Oya Baydar ile söyleşi

Çetin Çeko
0
AKP kendi misyonunu doldurdu mu? Doldurduysa şimdi Türkiye siyasetinin önünde yeni yol haritası nedir? Yeni anayasa ne kadar yeni olabilir? Kürt sorunu hangi açıdan AKP’nin Vietnamıdır? Kürt sorununun siyasal çözümünde “devlet içinde devlet” tartışmaları ve bağımsızlıktan otonomiye hangi çözüm modelleri sorunun çözümüne katkı sağlar? Geçmişle yüzleşecek olanlar yalnız devlet ve CHP mi? Ya Türk sosyalist solu? Kürt siyasal hareketinin programatik netliği ve inandırıcılığında kuşkular nelerdir? Kürtlere karşı ırkçı nefret söylemleri ve Van depreminin bu söyleme karşı olumlu veya olumsuz etkileri neler oldu? Güney Kürdistan Federe Devleti'ne bir Türk sosyalisti gözüyle bakış. Yazar ve sosyolog Oya Baydar gündeme ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Sayın Baydar, Kürt siyasal çevrelerinde AKP’nin Kürt açılımının içi boş laflardan öteye gitmediği, Erdoğan’ın Kürtlerin taleplerini minimize etme, Kürt siyasal hareketinin meşruiyetini yok sayma, seçilmiş Kürt siyasetçileri ve Kürt hareketine destek veren aydınları hapse atarak geleneksel seksen yıllık devlet politikasını uygulamaya koyduğu kanaati var. AKP misyonunu doldurdu mu?

Kürt sorununun çözümünde AKP’nin misyonunu doldurup doldurmadığını değerlendirmek için önce AKP’nin misyonu neydi, sorusunu sormak gerekir. Bu siyasal hattın içinden çıktığı gelenek, 80 yıl boyunca Kemalist rejimin (sistemin) dışında tutulmakla birlikte Sünni Türk kökeni ve tabanı itibariyle Kürt sorununda ulus devletin ideolojisiyle büyük ölçüde ortaklaşır. Milliyetçilik ve güçlü devlet anlayışı AKP’nin de ana damarıdır. Sınıfsal karakterine bakacak olursak, 1980 sonrasının neoliberal ortamında palazlanan muhafazakâr Müslüman sermayenin ağırlığı ve yönlendiriciliği hemen görülür. AKP’nin değiştirme, dönüştürme misyonuna bu açıdan bakarsak; içinden çıktığı geleneğin kültürel altyapısıyla, takipçisi olduğu neoliberal akımla, güç odaklı dünya tasavvuruyla sınırlı olduğunu daha iyi görürüz.

Kısaca AKP için demokrasi ve özgürlükler sorunu gibi Kürt sorunu da, evrensel değerlere dayalı, içselleştirilmiş, benimsenmiş ve çözümü partinin önüne gerçek hedefler olarak konmuş değildir; kendi ekonomik, siyasal, ideolojik hedeflerine varmanın araçlarıdır. Örneğin vesayet sorunu, örneğin yarım kalan Kürt açılımı... AKP, bu konularda kendi sınırları içinde ve kendine gerekli olduğunu düşündüğü kadar adım attı, kendi misyonunu yerine getirince de durdu. Eğer demokratikleşme misyonundan söz ediyorsanız, (ki Kürt sorununda barışçı çözüm de büyük ölçüde bunun parçasıdır), AKP’nin, konjonktüre bağlı olarak belki yüzeysel ve biçimsel birkaç adım daha atabileceğini, bazı hakları tanıyacağını, ancak bu konuda sınırlarına hızla yaklaştığını, hatta vardığını düşünüyorum.

Bu bağlamda tek etnisiteye dayanmayan sivil ve demokratik bir anayasanın bu meclis tarafından yapılma şansı var mı?

