Ceyhun Arslan*/ Kürt meselesinin çözümünde, toplumun siyasal bileşenlerinin ortak hareket etmesi önem taşır. Süreçte muhatap hangi örgüt olursa olsun, kendisi için değil, Kürt toplumu için siyaset yapmalıdır.
Milletvekilli dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla Kürt sorunu, hem devlet hem de Kürt siyasal hareketleri açısından farklı bir mecraya girdi. Dokunulmazlığının kaldırılması için yapılan Anayasa değişikliğindeki temel amaç, HDP'li milletvekillerini parlamentodan kovarak Kürtlere sivil siyasetin yolunu kapamaktır.
Devlet ile PKK arasında 1990’larda başlayan, 2009 Oslo’da kesintiye uğrayan görüşmeler, 2012’de PKK lideri Abdullah Öcalan ile tekrardan başlatıldı. AKP hükümeti, Kürt sorununa politik bir ‘çözüm’ bulmak ve sorunu şiddet sarmalından arındırmak iddiasıyla bu görüşmeleri başlattı.
Kalıcı çözüm iddiasıyla başlatılan görüşmelerde AKP hükümetinin ajandasında, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarından ne anladığı ve bu hakların tesliminin nasıl olacağı konusunda bir projesinin olmadığı kısa sürede deşifre oldu.
Müzakerelerin siyasi hedefleri ve müzakere masasının bileşenleri konusunda hem devletin hem de PKK’nin, genel geçer müzakere şartlarına pragmatist yaklaştıkları ortaya çıktı.
Hükümet, PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesini ve silahlı güçlerini Türkiye’nin siyasi sınırları dışına çıkararak, Kürt sorununu sürdürebilir bir kriz düzeyinde tutma dışında, somut bir söylemde bulunmadı. Uluslararası üçüncü bir gözün sürece müdahil olmasını istemedi. ‘Milli müzakere’, ‘milli göz’ ve ‘milli çözüm’ olarak sabit bir siyasal duruş sergiledi.
Öcalan, PKK ve BDP/HDP açısından hükümetin yaklaşımı, TC’nin Kürt sorununa inkârcı, retçi tarihsel duruşu da göz önüne alındığında, devlete karşı muhataplık ve meşruiyet önemli bir kazanımdı. Bu durum Öcalan, PKK ve HDP çevrelerinin, Kürt sorununun ulusal demokratik özüne ilişkin yaklaşımını müzakerelerde ikinci plana itti. PKK ve HDP'nin ulusal demokratik talepleri ikinci plana iten yaklaşımı, Kürt cenahında haklı olarak çok eleştirildi.
Görüşmeler "PKK ne olacak? Öcalan ev hapsine çıkacak mı?" kısırdöngüsü içinde dolanıp durdu. PKK ve HDP Kürt tarafı olarak, müzakere masasının bileşenlerinden sadece kendisini yetkili gördü. Oysa toplumsal bir sorunun çözümünde, sorunla ilgili diğer toplumsal aktörlerin de bir şekilde bu sürecin içinde olmaları gerekiyordu.
PKK süreç sıkıntıya girdiği zaman, üçüncü bir gözün gerekliliğine vurgu yaptı. Zaten “barış savaşanla yapılır” diyerek, kendi dışındaki Kürdistanlı siyasal aktörlerin masada olmasını istemedi. Bu, hükümetin de işine geldi. Müzakereler eninde sonunda Kürtlerin statü sorununa gelip dayanacağını bile bile, bu düzey hem PKK hem de devlet için yeterli görüldü.
2012’den bu yana taraflar, müzakerelerin içeriğinin ve yönteminin yanlış olduğu konusunda her kesimden eleştiri aldılar. Uyarılar bir sonuç vermedi. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, otomatikman diğerleri de yanlış iliklendi. Geldiğimiz nokta 1990’lar oldu. Kürdistan viraneye çevrildi, çatışmalar son hızıyla devam ederken, DEP’li Kürt vekillerin 1994’de parlamentodan atılmasına benzer süreç devreye girdi.
Politik müzakere yerine teknik müzakere
Bu sonuca bakarak bazı çevrelerin iddia ettiği gibi, devlet ile PKK arasında bir müzakerenin olmadığı, her şeyin “tiyatro” olduğunu söylemek yanlış olur.
Çatışma çözümlerinde müzakerelerin iki ayağı vardır. Bunlardan biri “politik müzakere” diğeri ise “teknik müzakere”dir. Politik müzakere sorunun tanımını yapar, adını koyar ve çözümün nasıl olacağı konusunda çok genel bir yol haritası belirler.
