Nabi Yağcı ile söyleşi

Çetin Çeko
0

Kısmi anayasa değişiklik paketi militarist vesayet rejiminin kurumsal temellerde değişiminin yolunu açabilecek mi? Referandum sonucu nasıl okunmalı? AK Parti demokratik dönüşümlere hem siyaseten hem zihniyet olarak hazır mı? Anayasanın "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" diyen başlangıç hükümlerine dokunmaksızın yapılacak anayasa değişikliği beklentileri karşılar mı? Türk sol hareketinin büyük ölçüde milliyetçi refleksler taşımasının ardındaki gerçekler nelerdir? Bölge STK'ları PKK/BDP'nin yanında üçüncü bir güç müdürler? STK'lar Kürt sorununun çözümünde ve demokrasi mücadelesinde hangi işlevlere sahiptirler? TKP’nin Kürt hareketini kontrol etmek amacıyla Kürdistan Komünist Partisi kurma girişimi oldu mu? Kemal Burkay'a sorulan soru ve alınmayan cevap ne idi? Gündeme ilişkin sorularımızı siyasetçi ve yazar Nabi Yağcı yanıtladı. / Çetin Çeko
***

Referandum sonuçları Kürt sorununda çözümleyici irade sahiplerine de işaret etti. İki tarafta da muktedirlere yani. Böylece Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümünü isteyenleri güçlendirdi, anti-Kürt, Irkçı şoven milliyetçi çevreleri ise zayıflattı. Aynı zamanda taraflara çözüm için yeni bir sorumluluk da yüklemiş oldu.

Bu değişiklik paketinin gerektirdiği uyum yasalarıyla birlikte askeri –bürokratik vesayetin tasfiyesi süreci içine gireceğiz. Ama bunun kolay ve çabuk olacağını düşünmüyorum. Derin devletin hâlâ ciddi rezerv güçleri var.
Demokrasi güçlerinin ciddi direnci olmaksızın "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" diyen başlangıç hükümlerine dokunmaksızın yapılacak anayasa değişikliği beklentileri karşılayamaz. O durumda Kemalist ideoloji yeni anayasayı da çerçeveler. Bu hükümlere de dokunan ve tek etnisiteye dayanmayan, çok kültürlü, sivil demokratik bir anayasa yapmak için AKP zihniyet olarak henüz hazır değildir.

TKP'nin Kürt komünist partisi veya her hangi bir parti kurmak istemesiyle bir ilgisi yoktur… Ancak daha sonra "TKP, Kürt partisi kurmak istiyor" diye yazıldı.
***
Sayın Yağcı, söyleşimize referandum oylaması ile başlamak istiyorum. “Evet”, “hayır” ve “boykot” bloklarıyla gidilen referandumda yüzde 58’lik evet oylarıyla kısmı anayasa değişikliği kabul edildi. Çıkan sonucu nasıl okumak gerekir?

Görünenden derine doğru gidersek sırasıyla şunları söyleyebilirim:
Anayasa değişiklik paketine evet diyenler, yüzde 16 gibi açık bir farkla kazandılar. Bu açık fark siyasi dengeleri ciddi olarak etkileyen bir farktır.

Evet, ve "Yetmez ama evet " diyenler yalnızca referandumun kazananı olmadılar aynı zamanda değişim isteyen taraf olmaları nedeniyle halkın değişim talebinin de taşıyıcısı oldular. Bundan sonra da evet çevresinin adı konmamış, kendiliğinden doğan bu ittifakın süreceğini düşünüyorum. Bu ittifakı sivil toplum hareketinin yükselişi olarak görüyor ve çok önemsiyorum. Ülkemizdeki demokratik muhalefet boşluğunu yükselen bu sivil toplum ittifakının kısmen dolduracağını düşünüyorum.

Anayasa değişiklik paketi militarist vesayet rejiminin kurumsal temellerde değişiminin yolunu açan bir paketti. Bu paketin yüksek oranda evet ile kabul edilip yasalaşması totaliter Kemalist devletin ana mekanizmasını değiştirici önemdedir. Askerin ve yüksek yargının daha bugünden siyasi ve ideolojik moral gücü kırılmıştır. Bu değişiklik paketinin gerektirdiği uyum yasalarıyla birlikte askeri –bürokratik vesayetin tasfiyesi süreci içine gireceğiz. Ama bunun kolay ve çabuk olacağını düşünmüyorum. Derin devletin hâlâ ciddi rezerv güçleri var.

Bu değişiklikle birlikte 12 Eylül faşist dikta rejiminin yargılanmasının kapısının açıldığını ve darbeler döneminin kapandığını düşünüyorum.

