“Demokratik legal Kürt siyasetinin Kuzey, Güney ve Batı Kürdistan’daki gelişim ve performansı eksik ve aksağına rağmen bölgesel güçler tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu güç artık kabına sığmamaktadır ve bölgedeki değişme öncülük eden önemli aktörlerden biridir.”
Devletin PKK’nın “silah bırakması” için müzakereye giden yol olarak tanımladığı ve Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme bizzat Başbakan Erdoğan tarafından açıklandı. Ardından DTK Eş Başkanı Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat İmralı Cezaevinde Abdullah Öcalan’la görüştüler.
Gerek taraflar gerekse siyasal analizciler geçmişte yaşananları göz önüne alarak bu gelişmelere ihtiyatlı iyimserlikle yaklaşıyorlar. Görüşmelere “müzakere” demenin erken olduğunu bu açıdan “müzakereye” giden yolda “istişare” demenin daha doğru olacağı değerlendirmesinde bulunuyorlar.
Devlet atılan adımı “silahların bırakılması, terörün son bulması” olarak adlandırırken, Kürtler “barış”, “ulusal ve demokratik hakların tanınması yolunda görüşmelere giden adım” olarak görüyorlar. Atılan adım olumlu olmakla birlikte Kürt sorunun içeriği ve tanımlanması konusunda hükümetin geleneksel devlet literatürünün esiri olmaktan kurtulamadığını görüyoruz.
Görüşmenin ilanında “terörist başı ile görüşme, terör örgütü, terör” ve benzeri kıriminal, öteleyici ve aşağılayıcı kavramların “Türk kardeşlerimizin gözünü korkutmamak” ve suni olarak yaratılmak istenen “Türk sorunu” argümanını bertaraf etmek için kullanıldığı yorumları yapılmaktadır. Bu hükümet ve ona destek veren medya açısından taktiksel bir söylem olsa bile -ki değil- Kürtlerin bu söyleme itiraz etmeleri gerekir. Onurlu adil bir barış için, müzakereye giden yolda bu tür kavramları kullanmama konusunda taraflar prensip anlaşmasına varmalıdırlar. Dünyada örnekleri olan barış ve müzakere deneyimleri göstermiştir ki, kullanılan dil ve tarafsız mekanlar müzakerelerin istenilen sonuca varmasında önemli ayrıntılardır.
Tony Blair, IRA ile yapılan barış görüşmelerinde silahların tahribatı veya ortadan kaldırılmasının pek bir anlam ifade etmediğini vurgular. Barışın aslında silahların tahribatında değil, zihinlerin tahribatından geçtiğini, IRA’nın silahları bırakmaya değil, kullanmamaya razı olduğunu söyler. Kürtleri silahları bırakmaya değil, kullanmamaya razı etmenin yolu da sivil siyasetin önünü açmak, ulusal ve demokratik hakları sigorta altına almaktan geçiyor.
Son on dokuz yılda legal Kürt partileri yaklaşık üçer yıl arayla yedi kez kapatıldılar. Türk siyasal sisteminde Kürt legal siyasetinin ömrü en fazla üç yıldır tespiti bu açıdan yapılır. Bu gün ise aralarında seçilmişlerin de bulunduğu on binlerce Kürt siyasetçi zindanlarda esir tutulmakta. Onlarca BDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kalkması için de fezlekeler işleme konulmuş durumda.
Tüm bunlara karşın demokratik legal Kürt siyasetinin Kuzey, Güney ve Batı Kürdistan’daki gelişim ve performansı eksik ve aksağına rağmen bölgesel güçler tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu güç artık kabına sığmamaktadır ve bölgedeki değişme öncülük eden önemli aktörlerden biridir.
Başbakan Erdoğan son gelişmelerin 2009 yılında startı verilen “Kürt Açılımının” bir devamı olduğunu söylemekte. AKP’nin üç yıl önce başlattığı “Kardeşlik ve Milli Birlik Projesi”nin altından maalesef çok sular aktı. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da deyim yerindeyse taşlar yerinden fırladı.
Kürtlerin bir bütün olarak elleri daha da kuvvetlendi. Geçen üç yıllık süre zarfında Batı Kürdistan’da Kürtler siyasal birliklerini oluşturarak topraklarını Beşar Esad ve Suriye muhalefetine karşı koruma ve pazarlık etme yeteneği yarattılar. Güney Kürdistan’da dünyanın belli başlı petrol şirketlerinden Exxon, Chevron, Total, Gazprom’la anlaşmalar imzalandı. Kürdistan petrolünün Kürtlerin ve kadim kardeş halkların siyasal ve ekonomik bağımsızlığında kullanma becerisi kazanıldı. Maliki’nin tehditlerine karşın Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı çözüm alternatiflerinden biri olarak tartışılmaya başlandı.
Türk devletinin seçilmiş Kürt siyasetçilerini zindanlara atma becerisi karşısında, Kürt halkının Kürt ulusal demokratik hareketiyle yakınlaşması bir o kadar yükseldi. BDP teşkilatları kadro açısından zayıflamasına karşın nicel olarak büyüdüler. Eğer gerçekleşirse devlet masaya eskisinden daha güçlü ve donanımlı Kürt muhalefetiyle oturmak zorunda kalacak. Masada Türk ve Kürt tarafı dışında üçüncü hatta dördüncü bir gücün Güney Kürdistan Federe Hükümeti, Amerika veya benzeri güçlerin olması da muhtemeller dahilinde gözükmektedir.
Sorunu çözmek için herkesin oyunun içinde kalması genel kuralından hareketle, hükümetin müzakere sürecini tekrardan başlatma girişimine CHP’nin verdiği destek ise önemlidir. Kürtler açısından ise ulusal ve demokratik hakları savunmada Öcalan’ın takınacağı tavır, çıtayı olduğunca dik tutma niyet ve gayreti en hassas nokta ve sınavlardan biridir. Bir diğer önemli nokta ise PKK-BDP dışındaki Kürt hareketi, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinin bu sürecin içinde aktif yer almaları için demokratik ortamın yaratılmasını sağlamaya yönelik uygun mekanizmalar oluşturmaktır.
Erdoğan ve ekibi yıllar önce de Kürt sorununda ellerini taşın altına koyduklarını söylediler. Daha sonra o el taşın altından çekildi. Çekilen el Roboski’de, Kazan Vadisi’nde Kürt kanına bulaştı. AKP bu kez o taşın altına vücudunu koyduğunu söylüyor.
İşte “ihtiyatlı iyimserlik” bu açıdan!
“Muharebeler vaizle kazanılmaz” sözünden yola çıkarak Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarının samimiyet sınavını çok yakında göreceğiz. 13-01-08
cetin.ceko@gmail.com