İsrail ile Hamas arasında var olan ateşkesin bitmesi ardından başlayan çatışmalar, İsrail'in Gazze'yi işgali ile yeni bir boyut kazandı. İsrail'in orantısız bir biçimde kullandığı askeri güç, fosfor bombaları yalnızca Hamas'ı hedef almayarak aralarında çocukların, kadınların, hastahanelerin bulunduğu sivilleri ve yerleşim birimlerini vurdu.
Başta BM olmak üzere önemli sayıda ülke ve kurum uzun vadeli kalıcı bir ateşkesi sağlamasalar bile, geçici bir ateşkesin sağlanmasıyla, İsrail ordusu Gazze'den çekilmeye başladı. Filistinliler ise, bombardımanlar sonucu yakılıp yıkılan, beton molozlar haline dönüşen evlerinin enkazları arasında geçmişlerine ait bir şeyler bulmanın umuduyla kazılar yapmaya çalışmaktalar.
Kuşkusuz Ortadoğu'da Filistin ve Kürd sorununun çözümsüzlüğü bölgeye kalıcı barışın gelmesini engelleyen en büyük etkenlerin başında gelmektedir. Kürd sorununun muhataplarından biri olan Türk devleti, AKP hükümetinin ikinci dönem iktidarı ardından uluslararası diplomaside aktif rol oynamaya çalışmakta. Türkiye, İsrail ile Suriye, İran ile ABD, Ermenistan ile Azerbeycan, Gürcistan ile Rusya son olarak da İsrail ile Filistin arasında ara bulucu sıfatı ile bir çok girişimde bulundu, bulunuyor. Türkiye'nin ara buluculuk girişimleri uluslararası arenada ne kadar ciddiye alındığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Türkiye'nin kendi içinde taşıdığı Kürd sorununun çözümü konusunda sorunların diyalog, diplomasi ve politik çözümüne gösterdiği tepkiyi, uluslararası diğer sorunların çözümünde kullanması kuşkusuz çifte standart ve etik bir sorun olarak karşısına çıkmaktadır.
İsrail ile Hamas arasında çatışmaların başladığı ilk günlerde Türk savaş uçakları da “PKK kamplarını bombalıyorum” gerekçesi altında Güney Kürdistan'a bombalar yağdırmaktaydı. Yıllardır süregelen bu saldırılara başta Güney Kürdistan hükümeti olmak üzere Irak devleti, hükümranlık haklarının ihlali anlamına gelen hava ve kara saldırılarının durdurulmasını her defasında Türkiye'den istemekte, notalar vermektedirler. Türkiye ise, ABD'den aldığı icazetle saldırılarını sürdürmektedir. Türkiye, PKK'yı gerekçe göstererek Güney Kürdistan'ı arka bahçesi olarak tutmak, istikrarsızlaştırmak diğer yandan kendisini Kürdlerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi tehdit unsuru olarak sallandırmaya çalışmaktadır. Bu açıdan Türkiye'nin uluslararası sorunların çözümünde kendisine biçtiği ara buluculuk fonksiyon ve sıfatı sahtedir. Çünkü Türkiye bu konuda sabıkalı bir devlettir.
Bir kısım Kürdler ise, İsrail'in Gazze'ye sınır tanımayan saldırı ve işgali karşısında “anlaşılmayan” bir sessizlik hatta İsrail'in acımasız saldırılarını destekler bir tavır içindedirler. Konulması gereken tavır, Hamas'ın veya FKÖ'nün politik olarak desteklenmesi değil, İsrail'in orantısız güç kullanımına, başta çocukların, kadınların hastahanelerin, okulların savaşın genel geçer kuralları gereği vurulmaması gereken birimlerinin vurulmasına karşı çıkmak olmalıydı. Aynı kural ve talep Hamas ve Hizbullah için de geçerlidir.
Oysa zamanında bir kısım Kürd grupları “enternasyonal dayanışma” adı altında Filistin'de, Filistin hareketine “askerlik” yaptıklarını unutmuş gibiler! Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği'ne kayıtsız şartsız destek verenler, Berlin Duvarı'nın yıkılması ardından, kendilerine secde edecekleri başka duvarlar bulmakta güçlük çekmemişlerdir. Kraldan çok kralcı olan bu yaklaşım Güney Kürdistan'a bakışta da geçerlidir. Güney Kürdistan hareketinin ekmeğinden başka paylaşacak bir şeyi olmadığı dönemlerde bu kesimler, Güney'deki varlıklarını Filistin'e taşımışlardır. Filistin sorununa yaklaşımları soyut anti-emperyalist, anti-siyonist bakış açısı içinde, lojistik çıkar ilişkisinden öteye gitmeyerek ve kendi ev ödevlerini unutarak “enternasyonal görevlerini” yerine getirmeyle meşgul olmuşlardır!
İsrail’in Gazze'de uyguladığı şiddet politikasını, katliamları eleştirmemek İsrail toplumuna dostluk yapmak anlamına gelmiyor. Tersine Gazze’de ölen her masum siville birlikte İsrail halkının saygınlığı da ağır darbe aldı, hatta dünyada zaten başlı başına bir sorun olan, Yahudi düşmanlığının üzerine benzin dökülmüş gibi oldu. İsrail, belki Gazze’de geçici olarak kendine atılan birkaç çata-pat füze karşısında “güvenliğine” verdiği önemi göstermiş oldu ama beri yanda kendisine karşı büyük bir nefreti harekete geçirerek bütün yurttaşlarını ve dindaşlarını daha büyük bir güvensizlik içine sürüklemiş oldu. Bu açıdan Gazze saldırısının eleştirisi aynı zamanda İsrail ya da Yahudi halkının dostları için de bir gerekliliktir.
Gazze’deki saldırıların uyandırdığı haklı tepkiyi fırsat bilen şöven Arap milliyetçileri ve İslam fundemantalistleri anti-semitizmi daha da tırmandırmışlardır. Türkiye'deki malum çevreler bu fırsattan istifade ederek yaygın bir Yahudi düşmanlığıyla kitleleri pohpohlamaya “Hitler haklıymış”, “soykırımdan akıllanmamışlar”, “İsrail yeryüzünden silinmeli”, “buraya köpekler girebilir, Ermeniler ve Yahudiler giremez” yazılarını iş yerlerine asarak gayri-müslüm düşmanlığını doruk noktasına çıkarmışlardır.
Filistin hareketinin Kürd sorununa yaklaşımı ise, her zaman şöven Arap ulusal milliyetçiliği perspektifinden olmuştur. Saddam Hüseyin'in Güney Kürdistan üzerindeki acımasız katliamları sürerken, Filistin Kurtuluş Örgütü ve onu lideri Yaser Arafat, Arap dünyası içinde Saddam'ın en önemli müttefiki konumundaydı. Kürdlerin zehirli gazlarla yok edilmesine, aç sefil sınırlara sürülmesine karşı ne kendisi ne de örgütü hiç bir karşı duruş sergilememişlerdir. Bu tavrın hıncını alma adına İsrail'in acımasızca saldırıları karşısında sessiz kalmak, aynı acı deneyimleri yaşamış, yaşayan Kürdlerin tavrı olmamalıdır. Bizlere yapılmasını istemediğimiz haksızlığı, acıyı başkalarına yapmamak, başkalarına da yapılması durumunda karşı çıkmak basit bir insani duruştur. 090120
Yayınlanma:: 2009-01-20