Referandum sonuçları Kürt sorununda çözümleyici irade sahiplerine de işaret etti. İki tarafta da muktedirlere yani. Böylece Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümünü isteyenleri güçlendirdi, anti-Kürt, Irkçı şoven milliyetçi çevreleri ise zayıflattı. Aynı zamanda taraflara çözüm için yeni bir sorumluluk da yüklemiş oldu.

AK Parti hükümetinin Kürt sorununun çözümüne katkı amacıyla başlattığı “Açılım” girişimi birinci yılını doldurdu. Hükümetin yapmayı planladığı kısa ve uzun vadeli adımlar atılmadı, iyimser hava ve şartlar birden terse döndü ve referandum sürecine gelindi. Bu kırılmanın nedenleri sizce nelerdir? AKP’nin referandum ve genel seçimler ardından yeni bir anayasayla bu süreci devam ettireceğine inanıyor musunuz?

AK Parti hem parti olarak hem hükümet olarak homojen değildir, farklı eğilimleri içinde barındırıyor. Bu durum hükümetin doğru kararlar almasını, bu kararları ivedilikle uygulamasını, kararlı davranmasını çoğu kez engelledi.

Hükümet ciddi demokratik dönüşümlere hem siyaseten hem zihniyet olarak hazır değildi. Özellikle Kürt meselesinde iyi düşünülmüş programlara, yol haritalarına sahip olmadığını gördük. Bu durum konjonktürel dalgalanmalardan etkilenmesini getiriyordu. Kamuoyunda esen havaya göre ileri-geri yapıyordu. Bu durum, derin devlet güçlerinin hükümeti ve siyaseti istikrarsızlaştıracak provokasyonlara başvurmalarını kolaylaştırdı. Danıştay saldırısı gibi.
Daha temelde AK parti hükümeti de devleti, son zamanlarda tanır oldu, bu provokasyonların, darbe planlamalarının arkasındaki güçleri gördükçe hükümet olduğu halde iktidar olamadığını fark eder oldu. Devlet iktidarı elitist, oligarşik asker-sivil bürokrasinin elindeydi. Diyebilirim ki bu durumu gördükçe korktu. Önüne çıkarılan engelleri devletle uzlaşarak, zaman içinde aşabileceğini düşündü. Bu nedenle geri adımlar attı. Fakat ne zaman ki kendisi hakkında kapatılma davası açıldı, o zaman korkunun ecele faydası olmadığını kavradı. Daha kararlı adımlar atmaya yöneldi. Açılan Ergenekon davalarının arkasında durdu. HSYK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu) içinde Adalet Bakanı ciddi kavga verdi. En önemlisi ise YAŞ (Yüksek Askeri Şura) toplantısında hükümetin askere direnmesiydi. HSYK ve YAŞ içinde gösterdiği direncin kamuoyunca görülmesinin referandum sonucunu olumlu etkilediğini düşünüyorum.
Özellikle Habur girişinde hükümete bir askeri darbe tehdidi yapıldığını sanıyorum. Sırf yapılan gösteriler nedeniyle frene basıldığı açıklamaları ikna edici değil. Çünkü bu girişlerin durması, Kürt açılımının kesilmesi esas olarak hükümeti de vurdu. Bu sonucu düşünmemiş olacaklarına ihtimal vermiyorum.
AK Parti hükümeti, karşısındaki direncin yalnız askerden değil militarist vesayet rejiminin kalbi olan asker ve yüksek yargıdan geldiğini gördü; bu engel kaldırılmalı ya da zayıflatılmalıydı. Avrupa Biriliği de askerin siyasetteki ağırlığının kaldırılmasını ve yargı reformunun yapılmasını istiyordu. Bunu ülkemiz demokrasi güçleri de ısrarla talep ediyorlardı. İşte bu etmenlerin toplam sonucu olarak kısmi anayasa değişikliği paketi ve referandum gündeme geldi. Ayrıntılara girmem gerekmiyor sanırım.

Peki, referandum sonrasında seçimlere kadar hükümetin bu süreci büyük adımlarla sürdüreceğine ihtimal veriyor musunuz?

Referandum sonrasında seçimlere kadar hükümetin bu süreci büyük adımlarla sürdüreceğine fazla ihtimal vermiyorum. Değişiklik paketinin referandumda kabul edilip yasalaşmasının zorunlu kıldığı uyum yasalarının bir kısmını çıkarabilir. Bunlar çok önemli yasalar da olabilir.