Bu meclisten demokratik bir anayasa çıkabileceğini sanmıyorum. Ancak AKP’nin destekçisi Müslüman sermayenin örgütü MÜSİAD’dan geleneksel burjuvazinin örgütü TÜSİAD’a kadar en güçlü sermaye örgütleri dahil her kesimden sivil toplum kuruluşları vatandaşlığı Türklük üzerinden değil Türkiyelilik üzerinden tanımlayan, “ideolojik ve etnik kör” bir anayasa talebini dile getiriyorlar. CHP bile buna itirazı olmayacağını örtük şekilde de olsa beyan ediyor. Bu konuda Türkiye’de farklı bir bilinç oluşmaya başladı. Devleti bireyin hizmetine sokan, çoğulcu yapıyı güçlendirecek bir anayasa çok zor, ama bazı maddeler Türk etnisitesi vurgusu olmadan düzenlenebilir. En azından bunu talep ve umut etmek gerekiyor.

Van depremiyle birlikte Kürtlere karşı ırkçı nefret söylemi bir kez daha gün ışığına çıktı. Bu söylemin Kürt sorununun çözümü önünde engelin yalnızca devlet, devletin resmi kurumları, üniversitelerle sınırlı olmadığı, Kürtlerle Türkler arasında psikolojik bir bölünme, kopuş olduğu yorumları var.  Eğer böyle ise, bir siyasetçi ve sosyolog olarak sizce bu yarılmanın tedavisi veya telafisi nasıl mümkün olabilir?

Van depremiyle zaten hep var olan ırkçı nefret söylemi yer yer yeniden duyuldu ama, benim yöreden ve Türkiye’nin batısından aldığım izlenim aslında bunun tam aksinin daha doğru olduğunu düşündürüyor. Gerçekten de bugüne kadar bu çapta bir toplumsal duyarlılığa tanık değilim. Deprem başka bir yerde olsaydı Batı’nın Van’a yardım ve yürekten el uzatma seferberliğinin bu kadar büyük olmayacağı kanısındayım. Beyaz Türkler biraz da vicdanlarını yıkadılar, bölge insanından bir özür dilediler sanki. Siyasal bir özür değildi, henüz buna hazır değil toplum ama insani ve vicdani bir özürdü ki, görmezden gelinmemesi gerek. Van deprem faciası iki halk arasındaki duygusal kopuşa merhem olabilirdi aslında. Bu konuda devletin reddiyeci, güvenlikçi refleksi, yerel yönetimlerin kuşkuculuğu ve uzak duruşlarıyla birleşti. Pek çok şey sandığımızdan daha az politik daha çok insani ve duygusaldır. Deprem gibi bir musibetten halklar arasında barışa doğru bir adım atılabilirdi, bence karşılıklı beceremedik. Ne yazık!

Siyasetçi değilim, sosyolog olarak bakmak da soğuk bir bakış olurdu. Sadece insani ve vicdani olarak, çifte standartlara kapılmadan bakmak istiyorum. “Yarılma” hem Türk hem de Kürt tarafının siyasal kadrolarının ve kanaat önderlerinin yarılmayı körüklemesiyle artıyor. Tabii ki bunda devlet ve iktidar birinci dereceden sorumlu. Mesela Başbakan’ın Kürtlerden, BDP’den, vb. söz ederken ki dışlayıcı üslubu, ceberrut devlet geleneğini sürdüren uygulamalar, son altı ayın savaşçı atmosferi, hak ve adalet duygularını yerle bir eden tutuklamalar, özetle o budala ve hunhar kökünü kurutma stratejisi, Kürtler kadar Türkiyeli demokratlara da “Yeter artık!” dedirten gidişat... Öte yandan öfkelerini, duyarlılıklarını anladığım ve hak verdiğim Kürt siyasetçilerin, Kürt hareketinin liderlerinin yarılmayı kaşıyan üslupları, kitleleri fena etkiliyor. Ve asıl önemlisi, savaş sürdükçe, iki taraftan da ölüler oldukça düşmanlaşma, uzaklaşma derinleşiyor. Tedavinin ilk adımı operasyonların durması, silahların susmasıdır. Bunu anında izlemesi gereken, Kürt halkının bu topraklar üzerinde eşit haklı yurttaşlar olarak yaşayabilmelerine dönük adımların atılmaya başlanmasıdır. Ama herşeyden önemlisi, birlikte eşit ve özgür yaşama iradesinin her iki tarafta da var olması, var edilmesidir.

