“Demokratik
Özerklik” tezinin PKK lideri Abdullah Öcalan’a ait olduğu ileri sürülür. Demokratik Toplum Kongresi
(DTK) Eş Başkanı Aysel Tuğluk, 14 Temmuz 2011’de söz konusu sözleşemeye
dayanarak Demokratik Özerkliği ilan ettiklerini Diyarbakır’da açıkladı.
Açıklamanın yapıldığı gün ve saatlerde PKK ile TSK arasında çıkan çatışmada 13
asker hayatını kaybetti.
BDP Eş Başkanı
Selahattin Demirtaş da, ilan edilen Demokratik Özerkliğin üzerinden üç yıl
geçmesine karşın, 30 Mart 2014 Yerel Seçim kampanyalarında seçimlerin ardından Demokratik Özerkliği ilan edeceklerini tekrardan duyurdu. Yeni kurulan Halkların
Demokrasi Partisi (HDP) de, siyasi programını Demokratik Özerklik üzerine inşa
etti.
Aysel Tuğluk’un
14 Temmuz 2011’de ilan etmiş olduğu Demokratik Özerkliğin resmi olarak ne zaman
geri çekildiği bilgisi net olmasa da, bir süre sonra DTK, BDP çevreleri ilanın
erken bir hamle olduğunu çok cılız bir sesle ifade ettiler. Başta Öcalan olmak
üzere PKK, KCK ve BDP’de siyasi manevra kabiliyeti haddinden fazla hızlı ve
değişken olduğu için süreci takip etmek oldukça zor.
Demirtaş’ın ilan
edeceklerini söylediği Demokratik Özerkliğe, hükümet adına Kürt sorunundan
sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay cevap verdi. Atalay: “Söylenenler
seçim atmosferinin romantizmidir” dedi.
Açmak istediğim nokta
Demokratik Özerkliğin kaç kez ilan edilip edilmediği değil, içeriğinin, hedefinin
ve sonucunun ne olduğuna ilişkindir. Özerklik talebi, Kürdistan sorununda
savunula gelmiş bir çözüm alternatiflerinden biridir. Öcalan, PKK, KCK, DTK,
BDP ve son olarak HDP’nin savunduklarından ayrı olarak, toprağa dayalı bir özerklik
anlayışı Kürdistan'da savunulmuş ve bu yönde mücadele edilmiştir.
Toprağa dayalı
özerklik (otonomi), kültürel özerklik ve federasyon bir statüdür ve dünyanın
hiçbir devletinin siyasi sınırları içinde tek yanlı olarak ilan edilmemiştir.
Her iki statü egemen merkezi güçle anlaşılarak, uzlaşılarak ve anayasal güvence altına alınarak hayata geçmiştir.
Çöküşe giden İspanya özerklik modelinin kötü
kopyası
Bilindiği üzere İspanya’da
Francisco Franco’nun ölümünün ardından 1975 yılında yeni bir süreç başlamıştı.
Bu süreç, İspanya’nın demokratikleşmesine paralel olarak Baskların,
Katalanların ve Galiçyaların 1978 yılında özerkliklerini kazanmalarıyla son
buldu. Özerklik fikri Katalan, Bask ve Galiçya sorununu çözmek için ortaya
atıldı. Her üç ulusun özerklik talebine karşın, özerklik talep etmeyen ve buna
ihtiyaç duymayan İspanya’nın bu üç bölgesi dışında, diğer 14 bölgesine de özerklik statüsü verilerek, ara
bir çözüme ulaşıldı.
Bundan amaç,
ulusal demokratik talepler içeren Bask, Katalan ve Galiçya bölgelerinin özerk
statülerine benzer statü, diğer 14 bölgeye verilerek ülkenin bölünmediği,
ulusal sorunları bir nebze de olsa idari sorun düzeyine indirgeyip, yerel
yönetimleri kuvvetlendirip, tüm ulusları İspanyol üst kimliği içinde tutmaya
çalışmaktı.
Madrid’in adı
sanı belli olan tarihsel sorunları, diğer 14 bölge ile eşleştirerek idari bir düzeye
indirgemeye çalışması, önemli bir manevra idi. Kökleri yüzyıllara giden ulusal sorunlar
bir şekilde baypas edilerek hafifletilmeye ve üzerinden atlamaya çalışıldı.
