Ünlü Kürt Hukukçusu Şerafettin Kaya ile söyleşi

Çetin Çeko
0
Deneyimli hukukçu, siyasetçi 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde on binlerce siyasi tutsağın savunmalarını üstlenen, daha sonra kendisi de sanık olan ve sürgünde yaşamak zorunda bırakılan bir dava adamı Şerafettin Kaya.Kaya'ya ”yerel seçimler”, “TRT Şeş”, “Türk üniversitelerinde Kürdoloji kürsülerinin kurulması”, “İsmail Beşikçi'ye tehdit” ve “Ergenekon davası” başta olmak üzere gündeme ilişkin görüşlerini sorduk.

***


TRT 6'da Kürtçe yayın yapılması ve üniversitelerde Kürdoloji bölümleri oluşturarak Kürt dili ve edebiyatının öğretime açılması, Kürtlerin varlığının kabulü açısından yeterli olmadığı gibi bu açılımların devamlı olacağı hususunda güven verici ibareler mevcut değildir.”

Ulusal sorunun çözümünü gündemde tutmak ve başarı sağlamak için bu seçimlerde DTP adaylarının kazanması gerekir... Kürtlerin bu seçimde DTP adaylarına oy vermeleri namus meselesidir.”

89-98 yılları arasında yazdıklarından dolayı övülen ve PKK'liler arasında itibar gören İsmail Beşikçi, Öcalan’ı eleştirdi diye Öcalan'nın, Beşikçi'yi “Ziya Gökalp” ile bir tutmasını yadırgamıyorum. Geçmişte kahraman ve yurtsever olarak gösterdikleri ve el üstünde tutulukları bir çok yazar, siyaset adamı, PKK'ya karşı eleştirisel davrandıkları için 'hain', 'ajan' olarak lanse edilmiştir... Resmi ideolojiye karşı verdigi haklı mücadeleden dolayı, Beşikçi’ye sahip çıkmak, ona saygı göstermek Kürtler için bir yurtseverlik görevidir.”



Devlet olma Kürtlerin hakkıdır ve olmalıdırlar, ancak bu durumda uluslar arası güvence içinde olabilirler. Bu bakımdan her parçada ulusal kurtuluş mücadelesi veren Kürtlerin ve örgütlerinin talep ve hedefleri bu olmalıdır.”

***


Sağlık durumunuzu sorarak söyleşimize başlamak istiyorum. Uzun bir süredir tedavi görüyorsunuz, sağlık durumunuz nasıl?

Yaş yetmiş yedi, yaşlandık, fiziki olarak arızların yaşanması doğaldır. Kan değerlerim düşerek, kansızlık baş gösterdi, ak ciğerlerim iltihap bağladı ve su topladı. 2008 yılında 3 ayımı hastanede geçirdim. Şimdi iyiyim ve ayaktayım.

 Uzun bir aradan sonra hükümet, Kürt sorununda "açılım" olarak ileri sürdüğü bölgeye yönelik ekonomik paketler, TRT'de 24 saat Kürtçe yayın ve üniversitelerde Kürdoloji kürsüleri kurulması konusunda adımlar atıyor. Bu “açılımları” nasıl değerlendiriyorsunuz?
1 Ocak 2009'den itibaren TRT'de 24 saat Kürtçe yayın yapılmaya başlandı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın iki üniversitede, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde 2009 yılı içinde Kürt dili ve edebiyatına yönelik küçük de olsa iki bölüm açılacağı hususunda açıklamada bulundu. Anlatımına göre bu fakülte profesörlerinden Kürt olan 4 profesör başvuruda bulunmuştur. Üniversitelerin bünyesinde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması beklenilebilir.
Bu açılım Kürt halkı açısından olumlu bir davranıştır. Ancak barış ortamının oluşmasında yeterli değildir. Yıllardır varlığı ve dili inkar edilen, Kürt olduğu için horlanan, hakaret uğrayan, baskı altına alınan, zindana atılan, yargılanıp cezalandırılan, kendi kimliği ve siyasal, kültürel hakları için mücadele eden, şehitler veren bir halkı bu açılımların tatmin edeceği düşünülemez.
Devlet televizyonunda Kürtçe yayın yapılması, devlet üniversitelerinde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması, tarihi ve sosyolojik dayanaktan yoksun “Kürt halkının varlığının inkarı “üzerine kurulu resmi devlet ideolojisinin yıkıldığını gösterir. Bu uğurda verilen mücadelenin haklı olduğunun ikrarıdır. Bu bakımdan bu açılımlar Kürtlerin asimle edilmesini durdurma ve Kürt dilinin, kültürünün gelişimi açısından önemlidir. Ayrıca TRT 6'da 24 saat Kürt dili ile yayın yapılması Kürt halkı için sevindiricidir.