Teknik müzakere ise, karşılıklı ateşkes, geri çekilme, politik tutukların salıverilmesi ve affı, silahların gömülmesi gibi final konuları kapsar.
Eğer politik müzakerede sorunun özüne ilişkin genel bir konsensüs sağlanmamışsa, teknik müzakere başarıya ulaşamaz.
Genelde devletler, isyancı güçlere karşı politik müzakere yapıyor gözükerek; teknik müzakereyi uygulamaya çalışırlar. Sorunun özüne ilişkin politik bir çözüm olmadığı için, müzakerelerde kırılmalar yaşanır. Devletin hedefi, ulusal demokratik hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesinden çok sükûnet ve asayiştir. Buna meşruiyet kazandırmak için “kamu güvenliği” kavramını kullanırlar.
Politik müzakere gündemden düşünce tartışmalar; "Kim ateşkese uymadı? Geri çekilmesi gerekenler neden çekilmedi? Silahlar niye gömülmedi? Bombayı kim patlattı?" gibi işin aksiyon yanına takılıp kalınır.
Hükümet ile Öcalan, PKK ve HDP arasında müzakereler, politik müzakere olarak gelişmedi. Tamamen teknik müzakere olarak kaldı. Kürt sorununun politik olarak nasıl çözülebileceğinden ziyade, PKK’nin nasıl çözülebileceği üzerinden diyaloglar sürdü.
PKK tarafı “demokratik özerklik” savunusuyla, içeriği Kürt sorununun olası çözümünden uzak “Dolmabahçe mutabakatıyla” ibreyi politik müzakereye çevirmeye çalıştı. Oysa hükümet “Kürt sorunu vardı çözdük, sorun terör ve PKK sorunudur” diyerek Kürtlere ve Kürdistan’a statü tartışmalarının önünü başında kesmişti. PKK 1 Kasım 2015'teki genel seçimden sonra ilan ettiği öz yönetimler ile istenilen statünün içi daha da boşaltıldı. Kısaca her iki taraf için, üzerinde temel politik çözümlerin tartışıldığı bir politik müzakere planının varlığından bahsetmek oldukça güç gözükmektedir. Ya da politik müzakere planı vardı, fakat müzakerelerde şeffaflık olmadığı için, kamuoyu olarak bizlerin bilgisi bulunmamaktadır.
Dünden ders çıkarmak
Bask Vatanı ve Özgürlük Hareketi (ETA) ile İspanya devleti arasında müzakereler 1986’da başladı ve 2011’de son buldu. Bu 25 yıllık süre zarfında müzakere masası defalarca devrildi. Ateşkesler defalarca bozuldu.
Sürecin uzun sürmesinde ETA’nın hataları olmakla beraber, asıl sorumlu İspanya devletiydi. Devletin bütün istediği sadece ateşkesi sağlamak ve ETA’nın elini tetikten çektirmekti. İspanya hükümetleri bunu sağlamak için her şeyi 25 yıl boyunca göz ardı ettiler.
Parlamento seçimlerinde yüzde 15 oy alan ETA’nın sivil siyasetteki temsilcisi Batasuna partisi yasaklandı. Batasuna'nın yasaklamasında, Bask sorununu askeri yöntemlerle çözmek isteyen ulusalcı sivil siyasilerle asker, sivil bürokrasi ve yargı etkin oldu. İspanya 25 yıl kaybetti. Yeniden sürdürülen müzakere ve diyalogla ortak bir konsensüs sağlandı. ETA bağımsızlıktan vazgeçmedi, sadece silahları bıraktı. Sorunu, Bask ülkesinin kendi geleceğini kendisinin belirleme hakkı üzerinden formüle etti.
Devletler, askeri çözümlerden vazgeçtiklerinde, isyancı askeri örgütler de sivil demokratik zeminde siyaset yapmaya başladıklarında, müzakereler ve diyalogla çözümün yolu kolaylaşır. Sivil siyasetin ve müzakerenin yolunu kim kaparsa, sonuçta zararlı çıkan o olur. Sadece dağı işaret etmek ve namlunun ucunu göstermek, savaşın şiddetini artırır ve kalıcı bir sulh hiçbir zaman gerçekleşmez.
Kuşkusuz ne devlet ne de Kürtler, birinden birinin sonu gelinceye kadar çatışarak bu sorunu çözecekler diye bir kural yok. Eğer PKK, hükümetin müzakere planına değil de, kendisinin müzakere planına güvenseydi, devletin bu son çatışma planını boşa çıkarabilir, devrilen müzakere masasından eli kuvvetlenerek, uluslararası kamuoyunun da geniş bir şekilde desteğini alarak çıkabilirdi. Maalesef bunu yapacak siyasi basireti göstermedi veya gösteremedi.