Sonuç olarak günümüzde
Baskların, Katalanların ve Galiçyaların, kendilerini İspanya devletinin eşit
ulusları ve vatandaşları olarak hissetmelerine yönelik özerklik modeli sonuç
vermedi. Bağımsızlık hakkının kullanılmasına yönelik her üç ulusun girişimini,
Madrid bir şekilde Avrupa Birliği’ni de arkasına alarak engellemeye çalışıyor.
Bugün Öcalan,
PKK, BDP ve HDP’nin ‘Demokratik Özerklik’ olarak savundukları, Türkiye’nin
toprak bütünlüğü korunarak, 'ortak vatan' dedikleri
Türkiye’nin 20-25 özerk bölgeye ayrılması programı, tam da buna benzemektedir.
Türkiye’nin Tokat, Yozgat ve Çankırı illerinin, Kürdistan gibi bir özerklik
talep ve ihtiyaçları yokken, Kürdistan’ı Tokat, Yozgat ve Çankırı illeri ile
aynı statüde özerk bölge düzeyine getirmek, İspanya’da suni olarak özerklik
verilen 14 bölge modeline benzemektedir.
Boşanma hakkının olmadığı bir evlilik zorla alı
koymaya benzer
Öte yandan
İspanya’da işlemeyen Bask çözümü ya da Katalan çözümünü Türkiye ve Kürdistan’da
savunmak; Baskların, Katalanların ve Galiçyaların bağımsızlık çığlıklarını
duymamak, görmemek anlamına geliyor.
Ne Basklar ne
Katalanlar ne de Galiçyalılar, İspanyol üst kimliğini hiçbir zaman ortak kimlik
olarak yüreklerinde hissetmediler. Basklı kendini Basklı, Katalan kendini
Katalan, Galiçyalı kendini Galiç olarak kabul ediyor. Bugün “Türkiyelilik”
üst kimliği olarak Kürtlere ve Anadolu’da diğer uluslara kabul ettirilmeye
çalışılan kimlik dayatmasının sonucu da bundan farklı olacağa benzemiyor.
Görüldüğü gibi
Öcalan, PKK, BDP-HDP çevresinin gündeme getirmiş olukları ‘Demokratik Özerklik’
öz itibari ile İspanya’daki bugün sorunlu olan özerklik modeline denk
düşmektedir. Ayrıca içerik olarak da Türkiye ve Kuzey Kürdistan dışında mevcut
siyasi sınırları aşan, “Konfederal Ortadoğu-Kafkasya ortak evi” hedefi ile Ortadoğu
ve Kafkasya halklarına program sunmasıyla da reel olmayan, ütopik yanı ağır
basan bir programdır.
Öcalan, PKK, KCK,
DTK, BDP ve HDP fonksiyon olarak İspanya devletinin duruşunu sergiliyorlar.
Özerkliği daha geniş haklara, bağımsızlığa dönüştürmek isteyen Bask, Katalan ve
Galiçya halkının bağımsızlık referandumuna, Madrid’in anayasaya dayanarak “halkların
kardeşliği” adına karşı çıkması gibi, eğer bir gün Kürtler bağımsız bir Kürdistan
isterlerse, bu hakkı kullanmalarını
engellemeye yönelik siyaseti bizzat kendileri bugünden geliştirmiş
oluyorlar. PKK ile Kürdistanlı diğer siyasal güçler arasındaki anlaşmazlık da bundan
kaynaklanıyor.
Geçtiğimiz
günlerde KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, ‘Barzani’nin küçük Kürdistan çözümü Kürtlerin lehine değil. Üç vilayeti
al, işte Kürdistan devletini kurdum de!’ açıklaması basında geniş yer aldı.
Parçalanmış Bask
ülkesinin dört ili İspanya’nın siyasi sınırları içinde, üç ili de Fransa’nın
siyasi sınırları içindedir. İspanya siyasi sınırları içinde Basklıların dört
ili kapsayan bağımsız devlet kurmaları durumunda, “dört şehirle Bask devleti
kurulmaz, ulus devlete karşıyız” mı diyeceğiz? Bu tavır yukarıda belirttiğim
gibi Madrid, Paris yönetimlerinin yanında egemen merkezci devlet tavrı ve Bask
ulusunun kendi geleceğini belirleme hakkına karşı çıkmadır.
