiyordu. Tüm Kürt partilerine, Süryani, Arap halklarını temsil
eden kurumlara çağrı yaptık. Çağrımıza olumlu karşılık verdiler, hepsi geldi.
Son anda diğer Kürt partileri birden geri çekildiler ve İstanbul’a Koalisyona
gittiler.
Bizi yedinci
aydan on ikinci aya kadar, bugün, yarın diye beş ay tartışmalarla oyaladılar. Tutanaklarda
imzaları var. Ama son anda çekildiler ve 82 kişilik Meclis de kantonu ilan
etti.
Kanton bölgeleri ilan etmenize karşın Suriye rejimi
askerlerinin bu bölgelerde varlıklarını sürdürdüğüne dair iddialar var. Ayrıca
memur maaşlarının hala Şam’dan ödendiği söyleniyor. Bu konuda neler söylemek
istersiniz?
Bazı noktaları
açıklığa kavuşturmalıyız. Devlet, hükümet ve rejim denen üç ayak var. Biz,
hükümete ve rejime karşıyız ama devlete karşı değiliz. Hiçbir zaman Suriye
devletinden ayrı yaşamak ve Suriye’yi parçalamak istemiyoruz. Bu açıdan
devletin kurumları varlıklarını sürdürüyor.
Örneğin, posta
hala çalışıyor, posta memurları mektup dağıtıyor ve devletten maaşlarını da
alıyorlar. Halka hizmet yapıyorlar, rejime değil. Suriye Özgür Ordusu’nda
çalışan mamurların bazıları bile hala devletten maaşlarını alıyorlar.
Ama devleti sonuçta yöneten birileri var. O da BAAS,
Esad rejimi ve devletin sahibi. Ters değil mi?
Bakın, kantonların
oluşumuna Geçici Halk Meclisi karar verdi ve hükümet kurdu. Gelir elde etmeye
başladılar ve bazı maaşları bu meclisin kurduğu hükümet ödüyor. Ama hala
devletten kopmuş da değiller. Koptukları rejimdir.
Örneğin Afrin kantonunda
Şam hükümeti de, rejim de yok. Devletin bazı kurumları varsa bile, bu kurumlar
kantona bağlı kurumlardır. Kobani de aynı şekilde.
Kamışlı’da Havaalanı,
Haseki’de üç tane yerin kontrolü rejimin elinde.
Kamışlı Havaalanı’nın kontrolü tamamıyla rejimin kontrolünde
mi?
Evet, rejimin
kontrolünde. Başkalarının stratejilerini hayata geçirmek için iki bin, üç bin
PYD gerillasını feda edemeyiz. Rejimin askerleri sınırlı düzeyde havaalanında
kalıyorlar ve dışarı ile ilişkileri yok. Ayrıca o bölgede 25 bin nüfusa sahip
rejim yanlısı Arap Tay aşireti var. Dengeleri iyi hesap etmek zorundayız. Bunların kontrol ettiğimiz bölgelerde
etkinlikleri yok ve hiçbir şeye de karışmıyorlar.
Havaalanı sivil
uçuşlar için kullanılıyor ve dünya ile bağı olan tek hava koridoru. Şam’a,
Lübnan’a gidilecekse buradan gidilmek zorunda. Bizi eleştirenler rejim
güçlerini bu noktalardan çıkarabiliyorlarsa gelsinler çıkarsınlar, ellerini
öpeyim! Kısaca başkalarının stratejik çıkarlarına alet olmayız.
Şöyle bir karşılaştırma aklıma geliyor. Güney
Kürdistan hükümeti ile Bağdat arasındaki ihtilaflardan dolayı, merkezi hükümet
memurların maaşlarını ödemiyor, Kürdistan’a ambargo uyguluyor. Şam’da aynısını size
yapmaz mı?
Tabı ki, örneğin
bazı okullarda Kürtçe eğitim veren öğretmenlerin maaşlarını devlet ödemiyor.
Öğretmenlerin maaşlarını bizler ödüyoruz.
Esad rejimi, muhalifler karşısında her geçen gün
kuvvetleniyor, Suriye’nin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cenevre-2
görüşmeleri, uluslararası camianın Suriye konusunda maalesef ciddi projelere
sahip olmadığını gösterdi. Çatışmalar devam edecek. İki taraf da rejim ve
muhalefet birbirlerini şiddetle ortadan kaldıracaklarını düşünüyorlar. Ama öyle
değil, şiddet sarmalıyla ne rejim devrilir, ne de muhalifler biter. Ortadoğu’ya
da gerçek bir barış gelmez. Ayrıca iki taraf da siyasal çözüme inanmıyorlar. Şu
an tünelin ucunda bir ışık gözükmüyor, bizler de buna göre hesabımızı yapmak
zorundayız.
Suriye’de
çatışmalar on sene de, yirmi sene de devam etse, sonuçta Suriye, eski Suriye
olmayacaktır. Demokrasi er veya geç gelecektir. Kürtler de demokratik inşanın en
önemli aktörlerinden biridirler ve ulusal demokratik haklarından asla vazgeçmezler.
Attığımız tüm adımlar buna yöneliktir.
twitter@cetin_ceko