Bir yazınızda “Kürt sorunu AKP’nin Vietnamıdır” diyorsunuz.  Vietnam’da komünist gerillalar (Vietkonglar)  önderliğinde Amerikan ordusunun işgaline son vermek için silahlı mücadele verdiler. Kimse Vietnamlı Vietkongların veya Filistin hareketinin silahlı mücadelelerinin meşruiyetini sorgulamadı. Aksine dünya destekledi.  Bu örneklerden yola çıkarsak Kürt siyasal hareketinin de böyle bir meşruiyeti yok mu?

“Kürt sorunu AKP’nin Vietnamıdır”, derken hâlâ sürdürülen savaşçı yöntemlerle bu işin içinden çıkamazsınız, batağa saplanırsınız demek istiyordum, ki saplandılar da. Vietnam savaşı sırasında Vietkongların silahlı mücadelesi bambaşka dünya ve ülke koşullarında sürdürülmüştü. Bugün Kürt silahlı hareketi için o koşulların geçerli olmadığını ve silahın artık geri teptiğini düşünüyorum.  Silah, meşruiyetini sadece mağduriyetten ve kendini savunmadan değil aynı zamanda da varılmak istenen amaçtan alır. Bugün varılan noktada amaç eğer Kürt halkının özgürlüğü ve haklarıysa, silah bu amaca zarar veriyor kanısındayım.

Başbakan KCK operasyonları için ısrarla vurguladığı "devlet içinde devlet olmaz" savunusunu kendine göre ciddi bir argüman olarak ileri sürmekte. Sivil siyasetin önünü kesmek bir yana böylelikle bir tür devlet içinde devlet demek olan otonomi, federasyon gibi modeller de dışlanmış olmuyor mu? Kürt sorununun siyasal çözüm modeli sizce nasıl olmalı?

Otonomi, federasyon, vb. mutlaka devlet içinde devlet anlamına gelmez. Dünyada üniter devlet içinde bu türden yapıların özgürce ve uyumlu şekilde var olduğu örnekler hiç de az değil. Bu konuda Kürt hareketinin kendisini iyi ifade edemediğini, hatta demokratik özerklik ilk ortaya atıldığı sıralarda önde gelen pek çok Kürt siyasetçisinin bile konuyu tam kavramadıklarını düşünüyorum. Avrupa yerel yönetimler sözleşmesinden başlayarak kendi silahlı gücüne sahip gevşek bir federatif yapıya kadar türlü düzenlemelere açık olan bu konu yapıcı şekilde tartışılamadı. Üzüm yemekten çok bağcı dövmek üslubu hakim oldu. Çözüm olarak Türkiye toprakları üzerinde, üniter ve demokratik bir devlet içinde federatif, otonom bölge ya da bölgeler öneriliyorsa çözüm ve çözüme götürecek tartışma/uzlaşma farklıdır; ayrılma öneriliyorsa -ki ulusların kendi kaderlerini tayin hakları bana göre tartışılmazdır- tutulacak yol farklıdır. Takiye yapmaya da, bir o yana bir bu yana kaykılıp denge tutturmaya çalışmaya da gerek yok. Kürt siyasal hareketi, kendi programını net ve inandırıcı şekilde ortaya koymalı ki, tartışmalar ve uzlaşmalar buna göre gelişsin. Türk solunun içinde debelendiği AKP’yi merkeze koyup, nirengi noktası sayıp kendi bağımsız siyasetini üretememe çıkmazı bir ölçüde Kürt hareketi için de geçerli gibi geliyor bana.

Dersim tartışmaları devletin kendi tarihiyle yüzleşmesini aktif olarak gündeme taşıdı. Genelde tartışmalar devlet ve CHP eksenli olarak sürmekte. Dönemin Türk sol hareketi ve Komintern Kürt isyanlarını “feodal”, “gerici” isyanlar olarak değerlendirerek Kemalist yönetimi desteklediler. Türk solunun da 1915 soykırımı, Şeyh Said ya da Dersim gibi konularda kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekmiyor mu veya yapılanlar yeterli mi?

