HDP’nin yüzde on barajını aşmasında ve Türk sistem partilerinin Kürdistan’da yüzde 10-15’lere gerilemelerinde, daha önce AKP’ye oy veren Kürt muhafazakâr kanadının yaklaşık yüzde beş civarındaki oyunun belirleyici olduğu ortaya çıktı. Bu oylar Kürdistan illeri ve metropoldeki Kürtlerden geldi. İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya ve Kocaeli’nden gelen yığınsal oylar Kürt seçmenlere ait oylar olarak hesaplanıyor. HDP’nin almış olduğu 6 milyon oyun, 8 yüz bin ile 1 milyon civarındaki bölümü ise Kürt olmayan seçmenden gelen oylar olarak değerlendiriliyor. Tabi bu arada diğer seçimlere göre önemli oranda Alevi kesimden gelen oyları da hesap etmemiz gerekiyor.
Sivil Kürt siyasal hareketinin Kürdistan coğrafyası dışında, Türkiye'nin metropol illerinde yaşayan Kürt seçmenden potansiyelinin altında oy alması, her zaman için önemli bir sorun olmuştu. Türkiye’nin metropol şehirlerinde yaşayan Kürtlerin, 7 Haziran seçimleriyle oylarını HDP’ye vermeleriyle bu eşik önemli oranda aşıldı diyebiliriz.
Türk egemen sistem partilerinin Kürdistan’da neredeyse yüzde 10-15'lere gerilemeleri ve metropoldeki Kürt oylarının, kendisine Türkiye partisiyim diyen Kürt orijinli HDP'de toplanması, HDP ile seçim ittifak yapmayan diğer Kürt siyasi grup ve çevrelerini de heyecanlandırdı. Bu sıçramanın Kürt siyasal hareketi ve Kürdistan sorununun geldiği nokta itibariyle önemli bir kazanım olduğu değerlendirmesi yapılarak, HDP'nin başarısı teslim ediliyor.
HDP’yle seçim ittifakı yapmamasına karşın, ‘Türkiyelilik’, ‘Türkiye partisi’ söylemine eleştirisel yaklaşan, fakat bağımsızlık ve federasyon modellerini savunan birçok siyasi grup ve çevreden kadrolar, HDP’ye 7 Haziran seçimlerinde destek verdiler.
Kürt siyasal hareketinin dinamikleri, özellikle muhafazakâr dindar Kürt seçmenin saf değiştirmesiyle farklı bir boyuta geldi. HDP’nin barajı geçerek yüzde 13 oy alması, Kürt ulusal demokratik hareketinin Türkiyeliliğe mi, yoksa Kürt ulusunun ve demokratik hareketinin siyasal birliğine yönelik bir yolculuğa mı yöneldiği tartışmalarını hızlandırdı.
Kürt muhafazakârlarının HDP’ye yönelişinde, AKP ve Erdoğan’a karşı duygusal ve siyasal kırılmanın belirleyici olduğu aşikârdır. Bu kırılmalar, Kürt sorununun çözümüne ilişkin AKP’nin kısmi reformlardan vazgeçmesi, Roboski’de elini Kürt kanına bulaması, Kobani süreci, çözüm sürecine ilişkin kullanılan buyurgan dil ve oyalama, PKK - Hizbullah çatışmasına zemin hazırlaması, AKP içindeki Kürt yurtsever kadrolarının 2009’dan bu yana parti yönetiminden tırpanlanmaları ve aday listelerinde yer verilmemesi, muhafazakâr ve dindar Kürt seçmenin 7 Haziran’da HDP’ye yönelmesinde belirleyici olduğu değerlendirmesi genel tespitlerdir.
Diğer yandan Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşanan tarihi ve hassas süreç, Güney Kürdistan’ın bağımsızlık yolunda ilerleyişi, Batı (Rojava) Kürdistan’da Kürtlerin kendi bölgelerini kısmi de olsa kontrol edip bir yapı oluşturmaları ve IŞİD ile savaş, Kürt muhafazakârlarının ulusal perspektifte saf tutmalarında önemli bir yol ayrımına getirdi. Ayrıca düne kadar PKK’nin desteklediği bir partiye destek vermek risk iken, bugün için bu risk sıradan bir Kürt için ortadan kalktı.
Diyarbakır Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlilerinde araştırmacı yazar Vahap Coşkun, bu gerekçelere ek olarak, AKP’nin muhafazakar Kürt seçmeni kaybetmesinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, ve AKP medyasının yekpare bir biçimde Demirtaş’a yüklenip, linç etmeye kalkışmasının, AKP’nin en büyük hatalarından biri olarak değerlendiriyor. Bu linç girişiminin HDP’nin parlamentoda en küçük parti olmasına rağmen, Demirtaş’ı fiili ana muhalefet lideri, HDP’yi de fiili ana muhalefet partisi haline getirdi diyen Coşkun, Cumhurbaşkanı ve AKP’nin bu aşırılıklarını durduracak tek güç olarak Demirtaş ve HDP’nin görülmeye başlanmasıyla, muhafazakâr Kürtlerin HDP’ye kaydıkları tespitinde bulunuyor.