Kürdistan’ın dört
parçasında netleşen iki ana çizgi, iki ana akım yavaş yavaş yol ayrımına
geliyorlar. Bunlar İrlanda’da olduğu gibi, Kuzey İrlanda’nın Birleşik
Krallıktan kopmasını istemeyen Protestan “birlikçiler”, “sadakatçiler” ile
Birleşik İrlanda için mücadele eden milliyetçi, cumhuriyetçi Katolikler.
Kürdistanlı siyasal güçlerin hatta Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürt
ulusunun da “bağımsızlıkçılar” ve “sadakatçiler” olarak ikiye ayrılmaları gibi
büyük ve tehlikeli bir riskle karşı karşıya oldukları ihtimal dahilindedir.
Kürtlerin, Kuzey İrlanda’daki bu kamplaşmadan çıkaracakları dersin önemli
olduğunu düşünüyorum.
Ulusların bağımsızlığını,
kendi geleceğini belirleme hakkını ortadan kaldıran her model ve sistem anti
demokratiktir. Ayrılma hakkının garanti altına alınmadığı ve bu hakkı
kullanmaya karşı çıkan her tavır ve eylem, halkların kardeşliğine karşı bir
tavırdır. Sadece birlikte yaşamayı savunarak, ayrılma hakkını garantiye almayan
anlayış, egemen ulusun lehine anti demokratik bir haktır. Bu en basitinden
evlilikte de böyledir. Boşanma hakkının olmadığı bir evlilik zorla alı koymaya
dönüşür. Yaşanan pratik, demokratik işleyişe sahip devletlerde, ulusların
birlikte yaşamaları için her zaman demokrasinin tek başına yeterli olmadığını
ortaya çıkarmıştır. Çekoslovakya demokratik bir devletti, ama Çekler
ve Slovaklar ayrılmaya karar verdiler.
Bağımsızlığı sadece milliyetçiler mi savunur?
Öte yandan bağımsızlığı
savunmak sadece milliyetçilere, liberallere özgü bir duruş değildir. Kürt sosyalistleri de bağımsızlığı
savunmaktadırlar. Bu onların özde sosyalist olmadıkları, milliyetçi oldukları
anlamına gelmez. PKK düne kadar bağımsızlığı savunuyordu. Bağımsızlığı
savunduğu dönem milliyetçi bir hareket miydi? Hayır, hatasıyla sevabıyla
Marksist – Leninist bir hareketti.
Bu açıdan
Kürdistan'ın bağımsızlığını savunan farklı siyasal akımları küçümsemek ve
horlamak için sol jargonda kasıtlı olarak kullanılan “ilkel milliyetçi”,
“burjuva milliyetçi” kavramlarının özü, Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin
belirleme hakkını ipotek altına almaya yönelik haksız suçlamalardır.
Milliyetçiliğin ve yurtseverliğin, ırkçılıkla arasındaki çizgi kalındır. Kürtler arasında ırkçı
söylem ve eylemler elbette eleştirilmeli ve teşhir edilmelidir. Ama Kürt
yurtseverliğini, Türk ırkçı milliyetçiliği ile yan yana sunmak, ırkçılıkla özdeşleştirmek
bilinçli bir çarpıtmadan başka bir şey değildir.
İster egemen ulus
temsilcileri, isterse Kürt ulusunun temsilcileri özerklik, federasyon ve
konfederasyonu savunsunlar, Kürt ulusunun kendi geleceğini -bağımsız devlet- de dâhil olmak üzere, özgürce belirleme hakkını
garanti altına almalıdırlar. Kürt ulusunun bu hakkı istediği şekilde ve zamanda
özgürce kullanmasına yönelik her türlü ambargo ve karşı çıkışlar, Kürdistan
sorununun çözümü önünde engeldir.
Halkların
kardeşliği, bu hakkı garanti altına almaktan ve bugün Kürt ulusunun vereceği
kararı yarın değiştirdiğinde de saygı duymaktan geçer.
@cetin_ceko