ABD ile Fransa’nın PYD ve ENKS arasındaki sorunların çözümü için sürdürdükleri arabuluculuk, ABD’nin 1998’de sulh ve anlaşmayla sonuçlandırdığı KDP-KYB sürecine benzetiliyor.
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki ihtilafları çözmek için, uluslararası toplum yaklaşık sekiz yıl uğraştı. Bu süre zarfında her iki örgüt, ülkelerini paylaşan Bağdat, Tahran ve Ankara arasında gidip geldiler.
Ortadoğu bağlamında Irak siyasetini dizayn eden ABD, KDP-KYB çatışmasına el koydu. Böylece taraflar, 1998’de Washington Antlaşması’nı imzalamak mecburiyetinde kaldılar.
Genellikle Washington’a barış antlaşmasına gidenler, farklı ülke ve uluslardan “düşman” taraflar olurlar. Dönemin Filistin lideri Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Kuzey İrlandalı ve Britanyalı temsilcilerin Washington’da bir araya gelmeleri gibi. 17 Eylül 1998’de Washington’da imzalanan bu antlaşma, maalesef sadece Kürt’ün Kürt ile barışı kategorisinde idi.
Söz konusu antlaşma, Güney Kürdistan’daki iki egemen güç KDP ve KYB arasında alt başlıkları olmakla beraber yedi ana maddeden oluşuyordu.
Bu maddeler;
1- Erbil, Süleymaniye, Duhok başta olmak üzere diğer tüm şehir ve kasabalarda güvenlik durumunun eş zamanlı normalleşmesi.
2- KDP ve KYB tarafından kontrol edilen bölgelerden elde edilen gelirlerin, kamu bankalarındaki fonlara yatırılması. Bu fonların bakanlıklara aktarılması ve sadece kamu hizmetlerinde kullanılması.
3- 1992 seçim sonuçlarına göre hükümetin tekrardan kurulması ve parlamentoya işlerlik kazandırılması.
4- PKK'nın Irak Kürdistanı’ndaki varlığına tavizsiz izin verilmemesi.
5- Savaş mağduru mültecilere mali destek sağlanması.
6- Yapılacak yeni genel seçimin, bölgede normalleşmenin sağlanmasından sonra gerçekleştirilmesi.
7- Güvenlik güçlerinin yapılanması ile ilgili konular tarafların isteğine bağlı olup, bu konuda herhangi bir karara gerek olmadığı.
Antlaşma, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin birlikte düzenledikleri basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Talabani, ABD’li yetkililerle yaptığı görüşmede bütün şartları önceden kabul etmişti. Basın toplantısından bir hafta önce Barzani ABD’ye davet edildi. Bu durum, Barzani’nin bazı konularda hala ikna olmadığı ve iknaya yönelik çaba diye yorumlandı.
Söz konusu antlaşma, detaylarına aşağıda kısaca değineceğim Dublin ve Ankara protokollerinin devamı niteliğindedir. Kürtler, ABD'nin taahhütlerini her zaman amaçlanandan daha fazla okudular. Bu da onları yanlış hesap ve hayal kırıklığına uğrattı. Bu yüzden ABD, antlaşmadan ne anladığını açık bir biçimde Kürtlere ifade etti.
ABD’li yetkililer KDP ve KYB’ye, birleşik Irak içinde Kürdistan’ın federal bir statüye sahip olması için destek verecekleri taahhüdünde bulundular. Bu desteğin bağımsız bir Kürdistan anlamına gelmediğinin altı önemle çizildi. KDP ve KYB’nin bir kez daha çatışmaları durumunda ise, kendilerinin ve ittifak güçlerinin Saddam Hüseyin'e karşı Kürtleri korumayacakları net bir dille belirtildi.
Bölgede PKK’nin faaliyetlerine izin verilmeyeceğini ifade eden ABD, bir yandan da Türkiye’yi dengede tutmaya çalıştı. Ankara, KDP ve KYB’yi kendi başlattığı süreçten kopararak, Washington’un rol çaldığı kanaatindeydi. Türkiye, bu rahatsızlığını Irak’taki temsilcilik statüsünü tekrardan Büyükelçilik düzeyine çıkararak dışa vurdu. Benzer rahatsızlığı Bağdat, Tahran ve Şam da gösterdi. Vakit geçirmeden antlaşmanın altını oymaya başladılar.