Yeni anayasa meselesine gelince, zaten açıklamalar yapıldı, bu konuda hükümetin kararlı davranacağına ve seçimlerden sonra anayasa değişikliğini gündeme alacağına inanıyorum. Buna artık mecburlar. Fakat asıl mesele anayasa değişikliğinin gündeme alınması değil yeni anayasanın nasıl ve ne içerikte olacağıdır. Demokrasi güçlerinin ciddi direnci olmaksızın "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" diyen başlangıç hükümlerine dokunmaksızın yapılacak anayasa değişikliği beklentileri karşılayamaz. O durumda Kemalist ideoloji yeni anayasayı da çerçeveler. Bu hükümlere de dokunan ve tek etnisiteye dayanmayan, çok kültürlü, sivil demokratik bir anayasa yapmak için AKP zihniyet olarak henüz hazır değildir. Ama demokratik değişim süreci gittikçe derine doğru açılıyor ve genişliyor. Bu nedenle kanımca bu süreç boyunca AK Parti de, değişimden yana sivil toplum güçleri de zihniyet olarak daha da değişeceklerdir.

“Sol kendi başına bir değişim yaratamaz. Sistemi tek başına değiştiremeyeceğine göre, değişimci güçleri nereden bulurum diye sorar” diyorsunuz. Günümüzde Türk ve Kürt sol hareketlerinin bu soruları sorduğunu ve pratikte değişimci güçlerle ittifak aradığını söyleyebiliriz mi?

Yaygın ölçüde söyleyemeyiz ama özellikle son beş yılda karşımızdaki militarist devleti daha iyi tanıyan ve öyle bir üfürükte yıkılacak bir şey olmadığını gören, aynı zamanda dünyadaki yeni değişim eğilimlerini yakalayabilenler bu soruyu da sormaya ve kendileri dışındaki değişimci güçlere sıcak bakmaya başladıklarını söyleyebilirim. Fakat somut bir ittifak arayışı henüz gündemde yok. Ancak referandum süreci içinde verilen mücadele evet ve yetmez ama evet diyen farklı inançta, farklı siyaset ve ideolojide olanları yakınlaştırdı. Umuyorum ki bundan sonra adı konulmuş olmasa da ama birlikte hareket etme yönünde yeni daha güçlü bir irade doğacaktır.

İçi milliyetçilikle doldurulmuş anti emperyalizmin Türk solunun mantığı olduğu, devletin de solu tehdit olmaktan çıkardığını, düzeni değiştirme mücadelesini AKP’nin yaptığını belirtiyorsunuz. Neden Türk solu evrensel anlamda sol değerleri yakalayamadı? Bu açıdan Türk solunun Kürt sorunu ve Kemalizm’e yaklaşımdaki ideolojik rolü ne kadar belirleyici?

AKP'nin düzen değiştirici bir misyona sahip olduğunu hiç söylemedim. Düzen dendiğinde ne anlamda kullandığımızı açmak gerekir. Kapitalizme son vermek anlaşılıyorsa elbette AKP böyle bir misyona sahip değil. Düzenden anlaşılan siyasi rejim, siyasi sistem ise o durumda AKP böyle bir değişim için rol oynayabilir ve oynuyor da. Elbette tek başına değil. Kendi tanımlarıyla söylersem muhafazakâr demokrat bir partidir AKP. Fakat AKP klasik sağ partilerden farklı olan nevi şahsına münhasır bir partidir. Bu farkı ben AKP'nin içinden geldiği İslami geleneğin Kemalist cumhuriyet karşısındaki konumundan çıkarıyorum. Bu nedenle AKP tarihsel olarak muhalefet partisidir diyorum. Siyasi sistem dediğimde ise devletin iktidar yapısını, solu, Kürtleri ve İslami hareketleri sistemin dışına atan militan laikçi ve tek etnisiteye dayalı Kemalist vesayet rejimini anlıyorum. Bu rejime karşı mücadele köklü demokrasi mücadelesidir ve burada AKP'nin bir potansiyel taşıdığını görüyorum. Ayrıca, AKP hem zihniyet hem de dayandığı sınıfsal taban itibariyle de içinden çıktığı Milli Görüş geleneğinden farklılaşmıştır. Artık tüccar burjuvazi olmaktan çıkıp sanayi burjuvazisi haline gelen bir sermaye kesimine dayanıyor. Bu kesim ise sınıfsal karakterleri gereği korumacı değil yenilikçi ve dışa açılmacıdır.