Bu oy kayışının kalıcı olup olmayacağı sorusuna ise Kürt gazeteci Günay Aslan, kayışın konjonktürel olduğu, bunun kalıcı olabilmesinin HDP’nin izleyeceği siyasete ve AKP’nin bundan sonra kendini yeniden nasıl konumlandıracağına bağlı olacağı yorumunu yapıyor.
AKP, Kürt -Türk ittifakı temelinde ilişkileri olumlu bir noktaya çekerse şartların tekrardan değişebileceğini söyleyen Aslan, bu noktada hükümet koalisyonunun nasıl biçimleneceğinin çok önemli olduğunu, eğer AKP-MHP ile bir koalisyon kurarsa Kürtlerin AKP’den kopuşunun daha da hızlanacağını, yok AKP-CHP koalisyonu olur ve AKP’nin reformcu pozisyonu yeniden devreye girerse, bunun Kürtler içinde de yeniden kaymalara yol açabileceği tespitinde bulunuyor.
Kürtlerin arzu etmediği seçeneğin CHP-MHP koalisyonu ve HDP’nin buna destek vermesi olduğunu söyleyen Aslan, HDP böyle bir fırsat yaratırsa; HDP’ye oy veren Kürt seçmenin bundan rahatsız olacağını ve HDP’ye tavır koyabileceğini de aklımızdan çıkarmamız gerekir değerlendirmesinde bulunuyor.
Çözüm süreci bağlamında ortaya çıkan tablonun hem ciddi fırsatları hem de bir takım tehlikeleri barındırdığını söyleyen akademisyen Coşkun ise, HDP’nin 80 küsur milletvekili ile parlamentoda temsil edilmesi, silahın devre dışına çıkması anlamına gelmesidir diyor. PKK’nin tekrardan silahlı çatışmaya dönmesinin artık güç hale geldiğini söyleyen Coşkun, HDP çözüm sürecinin taraflarından biri olmakla beraber, 7 Haziran’la birlikte siyasi tabanı ve demokratik meşrutiyeti daha da genişlemiştir tespitini yapıyor.
Coşkun, tehlike olarak da çözüm süreçlerinin güçlü bir hükümetle yürüdüğünü, seçim sonuçları itibariyle güçlü bir hükümet kompozisyonun söz konusu olmadığını belirtiyor. Bu handikap, koalisyon hükümetleriyle aşılabilir mi? Bunu ilerleyen süreçte göreceğiz diyen Coşkun, bu anlamda HDP’nin barajı aşmış olmasının, genel anlamda sürece olumlu katkısı olduğuna inanıyor.
Farklı bir açıdan Kürtler için tehlikeye dikkat çeken Aslan ise, sürecin sil başa dönmesinin iyi olmayacağını, bu açıdan HDP’nin seçim sonrasında izlediği politikasını tasvip etmiyorum diyor. AKP’ye kapıları kapatan, CHP-MHP koalisyonu gözeten bir tavrın, HDP’ye bir şey sağlamayacağını söyleyen Aslan, bunun böyle olacağını da sanmadığını, KCK ve Öcalan’ın bir şekilde buna müdahalede bulunabileceğini belirtiyor.
Coşkun ve Aslan’ın yorumlarına ek olarak şunu eklemek gerekiyor. AKP’den HDP’ye geçen dindar yurtsever Kürt muhafazakârlarının, Kürtler arasındaki siyasi gerginlikte de pozitif bir rol oynama durumları söz konusudur. Bazı odaklar tarafından kışkırtılmaya çalışılan Barzani ve Irak KDP düşmanlığını, yurtsever kanadın tasvip etmesinin söz konusu olamayacağının altını çizmemiz gerekiyor. Son dönemlerde HUDAPAR ile HDP arasında yaratılamaya çalışan provokasyonlara yaklaşımdaki sağduyu, Güney (Irak) Kürdistan ve Doğu (İran) Kurdistan’a yaklaşımda da hayata geçirilmesinin bundan sonra daha mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.
HDP’yi tercihte dini, ulusal motivasyonu mu yoksa her ikisi de mi?
Muhafazakâr Kürt seçmenin dini ve ulusal motivasyonları göz önüne aldığında hangi motivasyonun HDP’yi seçmesinde belirleyici rol oynadığı sorusu da bu seçimde önem arz ediyor. Sol, laik, LGBT, feminist ve gayrimüslimlerin içinde olduğu bir partiyi, Kürt dindar muhafazakârlarının tercih etmesinde, ulusal motivasyonun belirleyici rol oynadığını görüyoruz.