ABD, planladığı Irak operasyonu ve Ortadoğu siyasetini güçlendirmek için, Türkiye'nin kaygılarını giderecek önemli bir adım attı. Antlaşmadan altı ay sonra Şubat 1999'da PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesini sağladı. Ama PKK'nın bölgedeki varlığına dokunmadı. Öcalan sorgusunda, “Washington Antlaşmasıyla kendisinin bertaraf edildiğini ve Barzani-Talabani devletinin önünün açıldığını” belirtti.
Gömleğin ilk düğmesi 92'de yanlış iliklendi.
1998 Washington Antlaşması’nın özü, KDP ve KYB arasında gelir ve güç paylaşımı üzerine kuruldu. Antlaşmaya zemin teşkil eden, Kürdistan tarihinde ilk genel seçim olma özelliği taşıyan 1992 genel seçimleri oldu. 92 genel seçimiyle KDP ve KYB, iktidarı yüzde elli elli paylaştılar.
Kuşkusuz 92 seçimi, Kürdistan tarihinde Kürtlerin ilk genel seçimi olması açısından tarihi bir önem arz etti. Kürt kamuoyu ağırlıklı olarak bu seçimi, “Kürtlerin Ortadoğu’ya demokrasi dersi” diye değerlendirdi. Bu bardağın dolu tarafıydı.
Bardağın boş tarafından bakıldığında ise, Güney Kürdistan yukarıdan aşağıya, yani başkanlıktan en ufak yerel idari yapıya kadar, KDP ve KYB arasında dikey biçimde ortadan ikiye bölündü. Daha doğrusu iki güç arasında coğrafi, ekonomik ve askeri paylaşım seçimle tasdik edilmiş oldu.
Bu idari ve askeri bölünme, gelen fırtınanın da habercisiydi. Seçimlerin ardından bir yıl geçmeden, KDP ve KYB arasında çatışmalar tekrardan başladı.
Nedeni; Zaho’da bulunan İbrahim Halil gümrük kapısı başta olmak üzere, gümrük kapılarının kontrolü ve buralardan elde edilen gelirin paylaşımıydı. KDP, KYB’ye nazaran gümrük ve sınır ticaretinden daha fazla gelir elde ediyordu. Zaho gümrük kapısından geçen petrol yüklü araçlardan elde edilen gelir, günde 150 bin ABD doları civarındaydı.
Resmi olmayan rakamlara göre KDP-KYB arasındaki çatışmalarda 5 bin civarında insan yaşamını yitirdi. On binlerce insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Bu çatışmaya KDP-PKK çatışmasını da eklersek, Kürtler açısından yaşanan trajedinin vahameti daha da ağırlaşır. Söz konusu çatışmalar, uluslararası kamuoyu tarafından ‘Kürtlerin iç savaşı', Kürtlerde ise ‘Brakuji', 'kardeş kavgası' diye siyasi literatüre geçti.
Paris Kürt Enstitüsü'nün girişimi ile Temmuz 1994'de Fransız Cumhurbaşkanı merhum François Mitterrand'ın başkanlığında KDP adına Sami Abdurrahman, KYB adına Noşirwan Mustafa, Kürdistani Cephe temsilcisi ile Fransa'nın ABD ve İngiltere Büyükelçileri Paris'te bir araya geldiler. Mitterrand, her iki Kürt grubun aralarındaki düşmanlığa son vermelerini istedi. Barış antlaşması imzalamaları durumunda, Kürt birlikteliğine Fransa'nın destek sözünü verdi. Buna rağmen Mitterrand'ın arabuluculuğu uzlaşı ile sonuçlanmadı.
Bir ay sonra, 15 Ağustos 1994'de İngiliz Parlamentosu Sosyalistler Grubu ve Kürdistani Cephe birlikte benzer bir girişimde bulundular. Ateşkes sağlandı. Ancak ateşkes 72 saat sürdü ve çatışmalar tekrardan başladı.
ABD ve Irak Arap muhalefeti de belirli düzeylerde girişimlerini sürdürdüler. KDP-KYB’lilerin de aralarında bulunduğu 30 Kürdistani Cephe üyesi, çatışmaları protesto etmek amacıyla açlık grevi başlattı. KDP ve KYB hiçbir uluslararası ve bölgesel aktörü dinlemedi. Umutsuzluk daha da artarken, şartlar da Kürdistan’da ağırlaşmaya başladı. KDP-KYB çatışması yanında, Türkiye'nin PKK’ye yönelik sınır ötesi operasyonları durumu daha da içinden çıkılmaz hale soktu.