Türk devleti, Kürt silahlı hareketine nazaran, kitlesi milyonlarla ifade edilen Kürt sivil siyasal hareketinden daha çok korkuyor. Devleti yönetenler, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin sonuçlarını bunun için sindiremediler. Bunun için Türk devletinin hedefinde; HDP’li vekilleri meclisten atmak, hapsetmek ve böylece Kürtleri sivil siyaset dışına iterek etkisizleştirmek vardır.
HDP’li vekillerin milletvekilliklerini düşürüp, onları ‘terör’ ve terörist’ kavramları içinde mühürlemek ve bunu uluslararası kamuoyuna onaylatmak sadece hayaldir. Çünkü terörün uluslararası siyasette kabul gören bir tanımı vardır ve HDP bu tanıma uymamaktadır. Uluslararası kamuoyunda sivil siyasi hareketlerin, hele hele seçilmişlerin dokunulmazlıkları ile meşruiyetleri, tartışılmaz kutsal bir haktır. Bu hakkı gasp eden zarar görür.
HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması durumunda, PKK’nin ve HDP’nin eline önemli bir fırsat geçebilir. PKK ve HDP, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinden itibaren sürdürülen yanlışlara son verip, sivil siyasetin yolunu açacak politikalar geliştirebilirlerse, bu fırsatı lehlerine çevirebilirler. Böyle bir siyasi tercih, devletin şiddete dayalı terörünü devam ettirmesini zora sokar ve boşa çıkarır.
Kürt meselesinin çözümünde, toplumun siyasal bileşenlerinin ortak hareket etmesi önem taşır. Süreçte muhatap hangi örgüt olursa olsun, kendisi için değil, Kürt toplumu için siyaset yapmalıdır. Yeni bir müzakere sürecinde bu yan hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir. Eğer dünden dersler çıkarılmaz ve bu fırsat rasyonel bir biçimde kullanılmazsa, eninde sonunda tekrardan dönülecek olan müzakere masasında kaybeden yine Kürtler olur.
*Ceyhun Arslan, Çetin Çeko mahlasıyla serbest gazeteci olarak birçok Kürt ve Türkiye’deki medya sitelerinde haber ve röportajları yanı sıra köşe yazıları yazmaktadır.
Milletvekilli dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla Kürt sorunu, hem devlet hem de Kürt siyasal hareketleri açısından farklı bir mecraya girdi. Dokunulmazlığının kaldırılması için yapılan Anayasa değişikliğindeki temel amaç, HDP'li milletvekillerini parlamentodan kovarak Kürtlere sivil siyasetin yolunu kapamaktır.
Devlet ile PKK arasında 1990’larda başlayan, 2009 Oslo’da kesintiye uğrayan görüşmeler, 2012’de PKK lideri Abdullah Öcalan ile tekrardan başlatıldı. AKP hükümeti, Kürt sorununa politik bir ‘çözüm’ bulmak ve sorunu şiddet sarmalından arındırmak iddiasıyla bu görüşmeleri başlattı.
Kalıcı çözüm iddiasıyla başlatılan görüşmelerde AKP hükümetinin ajandasında, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarından ne anladığı ve bu hakların tesliminin nasıl olacağı konusunda bir projesinin olmadığı kısa sürede deşifre oldu.
Müzakerelerin siyasi hedefleri ve müzakere masasının bileşenleri konusunda hem devletin hem de PKK’nin, genel geçer müzakere şartlarına pragmatist yaklaştıkları ortaya çıktı.
Hükümet, PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesini ve silahlı güçlerini Türkiye’nin siyasi sınırları dışına çıkararak, Kürt sorununu sürdürebilir bir kriz düzeyinde tutma dışında, somut bir söylemde bulunmadı. Uluslararası üçüncü bir gözün sürece müdahil olmasını istemedi. ‘Milli müzakere’, ‘milli göz’ ve ‘milli çözüm’ olarak sabit bir siyasal duruş sergiledi.
Öcalan, PKK ve BDP/HDP açısından hükümetin yaklaşımı, TC’nin Kürt sorununa inkârcı, retçi tarihsel duruşu da göz önüne alındığında, devlete karşı muhataplık ve meşruiyet önemli bir kazanımdı. Bu durum Öcalan, PKK ve HDP çevrelerinin, Kürt sorununun ulusal demokratik özüne ilişkin yaklaşımını müzakerelerde ikinci plana itti. PKK ve HDP'nin ulusal demokratik talepleri ikinci plana iten yaklaşımı, Kürt cenahında haklı olarak çok eleştirildi.