 Peki, bu “açılımları” devletin Kürtlere yönelik güven arttırıcı adımları olarak değerlendirebilir miyiz?

TRT 6'da Kürtçe yayın yapılması ve üniversitelerde Kürdoloji bölümleri oluşturarak Kürt dili ve edebiyatının öğretime açılması, Kürtlerin varlığının kabulü açısından yeterli olmadığı gibi bu açılımların devamlı olacağı hususunda güven verici ibareler mevcut değildir. Öncelikle halk olarak Kürtlerin de, Türk halkı dışında devleti oluşturan asli halklardan biri olduğu gerçeğinin anayasada yer alması gerekir. İlk ve orta öğretimde Kürtçe eğitim ile birlikte Kürtçe’nin kamu kuruluşlarında kullanabilirliği önündeki yasal ve idari engeller kaldırılmalıdır. Ayrıca Kürtlerin kendi siyasal kimlikleri ile kendilerini ifade etmelerini sağlamak için yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır.

Halen resmi yazışmalarda “Kürt Halkı” veya “ Kürtler” isim olarak belirtilmez. TRT 6'nın kuruluşu için yapılan açıklamada “Kürtçe yayın yapıldığından” bahsedilmemektedir. Oysa TRT 6'nın yayına başlamasından bir hafta sonra Yüksek Seçim Kurulu, radyo ve televizyonlarda Türkçe dili dışındaki dillerle seçim propagandası yapılmasını yasakladı.

 Bu açılımları AKP iktidarının isteyerek attığı adımlar olarak değerlendirebilir miyiz? Yoksa başka faktörler de söz konusu mu?
AKP iktidarının bu açılımlarını, Kürt sorununun çözümü için isteyerek atılmış adımlar olarak görmüyorum. İlk etapta yıllardır Kürtlere karşı verilen askeri ve siyasal mücadele ve mücadelenin getirdiği maddi yük, askeri ve siyasal alanda yaşanan sıkıntılar ve buna bağlı olarak Amerika ve Avrupa Birliği'nin zorlamasıdır. Ayrıca PKK ile mücadele, Kerkük bağlamında Irak ve Kürt yönetimi ile olan ilişkiler, pazarlıklar, ekonomik ve siyasi çıkarların gereği atılmış bir adımdır. Bu saydıklarıma ek olarak 29 Mart'ta yapılacak olan mahalli seçimleri de katmak gerekir. Ayrıca AKP iktidarının söz konusu açılımlardan geri adım atmayacakları garantisi de yoktur. “Tek Bayrak” “tek vatan” “tek millet” şiarına sadakatini her fırsata yenileyen ve açıklayan Başbakan ve hükümetten bu beklenebilir.
Bunun dışında AKP hükümetinin açıkladığı ekonomik paket, daha önceki yıllarda diğer iktidarların sunduklar ve uygulanmayan paketlerden ayrı değildir. Uygulanacağı söylenemez. Sadece mahalli seçimler için propaganda maksadı ile açıklanan bir tasarımdır. Devletin devamlı “ayrılacakları korkusunu” taşıdığı Kürtlere karşı, Kürdistan'ın ekonomik olarak kalkındırılmasına yönelik bir yatırımı düşünülemez.
AKP'nin Kürt sorununda getirdiği bu açılımlar geçicidir ve devamı yoktur. Genel Kurmay Başkanlığı (derin devlet), bu hususta AKP ile anlaşmıştır ve bu adımlar karşısında taktik olarak sesiz durmaktadır.