ABD adına Bob Dwytch, Mesud Barzani ve Celal Talabani’ye 1 Temmuz 1995’de bir mektup göndererek Birleşik Devletler adına her ikisiyle Avrupa’da görüşmek istediğini iletti. Bir ay sonra Ağustos 1995’de KDP ve KYB delegasyonu, İrlanda’nın başkenti Dublin’de ABD, İngiltere ve Türkiye delegasyonu ile bir araya geldiler.
Görüşmede bazı prensiplerde taraflar uzlaştılar ve bir ay sonra ikinci toplantıda görüşmek üzere ayrıldılar. İkinci toplantı kararlaştırıldığı üzere Eylül’de gerçekleşti. Toplantı umulanın tersine fiyaskoyla sonuçlandı. KDP ve KYB çözümsüzlüğün müsebbibi olarak birbirlerini suçlamaya devam ettiler.
Görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması, KDP’nin Ankara’ya ve KYB’nin de Tahran’a daha fazla savrulmalarına yol açtı. Kuşkusuz bu pozisyon ABD ve İngiltere’nin Saddam’a karşı planlanan operasyonu ve Ortadoğu siyasetini olumsuz etkiledi.
Ankara Süreci
Dublin görüşmelerine katılan Türkiye, mevcut durumdan vazife çıkartarak KDP ile KYB arasında 1996’nın başlarında bir arabuluculuk ve uzlaşı süreci başlattı. Bu sürecin içinde ABD ve İngiltere de vardı. ABD ve İngiltere 22 maddelik bir protokol metni hazırlayarak taraflara sundular. KDP, protokolün sadece 5 maddesini onayladı. KYB ise tümünü.
Ocak 1997'de güven attırıcı önemler çerçevesinde 4 maddenin hayata geçirilmesi için KDP ve KYB mutabakata vardı.
Bu maddeler:
1- Tarafların ortak uzlaşısıyla Erbil’e bir valinin atanması.
2- KYB’nin saldırıları sonucu Erbil’de kötüleşen durumun normalleşmesi.
3- Kürdistan’ın gelirlerinin tümünün merkezileştirilerek bir banka hesabına aktarılması.
4- Genel seçimler için tarih belirlenmesi.
Ayrıca, KDP ile KYB arasındaki silahlı çatışmaları önlemek ve rapor etmek üzere Asuriler ve Türkmenlerden oluşan 800 kişilik Barışı İzleme Gücü - Peace Monitoring Force (PMF) 15 Nisan 1997'de kuruldu. PMF, Ankara’dan yönetilecekti.
Böylece Türkiye’nin istihbarat ve askeri birimleriyle Güney Kürdistan’ın sadece sınır bölgelerine değil, iç bölgelerine girişine de resmiyet kazandıran adım Ankara tarafından elde edildi. Bugün Güney Kürdistan’da bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri üslerinin önemli bir kısmı, KDP-KYB çatışmasını önlemek adına o dönemlerde inşa edildi.
Mart 1997’de KDP ve KYB heyetleri Ankara’da toplantı halindeyken, Erbil’de bir KDP yetkilisi suikasta uğradı. KDP, cinayetten KYB’yi sorumlu tuttu ve heyet toplantı salonunu terk etti. KDP’yi ikna çabaları sonuç vermedi.
KDP, çıtayı yükseltti ve İbrahim Halil sınır kapısı gelirini kendi hesabında tutacağını, ayrıca Erbil’i de tek başına yöneteceğini açıkladı. Ardından Mayıs 1997’de KDP’nin Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte PKK üslerine yönelik operasyonu başladı. KYB de, PKK’ye açıktan destek verdi. Ankara, KYB’nin bu tavrından dolayı ibreyi açıktan KDP lehine çevirdi.
KDP ile KYB arasında köprüler tamamen yıkılmış, sadece aracılar vasıtasıyla mektup diplomasisi işliyordu. ABD ve İngiltere 15 Temmuz 1997’de iki partiyi Ankara’da toplantıya çağırdı. KYB, toplantının Ankara’da yapılmasını kabul etmedi. ABD ve İngiltere Ankara yerine 17 Temmuz’da Londra’da yapılmasını taraflara önerdi. Bu kez de KDP Londra’yı kabul etmedi.
Gerek uluslararası toplumun gerekse yerel aktörlerin, KDP ve KYB’yi ikna etme çabaları sürdü. Uluslararası toplantı ve konferanslara iki partinin de temsilcileri davetli olduğundan karşılaşıyorlardı. Mayıs 1998’de Kahire'de ‘Arap-Kürt Diyalogu Toplantısı’ vesilesiyle KDP ve KYB’li yetkililer bir araya geldiler. Ardından Londra’da KYB’den Dr. Fuad Masum ve KDP’den Hoşiyar Zebari, Kürt Kültür Merkezi’nin düzenlediği bir konferansta görüştüler. Yine Londra’da Celal Talabani ve Hoşiyar Zebari görüşmesi gerçekleşti.
