İnkar ve imhanın deklaresi

Çetin Çeko
0
Türk Genel Kurmayı’nda yapılan görev değişikliği ardından, başta Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere, diğer kuvvet komutanlarının ilk açıklamaları T.C’nin üniter ulus-devlet yapısını koruyacakları doğrultusunda oldu. Her zaman olduğu gibi, Kürd sorununun muhatabının ordu, sivil iktidar olmadığı mesajları verildi ve ardından Kürdistan’a sefer düzenlendi.
Bu seferden önce Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’u Kandıra Cezaevi’nde Türk Silahlı Kuvvetleri adına ziyareti geniş tartışmalara yol açtı. Ziyaretin Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı’na atanmasının ardından gerçekleşmesi, basın yayın organları tarafından; Genel Kurmay Başkan’ın “ilk icraatı” olarak değerlendirildi.


Cürüm işleyen generallerin ziyaretini “geç kalınmış bir ziyaret!” değerlendirmesiyle en “objektif” bir şekilde CHP yaptı. Gerçekten geç kalınmış bir ziyaretti. Başta CHP olmak üzere Kemalist bürokratik eltin futursuzca savundukları bu şahısların, Kemalist ordu tarafından sahiplenilmemesi olabilir miydi? Tabiki hayır. Bu ziyaret, Kemalist asker ve sivil bürokrat kanatların Ergenekon soruşturması nedeniyle ayrı durmadıklarının kamuoyuna mesajı olarak değerlendirebiliriz.


Peki neden bu olaylar kamuouyunun gözleri önünde ceryan ediyor veya ettiriliyor? Çünkü Türkiye’de iktidar kavgası artık kapalı kapılar arkasında verilmiyor. Ordu ve bürokrasi mercek altındadır. Korku perdesi her geçen gün daha da aralanmaktadır. 1920’lerden buyana devlet içinde devlet olan yasama, yürütme ve yargının üzerinde tahakküm süren Kemalist asker-sivil bürokrat elitin maskesi düşmekte, üzerine bastıkları toprak zemin ayaklarının altından kaymaktadır. Kapalı kapılar arkasında devrilen iktidarların, verilen muhtıra ve direktiflerin yerini, kamuoyunun duyabileceği, görebileceği ve hatta ona rol verdikleri bir cephe savaşı başlatılmıştır. Militarist oligarşi kendisine yönelik deşifrasyonu engellemek için, kamuoyunu ve “sivil toplum” örgütlerini göreve çağırmaktadır. Cumhuriyet mitingleriyle, adları “Kuvayi Milliye, Atatürkçü” ve yöneticileri muazzav asker olan “asker toplum” örgütleri koşarak, cephede yerlerini almaktadırlar. Çünkü yasalarla hükümete bağlı olması gereken ordu, bu yasaları hiçe sayıp, sivil siyasete müdahale ederek hükümdarlığını sürdürme gayreti içindedir.


Militarist oligarşik yapının formel sistemin içinde ve dışında var olması için, kendine bağlı çeteler oluşturması gerekiyor. Ortaya çıkan Susurluk, Yüksekova, Atabeyler, Sauna, Ergenekon ve benzeri yapılanmalar Kemalist ordu ve sivil bürokratik yapının yeraltı aparatçıklarıdır. Bu açıdan devletin yapısında değişim ve dönüşümü engelleyen iki önemli ayak bulunmaktadır. Bunlardan biri ordu diğeri de bürokrasidir. Kemalist yapılanma her iki örgütlenmenin kurucusu ve yönlendiricisidir. Kürt sorununun çözümünde ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde bu iki kurumun tümden tasfiyesi ve yeniden yapılandırılması gerekir. Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme yolunda atılan her adım, bu iki ayak tarafından darbeler, postmodern darbeler, yargı yollu darbeler e-muhtıralarla paslaşılarak engellenmektedir.


Kemalist elit ve onun dinamosu olan ordu, kendi mirasları olan anayasanın yerine “Milli Güvenlik Belgesi”nin geçerli olduğu, hükümetin yerine MGK’nın işlev gördüğü bir sistem dışındaki sistemi asla kabul etmemektedir. Bu oligarşik yapıyı yerle bir edecek ve kendi sonunu yaklaştıracak gelişmelerin başında Kürd sorununun çözümü ve AB üyeliği geldiği için, her iki soruna kırmızı çizgiler siyaseti uygulamaktadır. Uluslararası genel konjoktür, Kürd sorununun geldiği nokta ve AKP iktidarı bu tartışmaların yapılamasında önemli zeminler oluşturmuştur.


Susurluk’da ve Şemdinli’de olduğu gibi cürüm işleyenleri koruyan ve yücelten anlayış son olarak TSK adına Ergenekoncu paşaları ziyaretle bir kez daha kanıtlanmıştır. Ordu adına bu ziyaret yapılmasaydı, kendileriyle hareket eden kadro ve tabana karşı güvenirliği olmayan aparatcık durumuna düşmeleri sözkonusu olabilirlerdi. Demokratikleşme ve sivil toplum yaratma sürecinde bu aparatın birçok kadrosu “ahde vefa”ya sadık kalınmadığını, kendilerinin birer birer harcandığını dile getirmişlerdir. Son Ergenekon soruşturmasındaki bir çok itiraf, ifşa ve günah çıkarmalarda bu nokta önemli etkenlerden bir olarak değerlendirebilinir.


Kürdistan’a yapılan sefer, Kürd sorununun sivil siyasal kurumlara bırakılmadığı mesajının geleneksel tekrarıdır. Ordu, Kürdistan’da AKP ve yeşil sermaye üzerinden manevra yapmaya başlamıştır. Başbuğ’un yanlızca iş dünyasındaki sivil toplum örgütleriyle görüşmesi, Kürd sorununa geleneksel bakış perspektifini, “ekonomik kalkınma ve şiddet kullanımıyla çözüme ulaşılır” mantığıdır. Kürt halkının ulusal ve demokratik taleplerine karşı inkar ve imha siyasetinin bir kez daha deklare edilmesidir. Bu açıdan yaklaşan yerel seçimlerde DTP’yi ve diğer Kürd partilerini mağlup edecek güç AKP olarak görülüp, bölgede AKP’ye destek ve yatırım devam etmektedir. AKP ise, Ankara’da “meşruluğunun” kabulü için ordunun her göz kırpmasına ve ehlileştirme girişimine Şemdinli olayı ve Güney Kürdistan’a verilen saldırı vizesiyle dünden evet demiştir. Kuşkusuz bu tavır AKP içindeki bir kısım kadro ve AKP’ye dışardan destek veren aydınlar tarafından hayal kırıklığıyla izlenmeye devam etmektedir.


Kürd sorununu “terör” sorunu düzeyine çekmeye ve orada tutmaya çalışan Kemalist ulusalcı yapı, korku ve terör ortamı yaratak sivil toplumu terörize etmeye, sivil siyaseti devre dışı bırkmaya devam edecektir. Seksen küsür yıldır “Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli döneminden geçiyoruz” söylemiyle toplumda siyasal ve ekonomik tramvalar yaratarak iktidarını sürdürmede buna ihtiyacı vardır... 080911


Yayınlanma:: 2008-09-10
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)