 Kuzey Kürtlerinin devlete karşı istikrarlı siyasal taleplerinin olmadığı, ulusal ve demokratik taleplerden geri adım attıkları bağlamında bir tartışma var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Kürtlerin kurtuluşu, kendilerini siyasal, kültürel ve ekonomik kimlikleriyle ifade edecekleri bir yapıya kavuşmalarından geçer. Bu siyasi yapı, ayrı demokratik bir devlet olabileceği gibi, demokratik federal yapı veya demokratik özerk-otonomi de olabilir. Devlet olma Kürtlerin hakkıdır ve olmalıdırlar, ancak bu durumda uluslar arası güvence içinde olabilirler. Bu bakımdan her parçada ulusal kurtuluş mücadelesi veren Kürtlerin ve örgütlerinin talep ve hedefleri bu olmalıdır.
Kürtlerin, Kürdistan'ın her dört parçasını için alan demokratik bir devlete sahip olmaları en doğal haklarıdır. Her Kürdün gönlünde yatan da budur. Ancak bugünkü uluslar arası ittifaklar, devletler arası egemen pragmatik anlayış ve ilişkiler buna engeldir. Ayrıca Kürt halkının, parçalar arasındaki kültürel yaşam farklılıkları göz önüne alındığında böyle bir yapıya kavuşması yakın dönemde mümkün gözükmemektedir. Var olan siyasi parti ve örgütlerin “Birleşik Demokratik Kürdistan” hedefine yönelik “Ulusal Programları” olmadığı gibi, yazılı ve sözlü beyanları dışında somut bir atılımları da yoktur. Orta doğu'da birleşik bağımsız bir Kürt devletinin oluşması, Amerika'nın öncülüğünü yaptığı “Orta doğu'nun yeniden yapılanması” politikası çerçevesinde mümkün olabilir. O da uzak görünüyor.
Bu günkü şartlarda Kuzey Kürdistan’da Kürtler 25 yıldır silahlı mücadele vermektedirler. Bağımsız bir devlet şiarıyla verilen mücadelede 20 bin şehit verildi. Mücadelenin geldiği sürede Kürtlerin ayrı bir devlet olma durumu gözükmüyor. Silahlı mücadele veren siyasi parti, bağımsız devlet olma şiarından geri adım attı. Sorunun TC Devleti'nin bütünlüğü içinde çözümünden yana tavır koydu. Kürtler için “Demokratik Özerklik” talebinde bulunmaktadır. Federasyonu savunan ve bağımsız bir devlet olmayı hedef olarak benimseyen siyasi örgütler de halk içinde örgütlü değildirler ve etkinlikleri yoktur.
Bu durumda Kuzey Kürdistan’ın yakın zaman içinde bir devlet olarak siyasi yapıya sahip olma şansı yoktur diyebilirim. Bu günkü şartlar içinde Kuzey Kürtleri, devlet olma hedefini koruyarak Kürt dilinin anayasal güvence altına alınması, ilk ve orta öğretimde Kürtçe eğitim yapılması, Kürtçe’nin kamu kuruluşlarında resmen kullanılması, il genel meclisi ile belediye meclisinin birleştirilerek yasal ve idari olarak güçlendirilmesi, Kürtlerin kendi kimlikleri ile kendilerini ifade edecek siyasi partileri kurulmaları, Büyük Millet Meclisi'nde ve yerel meclislerde kendi kimlikleri ile temsili talebiyle çıkmaları doğru olanıdır.
Bu açıdan DTP’nin “Kürtçe’nin anayasal güvenceye alınması ve Kürtçe eğitim” kampanyasını yararlı buluyor ve destekliyorum. Bütün örgütler bu hususta birlikte veya yalnız olarak ülkede ve yurt dışında bu yönde kitlesel etkinlikler düzenlemelidirler. Bu hakların kazanılması, Kürtlerin bağımsız devlet olmalarının yolunu açar.
Ayrıca Güney Kürdistan’da Federal Meclis ve hükümet bağımsızlığını ilan edebilir. Bu Güney halkının ve siyasi partilerin birlik olmaları halinde mümkündür. İlan edilen bağımsızlığın tanınması açısından bir çok güçlükler ve bölgede bir çok rahatsızlıklar doğabilir. Ancak halkın, siyasi partilerin ve örgütlerin birlikteliklerini devam ettirmeleri, dik durmaları ve uluslar arası arenada Kürt lobisinin top yekun çaba göstermesi halinde bu güçlüklerin üstesinden gelinebilir. Güney Kürdistan’ın devlet olması durumunda, diğer parçalardaki Kürtlerin kimlik ve özgürlük mücadeleleri büyür, hedeflerine ulaşmalarına büyük katkı yapar.
 Yerel seçimler yaklaşmakta. İsterseniz bir önceki 2004 seçimlerinin değerlendirmesiyle başlayalım. DEHAP, geçen yerel seçimlerde sahip olduğu başta Van, Ağrı, Siirt olmak üzere bir çok il ve ilçelerde seçimleri kaybetti. 2004 yerel seçim sonuçlarını Kürtler açısından nasıl okumak gerekir?
28 Mart 2004 tarihinde yapılan yerel yönetim seçimine DEHAP, SHP, EMEP, ÖDP ittifakı Sosyal Demokrat Halk Partisi adıyla katıldılar. Alınan sonuca göre başarılı olamadılar. Ağrı ,Iğdır, Siirt, Van illeri belediye başkanlıklarının kaybedilmesine rağmen önceki seçimden daha fazla belediye başkanı, belediye meclisi ve il genel meclisi üyeliği elde ettiler.