Buzlar yavaş yavaş erimeye yüz tutmuştu. Aynı zamanda ABD ve İngiltere’nin de her iki tarafa tahammül ve toleransı tükenmeye başlamıştı. Kürtlerin kara kaşı kara gözü için değil, ABD’nin Ortadoğu siyaseti bağlamında Saddamsız birleşik bir Irak’ın hayata geçmesi için Kürtlerin kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyordu.
Temmuz 1998’de ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan David Welsh, bizzat Mesud Barzani ve Celal Talabani ile görüştü. Artık bu kör döngüden çıkışın olamayacağını anlayan Barzani ve Talabani, yeni bir sürece evet demek zorunda kaldılar. Üç ay sonra 17 Eylül 1998’de Washington Antlaşması Dışişleri Bakanı Madeleine Albright şahitliğinde Mesud Barzani ve Celal Talabani tarafından imzalandı.
PYD ve ENKS'nin çıkaracağı dersler
Makaleye sığdırmaya çalıştığım 92-98 sürecine ait kronolojik bilgiler, yalnızca konunun uluslararası boyutuna ilişkin kaba bir özettir. Yaşanmış yazılmamış, bizlerin bilmediği, kamuoyu ile paylaşılmayan arka fonda yüzlerce görüşme ve olayın olduğunu da aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekir.
KDP ve KYB, Kürdistan’ın bağrından doğan partilerdir. Aralarında ideolojik bir ayrılık yoktur. Buna KYB'nin ihanetçi kanadını da ekleyebiliriz. İhanetçi kanadın Iraklılık siyasetini deşelerseniz altından ideoloji çıkmaz. Petrol ve dolardan oluşan ekonomik rant çıkar. Öne sürdükleri ideolojik argümanlar bu rantı kaybetmemek için, yalnızca yüzlerine taktıkları maske ve üzerlerine geçirdikleri kılıftır.
KDP ve KYB Kürdistan'a birlikte özerklik, birlikte federasyon talep ettiler. KYB’nin yurtsever kadroları ve tabanı ağırlıklı olarak bağımsızlık referandumunu destekledi. Her iki partinin aralarındaki en önemli fark, İran ve Türkiye siyasi sınırlarına göre jeopolitik konuşlanmalarıdır.
Tüm bu nedenlerden dolayı, yaşanmış kardeş kavgasının nedeni ideolojik değildir. Yukarıda belirtildiği gibi, hayata geçen veya geçemeyen tüm anlaşmaların ortak maddesi, gelir dağılımı ve güç paylaşımı üzerine inşa edilmiştir.
Tekrar edersek, antlaşma maddeleri dikkatli incelendiğinde, Güney Kürdistan’da var olan idari ve askeri iki başlılık, gelir ve iktidar paylaşımı kaynaklıdır.
Demokrasilerde devlet ve benzeri yapılar kurumlar üzerine kurulur. Siyasi partiler, bu kurumlardan sadece biridir. Eğer kurumlar partiler tarafından yönetiliyorsa ve bir de silahlı güçleri varsa, bugün çağını doldurmuş Ortadoğu’da örneği çok olan totaliter yapılara dönüşürler. Sonrasında ya yıkılırlar ya da iç savaş ve kaos ile çürüyerek yaşamaya çalışırlar.
Sömürgeleştirilmiş ve parçalanmış bir ulusun geleceği için gelir ve güç paylaşımı üzerine kavga etmek, onurlu ve saygın bir tavır değildir. Güney Kürdistan, yaşanan bu acı deneyimin tekrarını yaşamamak ve iki başlılığı ortadan kaldırmak için, sonuçlarını hep birlikte göreceğimiz önemli bir sınavdan geçiyor.
PYD ve ENKS’nin yakın geçmişte kardeşlerinin yaşadıkları bu olumsuz deneyimi göz önünde bulundurmaları gerekir. PYD ve ENKS, parti ve grup çıkarlarını değil, ülkenin ve ulusun çıkarlarını her şeyin üstünde tutmalıdırlar. Ancak böylece yarınlara utanılacak bir tarih değil, övünülecek bir miras bırakabilirler.