Akademisyen Vahap Coşkun ise, bu kesimin dini kimliğinden feragat ederek veya dini kimliği ile ulusal kimliği arasına bir ayrım koymadan HDP’ye oy verdiğini ifade ediyor. Muhafazakâr HDP seçmeninin ‘Müslümanım, oyumu da HDP’ye veriyorum, ben de dilimi konuşmak ve dağdaki çocuğumun eve dönmesini istiyorum’ penceresinden HDP’ye baktığını söylüyor.
Türkiyelileşme mi Kürdistanileşme mi?
HDP kendisine Türkiye partisiyim dese de, 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy veren Kürtler sadece Kürt kimliğinin Türk siyasal sisteminde güçlü temsili için destek sunmadılar. Kürt ve Kürdistan sorununun adil ve kalıcı çözümünde, ulusal ve demokratik hakların tesliminde sistemi zorlamak ve güçlerini göstermek için de oy verdiler. Bu açıdan Kürt siyasal hareketindeki nicel yükselişi ve Türk egemen sistem partilerinin Kürdistan’da marjinalleşmeleri bir ilk olma özelliğine sahip.
Bu manada HDP’ye giden Kürt oylarını sadece AKP, Erdoğan karşıtlığı oylar olarak değerlendirmek eksik olur. Aynı zamanda bu oylar CHP ve MHP karşıtlığı oylardır da. Bunu Türk seçmen ile Kürt seçmen arasındaki tercihleri okumamız açısından önemli bir ayrıntı olarak görüyorum.
Kürdistan siyasal hareketleri ortaya çıktıkları günden itibaren Türk egemen sistem partilerinin Kürdistan’da marjinalize olması için mücadele ettiler. Ulusal demokratik hakları gasp edilen bir ulusun, devletin aşılması zor barajlar koyduğu sistem içinde de olsa “yasal” yoldan Kürtlerin ve Kürdistan coğrafyasının meşru temsilcileri olduklarını, bu seçimle hem Türkiye’ye hem de uluslar arası kamuoyuna kanıtladılar.
Bu başarının Kürtlerin Türkiyeliliğe mi, yoksa Kürt ulusunun demokratik siyasal birliğine yönelik bir yolculuğa mı gideceğini ise süreç içinde göreceğiz.
7 Haziran seçimlerini Kürt ve Kürdistan halkının HDP’nin ‘ortak vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, ‘Türkiyelileşme’ adı altında yürüttüğü entegrasyon siyasetine destek verdiğini söylememin gerçekçi tespit olmadığını söyleyen Kürdistani siyasi bir akım var.
Buna karşın, 14 Kürt ilinde HDP’nin birinci parti olmasını Kürtlerin, Türkiye’den ruhsal ve siyasal kopuşu anlamına gelmediğini, tersine pekiştiğini savunan ikinci bir siyasi akım var. AKP eski milletvekillerinden Abdurrahman Kurt, Kürtlerin Türkiyeli olabilmeleri için, Türklerin ilk önce Türkiyeli olması gerektiğini, Türkler Türkiyeli olmadan, Kürtlerden bunu beklemenin yanlış olduğunu ifade ediyor.
Gazeteci Günay Aslan ise, Kürtlerin her açıdan Türkiye’ye entegre olduklarını, Türkçe’nin, Kürtlerin ortak dili haline geldiğini, en uzak bir mezrada bile Türkçe konuşulmasını buna örnek olarak veriyor. Ekonomik olarak Güney Kürdistan’ın da Türkiye’ye entegre olduğunu söyleyen Aslan, bu verilerden yola çıkarak Kürt hareketinin bağımsızlık stratejisi inşa etmesinin mümkün olmadığı, zaten son 25 yıl içinde bu zeminin zayıflayarak ortadan kalktığını vurguluyor.
Kürt siyasetçi Sait Aydoğmuş ise, ulusal perspektifli bir Kürt ulusal hareketinin, seçim sonuçlarını ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce tayin etmesi yönünde güçlü bir meşruiyet gerekçesi olarak değerlendirebileceğini belirtiyor. Aydoğmuş, bunun tam tersi yönünde olan entegrasyon ve Türkiyelileşmeyi amaçlayan politik anlayışın ve stratejinin ise, bir paradoks olarak yürürlükte olduğunu belirtiyor. Bu paradokstan çıkış yolunun ise ancak ve ancak özellikle Kuzey’de, ulusal perspektifli yeni örgüt veya örgütlerin ulusal mücadele sürecine katılmalarıyla mümkün olabileceğini ifade ediyor.
7 Haziran genel seçimleri Kürt sivil siyasal hareketinin elini güçlendirdi. Beraberinde muhafazakâr Kürtlerin, Kürt siyasal hareketi içinde nasıl kalıcı olabilecekleri, Türkiyelileşme ve Kürdistanileşme bağlamında tartışmayı da hızlandırdı. Bundan sonrası Kürtlerin ve Kürdistan’ın bir statüye kavuşması için ulusal demokratik hakların teslimi yönünde bu başarının nasıl kullanılacağına kalıyor.
@cetin_ceko