Bu özellikleri dikkate aldığım için sıklıkla şu formülü kullanıyorum: AKP tarihsel bakımdan iktidardaki muhalefettir, CHP muhalefetteki iktidar.

Sol ile ilgili sorunuz uzun bir yanıtı hak eder. O uzun yanıtta bile söylenmesi gerekenleri tüketici biçimde söyleyebileceğimizi sanmıyorum. Çünkü sol hâlâ kendisini cesur bir eleştiri sürecinden geçirebilmiş değildir. İkincisi ben kendi adıma "Türk solu" tanımını ne kullanırım ne de doğru bulurum. Geçmişte de kendini böyle tanımlayanların karşısında yer aldım. Sorunuzun yanıtının bir kısmı zaten bu tanımla ilişkilidir. Türkiye sol hareketi Kemalist ideolojinin yoğun etkileri altında kalmış bir harekettir. Bu nedenle de şu ya da bu ölçüde milliyetçi düşünce ve refleksler taşımıştır. Böylece enternasyonalist ruh zayıf kalmıştır. En önemlisi kendi toplumunu tarih ve kültürel yapısıyla tanımadan değiştirmeye kalkmış olması solun teoride ve pratikte etkisiz kalışının temel nedenidir. Ulus-devlet formatı içinde kalarak ufuk genişliğine varılamaz. Düşünce ufku geniş olmadan da evrensel değerlere varılamaz.

Kürdistan’da devlet ve PKK/BDP'ye dayalı iki aktörlü siyasal güç üzerinden giden yapılanmaya bugün üçüncü bir güç, sivil toplum kuruluşlarının eklendiği yorumları yapılmakta. Bölge STK’larının demokrasi mücadelesi ve Kürt hareketindeki çok sesliliğe katkıları neler olabilir?

Birinci olarak iki aktörlü değil üç aktörlü siyasal güçten söz etmek doğru olur: a) Devlet, b) AK Parti, ve c) PKK/BDP.

STK'ların demokrasi mücadelesindeki rolleri dünyada olduğu gibi bizde de artıyor. Günümüzde yeni tip bir demokrasi kendini dayatıyor. Katılımcı demokrasi diyoruz buna. Kuruluşunda ve işleyişinde STK'ların rolü olmaksızın katılımcı demokrasiden söz edilemez. Bu nedenle STK'ları siyasi bir aktör olarak görmek yanlış olmaz. Ancak STK'ları siyasi parti gibi görmek, onlara siyasi parti işlevi yüklemek ise yanlış olur. Başka deyişle STK'ların siyasetle ilişkisini geniş anlamda anlamak gerekir. STK'ları siyasi partiler karşısında rakip değil onları da etkileyen zaman zaman onlarla birlikte hareket eden ya da eleştiren bir rolde görülmelidirler.

Böyle baktığım için STK'ları PKK/BDP yanında bir üçüncü güç olarak görmüyorum. STK'lar Kürt sorununun çözümünde ve demokrasi için son derece önemli işleve sahiptirler ama bu işlev siyasi aktör olmalarından değil geniş temsil gücüne sahip oldukları nedeniyle "siyasi aktörler üstü" rollerinden kaynaklanıyor. Böylece farklılıkların birlikteliğini, çoğulculuğu temsil ederek bir bakıma kamuoyunun sesi ve vicdanı olarak Kürt hareketi içinde çok sesliliğe hizmet edebilirler. Referandum sürecinde bunu gördük. Bizde STK, siyasi partiler ve devlet ilişkisine dair kültür henüz çok geridir, çünkü sivil demokrasi kültürü gelişmemiştir, ama zamanla yerine oturacak ve gelişecek diye düşünüyorum.

Türkiye "küresel aktör" mü oluyor, yoksa "Doğu'ya kayar gibi yapıp pazarlık mı yapıyor? Bunu "bir eksen kayması" ve batıdan uzaklaşma olarak yorumlama eğilimleri var. Siz Türkiye'nin dış politika yönelimlerini nasıl yorumluyorsunuz?

Bu soruya yanıtım kısa olacak. Ortada bir eksen kayması yok. Varsa bile ekseni kayan yalnız Türkiye değil dünyadır. Dünya soğuk Savaş sonrasında ekseni değişmiş bir dünyadır. İki kutuplu dünya yok, sanıldığı gibi tek kutuplu da değil. Örneğin kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası nedeniyle bugün ekonomik güç merkezi batıdan doğuya kayıyor. ABD hegemonyası sona ermiş değil ama sarsılıyor. Günümüzde artık bağımsızlık değil karşılıklı bağımlılık paradigması hakim paradigma haline geldi. Bu durum kültürel bakımdan da yeni değişimleri beraberinde getiriyor. Artık batı merkezli bir dünya ve batı merkezli bir modernleşme tasavvuru hakim eğilim olmaktan çıkıyor. Batı, Doğuya ve özellikle İslam dünyasına dünkü üstünlük komplekslerini kırarak bakmak zorunda kalıyor. Doğu da Batı karşısında aşağılık komplekslerini kırıp kendi kültürel değerlerini ve gelişme potansiyellerini görmeye başladı. Türkiye'de de gelişmelerin bu yönde olduğunu düşünüyorum.