---------------
Kaynaklar:
Twitter: @cetin_ceko
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki ihtilafları çözmek için, uluslararası toplum yaklaşık sekiz yıl uğraştı. Bu süre zarfında her iki örgüt, ülkelerini paylaşan Bağdat, Tahran ve Ankara arasında gidip geldiler.
Ortadoğu bağlamında Irak siyasetini dizayn eden ABD, KDP-KYB çatışmasına el koydu. Böylece taraflar, 1998’de Washington Antlaşması’nı imzalamak mecburiyetinde kaldılar.
Genellikle Washington’a barış antlaşmasına gidenler, farklı ülke ve uluslardan “düşman” taraflar olurlar. Dönemin Filistin lideri Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Kuzey İrlandalı ve Britanyalı temsilcilerin Washington’da bir araya gelmeleri gibi. 17 Eylül 1998’de Washington’da imzalanan bu antlaşma, maalesef sadece Kürt’ün Kürt ile barışı kategorisinde idi.
Söz konusu antlaşma, Güney Kürdistan’daki iki egemen güç KDP ve KYB arasında alt başlıkları olmakla beraber yedi ana maddeden oluşuyordu.
Bu maddeler;
1- Erbil, Süleymaniye, Duhok başta olmak üzere diğer tüm şehir ve kasabalarda güvenlik durumunun eş zamanlı normalleşmesi.
2- KDP ve KYB tarafından kontrol edilen bölgelerden elde edilen gelirlerin, kamu bankalarındaki fonlara yatırılması. Bu fonların bakanlıklara aktarılması ve sadece kamu hizmetlerinde kullanılması.
3- 1992 seçim sonuçlarına göre hükümetin tekrardan kurulması ve parlamentoya işlerlik kazandırılması.
4- PKK'nın Irak Kürdistanı’ndaki varlığına tavizsiz izin verilmemesi.
5- Savaş mağduru mültecilere mali destek sağlanması.
6- Yapılacak yeni genel seçimin, bölgede normalleşmenin sağlanmasından sonra gerçekleştirilmesi.
7- Güvenlik güçlerinin yapılanması ile ilgili konular tarafların isteğine bağlı olup, bu konuda herhangi bir karara gerek olmadığı.
Antlaşma, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin birlikte düzenledikleri basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Talabani, ABD’li yetkililerle yaptığı görüşmede bütün şartları önceden kabul etmişti. Basın toplantısından bir hafta önce Barzani ABD’ye davet edildi. Bu durum, Barzani’nin bazı konularda hala ikna olmadığı ve iknaya yönelik çaba diye yorumlandı.
Söz konusu antlaşma, detaylarına aşağıda kısaca değineceğim Dublin ve Ankara protokollerinin devamı niteliğindedir. Kürtler, ABD'nin taahhütlerini her zaman amaçlanandan daha fazla okudular. Bu da onları yanlış hesap ve hayal kırıklığına uğrattı. Bu yüzden ABD, antlaşmadan ne anladığını açık bir biçimde Kürtlere ifade etti.
ABD’li yetkililer KDP ve KYB’ye, birleşik Irak içinde Kürdistan’ın federal bir statüye sahip olması için destek verecekleri taahhüdünde bulundular. Bu desteğin bağımsız bir Kürdistan anlamına gelmediğinin altı önemle çizildi. KDP ve KYB’nin bir kez daha çatışmaları durumunda ise, kendilerinin ve ittifak güçlerinin Saddam Hüseyin'e karşı Kürtleri korumayacakları net bir dille belirtildi.
Bölgede PKK’nin faaliyetlerine izin verilmeyeceğini ifade eden ABD, bir yandan da Türkiye’yi dengede tutmaya çalıştı. Ankara, KDP ve KYB’yi kendi başlattığı süreçten kopararak, Washington’un rol çaldığı kanaatindeydi. Türkiye, bu rahatsızlığını Irak’taki temsilcilik statüsünü tekrardan Büyükelçilik düzeyine çıkararak dışa vurdu. Benzer rahatsızlığı Bağdat, Tahran ve Şam da gösterdi. Vakit geçirmeden antlaşmanın altını oymaya başladılar.
ABD, planladığı Irak operasyonu ve Ortadoğu siyasetini güçlendirmek için, Türkiye'nin kaygılarını giderecek önemli bir adım attı. Antlaşmadan altı ay sonra Şubat 1999'da PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesini sağladı. Ama PKK'nın bölgedeki varlığına dokunmadı. Öcalan sorgusunda, “Washington Antlaşmasıyla kendisinin bertaraf edildiğini ve Barzani-Talabani devletinin önünün açıldığını” belirtti.