Sol ittifak 28 Mart 2004 yerel yönetim seçiminde 51'i Kürdistan’da olmak üzere, 64 belediye başkanlığı, 839'u Kürdistan'da olmak üzere 1067 belediye meclisi ve 126'sı Kürdistan’da olmak üzere 129 il genel meclisi üyeliği kazanmıştır. Ancak Kürdistan’da bulunan 593 belediye başkanlıklarından 51’ini, 5412 belediye meclisi üyeliklerinden 839’nu ve 689 il genel meclisi üyeliğinden 126'sını kazanmak başarı sayılamaz. Sol ittifakın Kürdistan’da belediye başkanlığı, belediye meclisi ve il genel meclisi üyeliklerinin yarısını veya en azından üçte birini alması gerekirdi. Beklenti buydu... Ama olmadı…

Kürdistan dışındaki bölgelerde kazanılan belediye başkanlıkları, belediye meclisi ve il genel meclisi üyelikleri, Kürtlerin yoğun bulundukları ilçe ve beldelerdir. Bunlar da Kürt seçmenlerin reyleri ile kazanılmıştır ve DEHAP dışında ittifak içinde yer alan partilerin pek katkıları olduğu söylenemez. Ayrıca dönemin SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın niteliği hakkında söylenenler, seçimler esnasında söyledikleri, sol parti mensuplarının propaganda sitilleri ve yaptıkları propaganda, dini yanı ağır basan Kürt yurtseverlerinin karşı tavır koymalarını getirmiştir.
Gösterilen adayları tanıdığımı ve niteliklerini bildiğimi söyleyemem. Ancak edindiğim bilgiye göre belediye başkanı, belediye meclisi ve il genel meclisi üyesi adayların saptanmasında titiz davranılmamıştır. Aday olarak yönetme, yönlendirme yeteneğine sahip, halkla bütünleşebilen, bölgede sevilen, toplumun çıkarları doğrultusunda hizmet vereceği yolunda kendisine güven duyulan ve şahsi reyleri olan yurtsever kişiler seçilmeliydi.
Seçimlerde partinin il ve ilçe yöneticileri, üyeleri ve adaylar, evleri tek tek dolaşarak çalışma yapmaları ve seçmenlerine, gösterilen adayların seçilmesinin toplumun yararına olacağı hususunda ikna etmeleri gerekirdi. 2004 yerel yönetim seçimlerinde her il veya ilçede bu yapılmamış. Bazı il ve ilçelerde il, ilçe yöneticileri ve üyeleri kendilerinin istedikleri kişiler aday gösterilmediği için seçim çalışmalarına katılmamışlardır.