Görüşmeler "PKK ne olacak? Öcalan ev hapsine çıkacak mı?" kısırdöngüsü içinde dolanıp durdu. PKK ve HDP Kürt tarafı olarak, müzakere masasının bileşenlerinden sadece kendisini yetkili gördü. Oysa toplumsal bir sorunun çözümünde, sorunla ilgili diğer toplumsal aktörlerin de bir şekilde bu sürecin içinde olmaları gerekiyordu.
PKK süreç sıkıntıya girdiği zaman, üçüncü bir gözün gerekliliğine vurgu yaptı. Zaten “barış savaşanla yapılır” diyerek, kendi dışındaki Kürdistanlı siyasal aktörlerin masada olmasını istemedi. Bu, hükümetin de işine geldi. Müzakereler eninde sonunda Kürtlerin statü sorununa gelip dayanacağını bile bile, bu düzey hem PKK hem de devlet için yeterli görüldü.
2012’den bu yana taraflar, müzakerelerin içeriğinin ve yönteminin yanlış olduğu konusunda her kesimden eleştiri aldılar. Uyarılar bir sonuç vermedi. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, otomatikman diğerleri de yanlış iliklendi. Geldiğimiz nokta 1990’lar oldu. Kürdistan viraneye çevrildi, çatışmalar son hızıyla devam ederken, DEP’li Kürt vekillerin 1994’de parlamentodan atılmasına benzer süreç devreye girdi.
Politik müzakere yerine teknik müzakere
Bu sonuca bakarak bazı çevrelerin iddia ettiği gibi, devlet ile PKK arasında bir müzakerenin olmadığı, her şeyin “tiyatro” olduğunu söylemek yanlış olur.
Çatışma çözümlerinde müzakerelerin iki ayağı vardır. Bunlardan biri “politik müzakere” diğeri ise “teknik müzakere”dir. Politik müzakere sorunun tanımını yapar, adını koyar ve çözümün nasıl olacağı konusunda çok genel bir yol haritası belirler.
Teknik müzakere ise, karşılıklı ateşkes, geri çekilme, politik tutukların salıverilmesi ve affı, silahların gömülmesi gibi final konuları kapsar.
Eğer politik müzakerede sorunun özüne ilişkin genel bir konsensüs sağlanmamışsa, teknik müzakere başarıya ulaşamaz.
Genelde devletler, isyancı güçlere karşı politik müzakere yapıyor gözükerek; teknik müzakereyi uygulamaya çalışırlar. Sorunun özüne ilişkin politik bir çözüm olmadığı için, müzakerelerde kırılmalar yaşanır. Devletin hedefi, ulusal demokratik hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesinden çok sükûnet ve asayiştir. Buna meşruiyet kazandırmak için “kamu güvenliği” kavramını kullanırlar.
Politik müzakere gündemden düşünce tartışmalar; "Kim ateşkese uymadı? Geri çekilmesi gerekenler neden çekilmedi? Silahlar niye gömülmedi? Bombayı kim patlattı?" gibi işin aksiyon yanına takılıp kalınır.
Hükümet ile Öcalan, PKK ve HDP arasında müzakereler, politik müzakere olarak gelişmedi. Tamamen teknik müzakere olarak kaldı. Kürt sorununun politik olarak nasıl çözülebileceğinden ziyade, PKK’nin nasıl çözülebileceği üzerinden diyaloglar sürdü.
PKK tarafı “demokratik özerklik” savunusuyla, içeriği Kürt sorununun olası çözümünden uzak “Dolmabahçe mutabakatıyla” ibreyi politik müzakereye çevirmeye çalıştı. Oysa hükümet “Kürt sorunu vardı çözdük, sorun terör ve PKK sorunudur” diyerek Kürtlere ve Kürdistan’a statü tartışmalarının önünü başında kesmişti. PKK 1 Kasım 2015'teki genel seçimden sonra ilan ettiği öz yönetimler ile istenilen statünün içi daha da boşaltıldı. Kısaca her iki taraf için, üzerinde temel politik çözümlerin tartışıldığı bir politik müzakere planının varlığından bahsetmek oldukça güç gözükmektedir. Ya da politik müzakere planı vardı, fakat müzakerelerde şeffaflık olmadığı için, kamuoyu olarak bizlerin bilgisi bulunmamaktadır.