İstisnaları unutmamak gerekir ama Türk sol hareketinin ana çizgisi siyasette ve pratikte ulusalcıdır. Ulus devletin kuruluş ideolojisi 1920’lerdeki başlangıçtan itibaren Türkiye solunu derinden etkilemiştir. Milli Demokratik Devrim kanadının 60 sonrasındaki yükselişi de bunun bir kanıtıdır. Sol hareketin beslendiği iki ana kaynaktan biri Kemalizm ise diğeri Ekim Devrimi, Leninizm ve 1920-1940 arasında Komintern’in stratejileridir. İki kaynak birleşince , işçi sınıfına ve kitle tabanına dayanmayan sosyalist solun şematik bir devrim anlayışıyla sınırlı kalması kaçınılmazdı. Doğrudur; Komintern de TKP de Kürt isyanlarını feodal kalkışım, yani karşıdevrim saymış ve Kemalistlerin yanında yer almıştır. 1915 neredeyse tartışılmamış, yok sayılmıştır; Dersim kıyımı da öyle.

Kendi geçmişiyle yüzleşmek, özür dilemek bu günlerde çok gündemde. Bilerek, anlayarak, içinde duyarak ve asıl hatayı düzeltme amacıyla yapılmazsa, yüzleşme ve özür laftan ve gösteriden ibaret kalır, süner gider; ki şu günlerde böyle bir tehlike olduğunu seziyorum. Gerçek bir yüzleşme ve özür lafta değil uygulamada olur. Sosyalist-komünist solda çok yenilerde, birkaç aydır diyebilirim böyle bir düşünme, tartışma, yüzleşme süreci başladı. Birbirini geçmiş üzerinden vurmak amacıyla değil, günah çıkartmak amacıyla değil, yanlışımız neredeydi ve bu yanlışta sorumluluğumuz neydi soruları üzerinden tartışırsak daha iyi bir noktaya gelinebileceğini umuyorum. Bir de şu var: Bugünden konuşurken ve tarihi değerlendirirken düşüncelerin ve eylemlerin kendi dönemlerinin ürünü olduğunu unutmayalım. Kürt meselesi, Dersim, Ermeni soykırımı, ulus devlet ideolojisi, vb. gibi konularda farkındalığın gelişmesi gerekiyordu. Toplumsal hafızasına ambargo konmuş bir toplumda bu farkındalık yeni yeni gelişmeye başladı.

Saddam’ın devrilmesinde ve Irak’ın işgalinde Güney Kürtleri Amerika’yla birlikte hareket ettiler. Bir kesim sol çevreler Güney Kürtlerinin bu tavrını “emperyalizmle işbirliği ”, Güney Kürdistan’ı ise “Amerika’nın arka bahçesi” olarak değerlendirmektedirler.  Güney Kürt hareketini ve kurulan Kürt Federe Devleti’ni siz nasıl değerlendirmektesiniz?

Kürt federe devletinin varlığının Kürt halkı açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu oluşumu en baştan destekledim. Bölgeyi ve iç çelişkileri iyi bilmiyorum, öte yandan Irak’ın geleceği açısından endişeliyim. Evet, Saddam gitti ama ABD işgali ve Irak savaşı ardında büyük bir yıkım bıraktı. Güney Kürdistan da denilen Kürt federe devletinin önümüzdeki sancılı geçiş sürecinde tehlikelerle karşı karşıya kalacağını düşünüyorum. Bu tehlikeler dıştan olduğu kadar kendi içinden de gelebilir. Önümüzdeki yirmi yılda bölgenin siyasal haritasının da yapısının da değişeceğini söylemek kehanet olmaz. Buna Kürtlerin de Türkiye’nin de hazırlıklı olması gerekiyor.

Değerli zamanınızı bana ayırdığınız için teşekkür ederim. 

cetin.ceko@gmail.com    (111219)

http://cetinceko.blogspot.com/

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)