 29 Mart 2009 seçimlerine gelirsek, DTP'nin bu seçimden nasıl bir sonuçla çıkacağını tahmin ediyorsunuz?
Ulusal ve insani hakları gasp edilen, kimlik ve özgürlük mücadelesi veren halklar için yerel seçimler önemlidir. Kürtlerin kendilerini siyasal ve kültürel kimlikleriyle ifade etmeleri hususunda bir referandum sayılır. Seçimlerde başarı sağlayarak yerel yönetimleri almak, ulusal sorunun çözümünü kolaylaştırır.
Bundan ötürü Kürdistan’da bir çok il ve ilçe belediyelerinin DTP’nin elinde bulunmasından AKP, diğer siyasi partiler, Genel Kurmay ve Kemalistler rahatsızdırlar. Hükümet, idari ve askeri bürokrasi eliyle yerel seçimlerde DPT'nin kazanmaması için çaba göstermektedir. Bunun için parasız yağ, şeker, un, makarna ve kömür dağıtılmaktadır. Nazmiye’de bu nedenle halka beyaz eşya yardımı yapılmaktadır. Ekonomik paketin açılması, 24 saat Kürtçe yayın yapılması, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümü açma vaadi de bir noktada bu amaca yöneliktir.
Öyle görünüyor ki, geçmiş seçimlerde olduğu gibi hükümet, askeri ve idari bürokrasi Kürdistan'daki yerel yönetimleri DPT'ye kaptırmamak için yasal ve yasal olmayan her yola başvuracaktır. Polisiye tedbirlere de başvurulabilirler.
Bu bakımdan 29 Mart 2009 Yerle Yönetim Seçimleri; Kürtler, DTP ve diğer Kürt ulusal muhalefet partileri ve örgütleri için önem kazanmaktadır. Ulusal sorunun çözümünü gündemde tutmak ve başarı sağlamak için bu seçimlerde DTP adaylarının kazanması gerekir.
DPT’nin aday saptarken geçmiş seçimlerdeki hatalara düşmemesi titiz davranması gerekir. Temennimiz odur ki, öyle olmuştur. Aday olarak yönetme yönlendirme yeteneğine sahip, halkla bütünleşebilen, bölgede sevilen, toplumun çıkarları doğrultusunda hizmet vereceği yolunda kendisine güven duyulan, her aileye ve kesime eşit mesafede duran şahıslar saptanmıştır.
Kürtler birbirlerine olan ihtilaflarını ve kızgınlıklarını bir tarafa bırakmalı, birlikte “biz bir halkız, yöremizi, kendimizi bizler yönetip ve yönlendirmeliyiz” ilkesinden yola çıkarak hareket etmelidirler. Kürtlerin bu seçimde DTP adaylarına oy vermeleri namus meselesidir. Kürt seçmenler AKP tarafından yapılan yardımların, Kürt sorununun çözümü yönünde yapılan açılımların ve propagandaların etkisinde kalmadan oylarıyla DTP adaylarını destekleyecekleri inancındayım.
Ülkeden görüştüğüm arkadaşların izlenimleri, AKP hükümetinin bütün uğraşılarına karşın DTP'nin bu seçimlerden kazançlı çıkacağı yolundadır. Benim de beklentim ve inancım bu yöndedir.