Gömleğin ilk düğmesi 92'de yanlış iliklendi.
1998 Washington Antlaşması’nın özü, KDP ve KYB arasında gelir ve güç paylaşımı üzerine kuruldu. Antlaşmaya zemin teşkil eden, Kürdistan tarihinde ilk genel seçim olma özelliği taşıyan 1992 genel seçimleri oldu. 92 genel seçimiyle KDP ve KYB, iktidarı yüzde elli elli paylaştılar.
Kuşkusuz 92 seçimi, Kürdistan tarihinde Kürtlerin ilk genel seçimi olması açısından tarihi bir önem arz etti. Kürt kamuoyu ağırlıklı olarak bu seçimi, “Kürtlerin Ortadoğu’ya demokrasi dersi” diye değerlendirdi. Bu bardağın dolu tarafıydı.
Bardağın boş tarafından bakıldığında ise, Güney Kürdistan yukarıdan aşağıya, yani başkanlıktan en ufak yerel idari yapıya kadar, KDP ve KYB arasında dikey biçimde ortadan ikiye bölündü. Daha doğrusu iki güç arasında coğrafi, ekonomik ve askeri paylaşım seçimle tasdik edilmiş oldu.
Bu idari ve askeri bölünme, gelen fırtınanın da habercisiydi. Seçimlerin ardından bir yıl geçmeden, KDP ve KYB arasında çatışmalar tekrardan başladı.
Nedeni; Zaho’da bulunan İbrahim Halil gümrük kapısı başta olmak üzere, gümrük kapılarının kontrolü ve buralardan elde edilen gelirin paylaşımıydı. KDP, KYB’ye nazaran gümrük ve sınır ticaretinden daha fazla gelir elde ediyordu. Zaho gümrük kapısından geçen petrol yüklü araçlardan elde edilen gelir, günde 150 bin ABD doları civarındaydı.
Resmi olmayan rakamlara göre KDP-KYB arasındaki çatışmalarda 5 bin civarında insan yaşamını yitirdi. On binlerce insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Bu çatışmaya KDP-PKK çatışmasını da eklersek, Kürtler açısından yaşanan trajedinin vahameti daha da ağırlaşır. Söz konusu çatışmalar, uluslararası kamuoyu tarafından ‘Kürtlerin iç savaşı', Kürtlerde ise ‘Brakuji', 'kardeş kavgası' diye siyasi literatüre geçti.
Paris Kürt Enstitüsü'nün girişimi ile Temmuz 1994'de Fransız Cumhurbaşkanı merhum François Mitterrand'ın başkanlığında KDP adına Sami Abdurrahman, KYB adına Noşirwan Mustafa, Kürdistani Cephe temsilcisi ile Fransa'nın ABD ve İngiltere Büyükelçileri Paris'te bir araya geldiler. Mitterrand, her iki Kürt grubun aralarındaki düşmanlığa son vermelerini istedi. Barış antlaşması imzalamaları durumunda, Kürt birlikteliğine Fransa'nın destek sözünü verdi. Buna rağmen Mitterrand'ın arabuluculuğu uzlaşı ile sonuçlanmadı.
Bir ay sonra, 15 Ağustos 1994'de İngiliz Parlamentosu Sosyalistler Grubu ve Kürdistani Cephe birlikte benzer bir girişimde bulundular. Ateşkes sağlandı. Ancak ateşkes 72 saat sürdü ve çatışmalar tekrardan başladı.
ABD ve Irak Arap muhalefeti de belirli düzeylerde girişimlerini sürdürdüler. KDP-KYB’lilerin de aralarında bulunduğu 30 Kürdistani Cephe üyesi, çatışmaları protesto etmek amacıyla açlık grevi başlattı. KDP ve KYB hiçbir uluslararası ve bölgesel aktörü dinlemedi. Umutsuzluk daha da artarken, şartlar da Kürdistan’da ağırlaşmaya başladı. KDP-KYB çatışması yanında, Türkiye'nin PKK’ye yönelik sınır ötesi operasyonları durumu daha da içinden çıkılmaz hale soktu.
ABD adına Bob Dwytch, Mesud Barzani ve Celal Talabani’ye 1 Temmuz 1995’de bir mektup göndererek Birleşik Devletler adına her ikisiyle Avrupa’da görüşmek istediğini iletti. Bir ay sonra Ağustos 1995’de KDP ve KYB delegasyonu, İrlanda’nın başkenti Dublin’de ABD, İngiltere ve Türkiye delegasyonu ile bir araya geldiler.