Dünden ders çıkarmak
Bask Vatanı ve Özgürlük Hareketi (ETA) ile İspanya devleti arasında müzakereler 1986’da başladı ve 2011’de son buldu. Bu 25 yıllık süre zarfında müzakere masası defalarca devrildi. Ateşkesler defalarca bozuldu.
Sürecin uzun sürmesinde ETA’nın hataları olmakla beraber, asıl sorumlu İspanya devletiydi. Devletin bütün istediği sadece ateşkesi sağlamak ve ETA’nın elini tetikten çektirmekti. İspanya hükümetleri bunu sağlamak için her şeyi 25 yıl boyunca göz ardı ettiler.
Parlamento seçimlerinde yüzde 15 oy alan ETA’nın sivil siyasetteki temsilcisi Batasuna partisi yasaklandı. Batasuna'nın yasaklamasında, Bask sorununu askeri yöntemlerle çözmek isteyen ulusalcı sivil siyasilerle asker, sivil bürokrasi ve yargı etkin oldu. İspanya 25 yıl kaybetti. Yeniden sürdürülen müzakere ve diyalogla ortak bir konsensüs sağlandı. ETA bağımsızlıktan vazgeçmedi, sadece silahları bıraktı. Sorunu, Bask ülkesinin kendi geleceğini kendisinin belirleme hakkı üzerinden formüle etti.
Devletler, askeri çözümlerden vazgeçtiklerinde, isyancı askeri örgütler de sivil demokratik zeminde siyaset yapmaya başladıklarında, müzakereler ve diyalogla çözümün yolu kolaylaşır. Sivil siyasetin ve müzakerenin yolunu kim kaparsa, sonuçta zararlı çıkan o olur. Sadece dağı işaret etmek ve namlunun ucunu göstermek, savaşın şiddetini artırır ve kalıcı bir sulh hiçbir zaman gerçekleşmez.
Kuşkusuz ne devlet ne de Kürtler, birinden birinin sonu gelinceye kadar çatışarak bu sorunu çözecekler diye bir kural yok. Eğer PKK, hükümetin müzakere planına değil de, kendisinin müzakere planına güvenseydi, devletin bu son çatışma planını boşa çıkarabilir, devrilen müzakere masasından eli kuvvetlenerek, uluslararası kamuoyunun da geniş bir şekilde desteğini alarak çıkabilirdi. Maalesef bunu yapacak siyasi basireti göstermedi veya gösteremedi.
Türk devleti, Kürt silahlı hareketine nazaran, kitlesi milyonlarla ifade edilen Kürt sivil siyasal hareketinden daha çok korkuyor. Devleti yönetenler, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin sonuçlarını bunun için sindiremediler. Bunun için Türk devletinin hedefinde; HDP’li vekilleri meclisten atmak, hapsetmek ve böylece Kürtleri sivil siyaset dışına iterek etkisizleştirmek vardır.
HDP’li vekillerin milletvekilliklerini düşürüp, onları ‘terör’ ve terörist’ kavramları içinde mühürlemek ve bunu uluslararası kamuoyuna onaylatmak sadece hayaldir. Çünkü terörün uluslararası siyasette kabul gören bir tanımı vardır ve HDP bu tanıma uymamaktadır. Uluslararası kamuoyunda sivil siyasi hareketlerin, hele hele seçilmişlerin dokunulmazlıkları ile meşruiyetleri, tartışılmaz kutsal bir haktır. Bu hakkı gasp eden zarar görür.
HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması durumunda, PKK’nin ve HDP’nin eline önemli bir fırsat geçebilir. PKK ve HDP, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinden itibaren sürdürülen yanlışlara son verip, sivil siyasetin yolunu açacak politikalar geliştirebilirlerse, bu fırsatı lehlerine çevirebilirler. Böyle bir siyasi tercih, devletin şiddete dayalı terörünü devam ettirmesini zora sokar ve boşa çıkarır.
Kürt meselesinin çözümünde, toplumun siyasal bileşenlerinin ortak hareket etmesi önem taşır. Süreçte muhatap hangi örgüt olursa olsun, kendisi için değil, Kürt toplumu için siyaset yapmalıdır. Yeni bir müzakere sürecinde bu yan hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir. Eğer dünden dersler çıkarılmaz ve bu fırsat rasyonel bir biçimde kullanılmazsa, eninde sonunda tekrardan dönülecek olan müzakere masasında kaybeden yine Kürtler olur.
*Ceyhun Arslan, Çetin Çeko mahlasıyla serbest gazeteci olarak birçok Kürt ve Türkiye’deki medya sitelerinde haber ve röportajları yanı sıra köşe yazıları yazmaktadır.