 İsmail Beşikçi'nin, Öcalan eleştirisi ile başlayan daha sonra Öcalan'ın, "İsmail Beşikçi Kürtlerin Ziya Gökalp'dir" belirlemesi ve PKK'nın Beşikçi'yi tehdidiyle Kürt aydınlarının tepkisine neden olan bir süreç yaşamaktayız bu konudaki değerlendirmenizi alabilir miyim?
Bu tavır siyasetçilere ve özellikle liderlere özgü bir niteliktir. Kürt örgüt liderlerinde ve üst düzey kadrolarında daha da belirgindir. Bilim adamlarını, yazarları, entellektüelleri kendileri ve aksiyonları hakkında söyledikleri ile değerlendirirler. Yazılarında ve söylemelerinde kendileri ve yaptıklarına övgü varsa değerlidirler.
89-98 yılları arasında yazdıklarından dolayı övülen ve PKK'liler arasında itibar gören İsmail Beşikçi, Öcalan’ı eleştirdi diye Öcalan'nın, Beşikçi'yi “Ziya Gökalp” ile bir tutmasını yadırgamıyorum. Geçmişte kahraman ve yurtsever olarak gösterdikleri ve el üstünde tutulukları bir çok yazar, siyaset adamı, PKK'ya karşı eleştirisel davrandıkları için "hain", "ajan" olarak lanse edilmiştir.
İsmail Beşikçi'nin 89-98 yılları arasında PKK ile ilgili yazılarından ötürü Rızgari ve diğer Kürt örgütleri de İsmail Beşikçi'ye karşı çıkmışlardı. PKK'nın silahlı mücadelesini “Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde atılmış ilk kurşun” olarak gösterdiği için onlarca eleştiri mektubu gönderilmiştir ve onlarca makale yayınlanmıştır.
İsmail Beşikçi, siyasetçi değildir, bir sosyologdur, bilim adamıdır. Bilim adamı misyonu icabı Kürt sorunu ile ilgilenmiştir. Bir bilim adamı, doğru bildiklerini söylemek durumundadır ve öyle yapmıştır. Onlarca yıl hapis cezası alacağını bilmesine rağmen mahkemelerde de doğruları söylemiştir. Resmi ideolojiye karşı verdigi haklı mücadeleden dolayı, Beşikçi’ye sahip çıkmak, ona saygı göstermek Kürtler için bir yurtseverlik görevidir.

 Şemdinli davası örtbas edilip davanın savcısına davadan el çektirilirken, neden Ergenekon davasında tersi bir durum takınıldı? Şemdinli Davası, Ergenekon sürecinin başlamasında çıkış noktası olamaz mıydı? Bir hukukçu ve siyasetçi gözüyle değerlendirir misiniz?
Şemdinli olayı, Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilatı (JİTEM)’in provakatif bir eylemiydi. Bu olay, Kürdistan’da yapılan provakatif eylemler ve faili meçhul cinayetlerin adresinin JİTEM olduğunu gösteriyordu. Soruşturma için görevlendiren Cumhuriyet Savcısı bunu iddianamesinde dile getirdiği için görevinden alındı, Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu'nca cezalandırılarak savcılıktan ihraç edildi...
Başbakan “ucu nereye varırsa varsın olayın faillerinin üzerine sonuna kadar gideceğiz” demesine rağmen, Genel Kurmay'dan yapılan şikayet üzerine geri adım atıldı ve soruşturmayı sürdüren Cumhuriyet Savcısı'nın cezalandırılması yanında soruşturmanın genişletilmesi de engellendi.

Neden soruşturmanın genişletilmesi engelendi?