Türkiye son yıllarda dış politikada bu yolu izliyor. Bence yanlışları olsa da ana doğrultu olarak izlenen yeni dış politikayı doğru ve başarılı buluyorum. Bütün komşularıyla karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde kendi pozisyonunu dikkate alan bir yol izleniyor. Türkiye sahip olduğu potansiyeller iyi kullanarak bölgede ağırlığı olan bir aktör olma yolundadır. Artık ne ABD'nin ne de NATO'nun yolunu körü körüne izlemiyor, kendi sözünü söylüyor. İsrail ve İMF meselesinde de gördük bunu.

Bir dönem Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevinde bulundunuz. Seksenli yılların ortalarında TKP’nin Kürt hareketini kontrol etmek amacıyla Kürdistan Komünist Partisi kurma girişimi iddiaları gündeme gelmişti. Bu girişim doğru mu, yakın tarihimize ışık tutması açısından o dönemin sorumlularından biri olarak bu konudaki bilgi ve düşüncelerinizi alabilir miyim?

Elbette doğru değil. Çünkü klasik komünist partiler geleneksel bir ilkeye bağlıydılar. "Tek ülke tek parti" ilkesidir bu. Bu nedenle hiçbir komünist partisi kendisi varken ayrı bir komünist partisi kurmayı ne düşünür ne de başkasını kabul ederdi. TKP olarak biz de kendimizi Türk ve Kürt işçi sınıfının partisi olarak görüyorduk zaten. Biliyorsunuz hatta bu ilke yüzünden solda keskin rekabetler ve çatışmalar da yaşanmıştı. Her şeyden önce bu nedenle bu iddia doğru olamaz.

Fakat sorduğunuz sorunun bir gerçekliği var. Ama bunun TKP'nin Kürt komünist partisi veya her hangi bir parti kurmak istemesiyle bir ilgisi yoktur.

Sanırım şu olaydan söz ediyorsunuz: 1984 yılıydı sanırsam, Bulgaristan'da Kemal Burkay ile TKP olarak bir görüşme yapmıştık. Bu görüşmede dünya ve Türkiye sorunları üstünde durduğumuz gibi elbette ağırlıkla Kürt sorunu üstünde durmuştuk. Konuşma sırasında ben sorun olarak gördüğüm bir mesele hakkında tümüyle kişisel olan kendi görüşlerimi söyleyip onun ne düşündüğünü sormuştum. Özetle şunu söylemiştim:"Siz de kendinizi adınız farklı da olsa bizim gibi komünist partisi olarak görüyorsunuz, ilişki halinde olduğumuz diğer Kürt partileri de öyle görüyor. Ben bunu tartışacak değilim. Fakat bir sorun var. Türkiye'de kapitalizm geliştikçe elbette doğu ve güneydoğuda da gelişecek. Yani bir sermayedar sınıfı, Kürt büyük burjuvazisi oralarda da oluşacak. Bir komünist partisinin hem işçi sınıfını hem de Kürt burjuvazisini birlikte taşıması ve temsil etmesi düşünülemez. Ayrıca Kürt sorunu bir milli meseledir. Böyle bir sorun üstüne düşünmek ve çözmek TKP'nin değil siz Kürt liderlerinin işi olabilir. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?"

Kemal Burkay bu soruma somut yanıt getirmemişti. Ancak daha sonra "TKP Kürt partisi kurmak istiyor" diye yazıldı. O sırada Türkiye ve Türkiye Kürdistan'ı Sol Birliği'ni kurmuştuk ve içindeydik. Biz Sol Birliğe başvurarak, yukarıdaki konuşmayı aktardık ve bu açıklamanın doğru olmadığını düzeltilmesini istedik. Yaptığımız bu açıklama ile mesele aydınlanmış ve kapanmıştı.

Değerli zamanınızı bana ayırdığınız için teşekkür ederim.

İlgi göstermiş olduğunuz için ben teşekkür ederim.

cetin.ceko@gmail.com

100918

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)