Görüşmede bazı prensiplerde taraflar uzlaştılar ve bir ay sonra ikinci toplantıda görüşmek üzere ayrıldılar. İkinci toplantı kararlaştırıldığı üzere Eylül’de gerçekleşti. Toplantı umulanın tersine fiyaskoyla sonuçlandı. KDP ve KYB çözümsüzlüğün müsebbibi olarak birbirlerini suçlamaya devam ettiler.
Görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması, KDP’nin Ankara’ya ve KYB’nin de Tahran’a daha fazla savrulmalarına yol açtı. Kuşkusuz bu pozisyon ABD ve İngiltere’nin Saddam’a karşı planlanan operasyonu ve Ortadoğu siyasetini olumsuz etkiledi.
Ankara Süreci
Dublin görüşmelerine katılan Türkiye, mevcut durumdan vazife çıkartarak KDP ile KYB arasında 1996’nın başlarında bir arabuluculuk ve uzlaşı süreci başlattı. Bu sürecin içinde ABD ve İngiltere de vardı. ABD ve İngiltere 22 maddelik bir protokol metni hazırlayarak taraflara sundular. KDP, protokolün sadece 5 maddesini onayladı. KYB ise tümünü.
Ocak 1997'de güven attırıcı önemler çerçevesinde 4 maddenin hayata geçirilmesi için KDP ve KYB mutabakata vardı.
Bu maddeler:
1- Tarafların ortak uzlaşısıyla Erbil’e bir valinin atanması.
2- KYB’nin saldırıları sonucu Erbil’de kötüleşen durumun normalleşmesi.
3- Kürdistan’ın gelirlerinin tümünün merkezileştirilerek bir banka hesabına aktarılması.
4- Genel seçimler için tarih belirlenmesi.
Ayrıca, KDP ile KYB arasındaki silahlı çatışmaları önlemek ve rapor etmek üzere Asuriler ve Türkmenlerden oluşan 800 kişilik Barışı İzleme Gücü - Peace Monitoring Force (PMF) 15 Nisan 1997'de kuruldu. PMF, Ankara’dan yönetilecekti.
Böylece Türkiye’nin istihbarat ve askeri birimleriyle Güney Kürdistan’ın sadece sınır bölgelerine değil, iç bölgelerine girişine de resmiyet kazandıran adım Ankara tarafından elde edildi. Bugün Güney Kürdistan’da bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri üslerinin önemli bir kısmı, KDP-KYB çatışmasını önlemek adına o dönemlerde inşa edildi.
Mart 1997’de KDP ve KYB heyetleri Ankara’da toplantı halindeyken, Erbil’de bir KDP yetkilisi suikasta uğradı. KDP, cinayetten KYB’yi sorumlu tuttu ve heyet toplantı salonunu terk etti. KDP’yi ikna çabaları sonuç vermedi.
KDP, çıtayı yükseltti ve İbrahim Halil sınır kapısı gelirini kendi hesabında tutacağını, ayrıca Erbil’i de tek başına yöneteceğini açıkladı. Ardından Mayıs 1997’de KDP’nin Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte PKK üslerine yönelik operasyonu başladı. KYB de, PKK’ye açıktan destek verdi. Ankara, KYB’nin bu tavrından dolayı ibreyi açıktan KDP lehine çevirdi.
KDP ile KYB arasında köprüler tamamen yıkılmış, sadece aracılar vasıtasıyla mektup diplomasisi işliyordu. ABD ve İngiltere 15 Temmuz 1997’de iki partiyi Ankara’da toplantıya çağırdı. KYB, toplantının Ankara’da yapılmasını kabul etmedi. ABD ve İngiltere Ankara yerine 17 Temmuz’da Londra’da yapılmasını taraflara önerdi. Bu kez de KDP Londra’yı kabul etmedi.
Gerek uluslararası toplumun gerekse yerel aktörlerin, KDP ve KYB’yi ikna etme çabaları sürdü. Uluslararası toplantı ve konferanslara iki partinin de temsilcileri davetli olduğundan karşılaşıyorlardı. Mayıs 1998’de Kahire'de ‘Arap-Kürt Diyalogu Toplantısı’ vesilesiyle KDP ve KYB’li yetkililer bir araya geldiler. Ardından Londra’da KYB’den Dr. Fuad Masum ve KDP’den Hoşiyar Zebari, Kürt Kültür Merkezi’nin düzenlediği bir konferansta görüştüler. Yine Londra’da Celal Talabani ve Hoşiyar Zebari görüşmesi gerçekleşti.