Eğer soruşturma genişletilseydi; JİTEM ve derin devletin oluşturduğu suç çeteleri, işlenilen faili meçhul cinayetler ve planlayanlar failleri birlikte açıklığa kavuşurdu. Buna Genel Kurmay izin vermezdi ve vermedi de. Hükümet soruşturmanın genişletilmesinden yanaydı. Fakat Başbakan başlangıçtaki tavrından geri adım attı ve Genel Kurmay'la var olan çelişkisini büyütmemek endişesiyle olsa gerek, Genel Kurmay'ın bu hususlara ilişkin taleplerinin geri çevirmedi.
Bu durum Türkiye’nin hukuk devleti olamadığının bir göstergesidir. Yargı erki tarafsız değildir. Derin devlete bağımlıdır. Bir suç olayını soruşturmakla görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı'nı, olayda adı geçenleri dinlediği, haklarında soruşturma açtığı veya soruşturma açılmasını istediği için cezalandırılması yasal değildir, hakkaniyet kurallarına uymaz.

AKP iktidarı, iktidarının devamı ve yapacağı idari ve yasal tasarrufları için Genel Kurmay Başkanlığı'nı engel olarak görür. Ayrıca darbe yapacağı endişesi içindedir. Yüzde sekseni sünni olan bu toplumdan aldığı oy itibariyle AKP iktidarını bugünkü seçim yasaları ile düşürmek olası gözükmemektedir. Sivil anayasa hazırlama çalışması durduruldu. AKP'nin parti programında belirtilmesine rağmen seçim yasası ve siyasi parti yasalarında Avrupa Birliği'nin ilkeleri doğrultusunda değişiklik yapılmamıştır. Bundan dolayı AKP hükümeti, hükümet olduğu tarihten itibaren, orduyu siyaset dışına çıkarmaya veya kendi çizgisinde hareket edeceği komuta kadrosu oluşturmaya çalışıyor. Bir noktada Avrupa Birliği'ne giriş kararı alınmasında da bunun etkisi vardır.
Bu bakımdan Şemdinli olayı, askeri komuta kadrosunun kamuoyunda itibarını kaybetmesi açısından AKP hükümeti için bir fırsattı. Ancak bunu kullanmadılar veya kullandırmadılar.

 O zaman Ergenekon soruşturması AKP'nin insiyatifiyle başatılmıştır diyebilir miyiz?

Ergenekon soruşturması bu açıdan hükümetin isteği doğrultusunda başladı diyebiliriz. Soruşturmaya bağlı operasyonlar AKP'nin kapatılması ile ilgili Anayasa Mahkemesi'nde dava açılması sonrası gündeme geldi. Soruşturmaya, görevli Cumhuriyet Savcıları'ndan ziyade Adalet Bakanı ve İç İşleri Bakanlığı'nın talimatları doğrultusunda Terörle Mücadele Şubesi yön vermektedir.
Ergenekon soruşturmasının şu an ki gidişatına göre; PKK'ya yardım ettiği iddiasıyla Kürt aydınlarını, siyasetçilerini, sivil köylüleri öldüren ve PKK'ya mal edilen provakatif eylemlerin failleri araştırılmamaktadır. AKP'nin böyle bir eğilimi yoktur. Ergenekon'nun Kürt ayağının açığa çıkarılma çabası görülmemektedir.
Son operasyon sonrası Genel Kurmay ve hükümet analaştılar. Gözaltına alınan komutanlar serbest bırakıldığı gibi, yedi aydan beri tutuklu bulunan Hurşit Tolun da delil yetersizliğinden tahliye edildi. Görünen şu ki, açılan ve açılacak olan Ergenekon davaları Susurluk Davası gibi fiyasko ile bitecektir. Bir iki kişi dışında tutuklular tahliye edilecek, Tuğ General Veli Küçük’le beraber, ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda bomba ve silah bulunanların dışındakiler delil yetmezliğinden beraat edeceklerdir. Davanın zaman aşımıyla ortadan kaldırılması da beklenebilir.

Değerli zamanınızı bize ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.
Yayınlanma:: 2009-02-10

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)