Kabahat ve özür...

Çetin Çeko
0
Geçtiğimiz günlerde tarihsel bir özür dileme olayı daha gerçekleşti. Kanada başbakanı Stephen Harper kızıl derili yerli halka karşı geçmişte uygulanan politikalardan dolayı özür dileyen devletler kervanına katıldı. Geçen şubat ayında da Avustralya’nın yeni hükümet başkanı Rudd göreve başlarken, "derin üzüntü", "acı ve kayıplara neden olan", "onyıllarca süren dışlama politikası”ndan dolayı Avustralya yerlileri Aborjinlerden özür dilemişti.
Avusturalya ve Kanada'nın yerli halklarından özür dilemeleri, hala ulusal demokratik hakları red edilip baskı altında olan halklar için umut, inkar ve asimilasyonu devam ettiren devletler için ise örnek alınması gereken bir davranıştır.


Kanada başbakanı Harper ile Avusturalya hükümet başkanı Rudd'un özür açıklamaları benzerlikler içermekte. Benzerliğin nedeni asimilasyon için kullanılan yöntemlerin aynı olması. Kuşaklar arası bağlantıyı keserek, yaşanmış tarihsel sürecin benliklerden silindiği yeni bir kuşak yaratmak. En önemli asimilasyon yöntemlerinden bir tanesi. Bunun uygulama alanı ise çocuklar.


Hatırlanacağı üzere Avusturalya onlarca yıl boyunca Aborjinlerin çocuklarını ailelerinin elinden alarak ya yetiştirme yurtlarına ya da evlatlık vererek, kuşaklar arası bağlantıyı keserek asimile etmeye çalışmış. Kanada ise 19'uncu yüzyıldan 1970'lere kadar sürdürülen uygulama kapsamında 150 bin kadar yerli çocuğu, ailelerinden alarak Hıristiyan okullarına göndermiş. Okulların çoğu 1970'lerde kapatılmış olmasına rağmen, bir kısmı 1990'lara kadar bu uygulamaya devam etmiş. Bu okullardaki öğrenciler fiziksel ve cinsel tacize maruz kalmışlar, okulların yönetiminden sorumlu kiliseler ise daha sonra özür dilemişlerdi.


Özür dilemek birey bazında olgunluğa, devlet bazında ise demokratik gelişmişliğe tekabül eder. Türk devleti ise özür dilemek yerine kelime ve anlam olarak hafif kalsa bile, kabahat işlemeye devam etmektedir. Geçtiğimiz şubat ayında Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın Almanya ziyareti sırasında yaptığı konuşmada "asimilasyon insanlık suçudur" açıklaması yoğun tartışmalara neden olmuştu. Erdoğan kendi evinin pisliğini temizlemezken, başkalarının pislikleriyle uğraşması, iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır sözünü akla getirmektedir. Erdoğan bu açıklamayı yaparken aynı cografyada yaşayan haklara karşı uyguladıkları inkar ve asimilasyon politikalarından dolayı acaba kendisi hiç acı ve suçluluk hissetmemekte midir? "Bir kabahat gizlenirse büyür, söylenirse küçülür" sözünü Erdoğan'a hatırlatmakta yine de yarar vardır diye düşünüyorum.


Erdoğan ve hükümeti Kürt sorunu karşısında kaçak güreşmeye devam etmektedir. Yapılan ve yapılmak istenen düzenlemeler öznesi belirtilmeden yapılan genel düzenlemeler olarak gösterilmeye çalışılarak, tarihsel sorumluluk ve özürden kurtulmanın hesapları yapılmaktadır. Örnegin son olarak TRT'nin Türkçe'den başka dil ve lehçelerde yayın yapmasına olanak tanıyan kanun değişikliği buna iyi bir örnektir. TRT kanunundaki bu değişiklik dikkatli incelendiğinde ilk etapta Kürtlerin kültürel haklarına yönelik bir düzenleme olarak gözükse bile, asıl amaç Kürtlerin kendi kurdukları TV kanallarının yayınlarına karşı kontra yayından başka bir şey değildir. Kötü müdür? Hayır... Bu kanuni düzenleme, ulusal kimilği ve varlığı red edilen bir ulusun, bilvasıta ulusal kimliğini tanıma anlamına gelir. Kürtlerin daha fazla talepkar olma haklılığını gösterir. Anayasanın "değişmez", "değiştirilmesi teklif edilemez" denen maddelerinin maddi hayatta hükmü yoktur anlamına gelir.


Kürd sorununu lokal anestezilerle geçiştirmeye çalışan devlet, kendi iradesi dışında gelişen ve genel kabul gören uluslararası hukuk ve haklar karşısında adım adım statükocu çekirdeğini çatlatmak zorunda kalacaktır. Bu açıdan Avusturalya ve Kanada örnekleri Türk devleti için önemli emsaller teşkil etmektedir. Türk devleti, özür dilemenin onur kırıcı bir tavır değil, tersine yüceltici bir tavır olduğunu kabul etmeli ve gereklerini yerine getirmelidir. 080618


Yayınlanma:: 2008-06-18
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)