Buzlar yavaş yavaş erimeye yüz tutmuştu. Aynı zamanda ABD ve İngiltere’nin de her iki tarafa tahammül ve toleransı tükenmeye başlamıştı. Kürtlerin kara kaşı kara gözü için değil, ABD’nin Ortadoğu siyaseti bağlamında Saddamsız birleşik bir Irak’ın hayata geçmesi için Kürtlerin kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyordu.
Temmuz 1998’de ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan David Welsh, bizzat Mesud Barzani ve Celal Talabani ile görüştü. Artık bu kör döngüden çıkışın olamayacağını anlayan Barzani ve Talabani, yeni bir sürece evet demek zorunda kaldılar. Üç ay sonra 17 Eylül 1998’de Washington Antlaşması Dışişleri Bakanı Madeleine Albright şahitliğinde Mesud Barzani ve Celal Talabani tarafından imzalandı.
PYD ve ENKS'nin çıkaracağı dersler
Makaleye sığdırmaya çalıştığım 92-98 sürecine ait kronolojik bilgiler, yalnızca konunun uluslararası boyutuna ilişkin kaba bir özettir. Yaşanmış yazılmamış, bizlerin bilmediği, kamuoyu ile paylaşılmayan arka fonda yüzlerce görüşme ve olayın olduğunu da aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekir.
KDP ve KYB, Kürdistan’ın bağrından doğan partilerdir. Aralarında ideolojik bir ayrılık yoktur. Buna KYB'nin ihanetçi kanadını da ekleyebiliriz. İhanetçi kanadın Iraklılık siyasetini deşelerseniz altından ideoloji çıkmaz. Petrol ve dolardan oluşan ekonomik rant çıkar. Öne sürdükleri ideolojik argümanlar bu rantı kaybetmemek için, yalnızca yüzlerine taktıkları maske ve üzerlerine geçirdikleri kılıftır.
KDP ve KYB Kürdistan'a birlikte özerklik, birlikte federasyon talep ettiler. KYB’nin yurtsever kadroları ve tabanı ağırlıklı olarak bağımsızlık referandumunu destekledi. Her iki partinin aralarındaki en önemli fark, İran ve Türkiye siyasi sınırlarına göre jeopolitik konuşlanmalarıdır.
Tüm bu nedenlerden dolayı, yaşanmış kardeş kavgasının nedeni ideolojik değildir. Yukarıda belirtildiği gibi, hayata geçen veya geçemeyen tüm anlaşmaların ortak maddesi, gelir dağılımı ve güç paylaşımı üzerine inşa edilmiştir.
Tekrar edersek, antlaşma maddeleri dikkatli incelendiğinde, Güney Kürdistan’da var olan idari ve askeri iki başlılık, gelir ve iktidar paylaşımı kaynaklıdır.
Demokrasilerde devlet ve benzeri yapılar kurumlar üzerine kurulur. Siyasi partiler, bu kurumlardan sadece biridir. Eğer kurumlar partiler tarafından yönetiliyorsa ve bir de silahlı güçleri varsa, bugün çağını doldurmuş Ortadoğu’da örneği çok olan totaliter yapılara dönüşürler. Sonrasında ya yıkılırlar ya da iç savaş ve kaos ile çürüyerek yaşamaya çalışırlar.
Sömürgeleştirilmiş ve parçalanmış bir ulusun geleceği için gelir ve güç paylaşımı üzerine kavga etmek, onurlu ve saygın bir tavır değildir. Güney Kürdistan, yaşanan bu acı deneyimin tekrarını yaşamamak ve iki başlılığı ortadan kaldırmak için, sonuçlarını hep birlikte göreceğimiz önemli bir sınavdan geçiyor.
PYD ve ENKS’nin yakın geçmişte kardeşlerinin yaşadıkları bu olumsuz deneyimi göz önünde bulundurmaları gerekir. PYD ve ENKS, parti ve grup çıkarlarını değil, ülkenin ve ulusun çıkarlarını her şeyin üstünde tutmalıdırlar. Ancak böylece yarınlara utanılacak bir tarih değil, övünülecek bir miras bırakabilirler.
---------------
Kaynaklar:
The Roots of the Iraqi Kurdish Internal Rivalries, Conflicts and Peace Process 1964-2000
Karwan Salih Waisy
https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/kurdish-agreement-signals-new-u.s.-commitment Twitter: @cetin_ceko