Erdoğan anahtar mı olmak istiyor, yoksa dışkapının mandalı mı?

Çetin Çeko
0
Anlaşılan Başbakan Erdoğan baltayı taşa vurmaya devam edecek. Diyarbakır sivil toplum kuruluşlarının Başbakan Erdoğan’ı ziyaretinde Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu’yla arasında geçen tartışma ve Tanrıkulu’nun toplatıyı terk etmesi basında genişce yer aldı. Bu Erdoğan’ın Kürt sorunu karşısındaki son tavrını göstermesi açısından önemli bir görüşmeydi. Erdoğan, Kemalist-militarist elitin partisi ve kendisi hakkındaki tavrına hodri meydan deme cesaretini gösteremiyor. Bu cesaretsizliğin en büyük nedeni Kürt sorunu karşısındaki devletin geleneksel resmi politikasının dışına çıkamaması.

Kürt sorununu sözde kabul edip fiiliyatta bastırma siyasetiyle demokrasi mücadelesi verilemeyeceğini kendisi de çok iyi bilmekte. AK Parti’nin kapatılması ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı makamından indirilme girişimine başta Kürtler olmak üzere, diğer demokrasi güçlerinin şartlı destek vermelerinin, mesafeli ve eleştirisel yaklaşmalarının nedeni AK Parti’nin Kürt sorununun çözümü konusunda resmi devlet anlayışının dışında refleks gösterememesidir.
Kemalist -militarist elit, iktidarı paylaşmak isteyen güçleri kendine benzetmeden iktidarı teslim etmez. Kendine benzetememsi durumunda ise alaşağı eder. Çok partili döneme geçişten sonra 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti on yıl sonra bu güçler tarafından ve cuntacı ”solcu’’ların “jandarma biz sosyalistiz, dostuz sana yanlız biz’’ nakaratları altında iktidardan el çektirildiler. Ardından Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan eylül 1961'de İmralı Adası'nda idam edildiler. Daha sonraları toplumsal tramva olarak etkileri hala devam eden 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri vuku buldu.


Türkiye’deki islami hareketin açık bir dille dillendiremediği kemalizmin eleştirisi her zaman için demoklesin kılıcı gibi başlarının ucunda sallanmıştır. Kemalist-militarist elit açısından ise, islami hareket devlet için yedek lastik olmadan öteye gitmemiştir. Refah Partisi’nin 1996 seçimlerinden birinci parti olarak çıkması, ardından Doğru Yol Partisi ile yaptığı "Refah-Yol" koalisyonu 28 Şubat 1997’de, yine kemalist-militarist elit tarafından "demokrasiye balans ayarı" adı altında Refah Partisi’ne iktidardan el çektirmeyle sonuçlanmıştır. Bu eylem, basında ve kamuoyunda bizzat sürecin önderlerinden olan Çevik Bir tarafından "postmodern askeri bir müdahale" olarak tanımlanmıştır. Necmettin Erbakan ise, "eğer geri adım atmasydık 50 milletvekilinin odaları Yassıada’da hazırdı" diyerek süreci tarif eder. Bu tür eylemler “devletin ve milletin bekası” adına hiç bir direniş ve karşı koyuşta bulunmadan efendi efendi kemalist-militarist elitin emrine uymakla son bulmuştur. Oysa yakın tarihimiz diğer ülkelerde darbeci generallerin sanık sandaleyesine oturtulmalarına sahne olmuştur. Yunanistan, Arjantin, Şili vb. ülkeler buna örnek olarak verilebilinir.


AKP , Kürt sorununun var olduğu, AB üyeliği ve özgürlükler söylemi üzerine iktidara gelmiştir. İslamcı kesimin dışından da oy almasının nedeni bu söylemlerden dolayıdır. Bu söylemlerin içini doldurulmaması durumunda aydın kesimin ve oyunu ödünç olarak veren özgürlükçü halk yığınlarının AKP’den desteklerini çekmeleri kaçınılmazdır. AKP’nin yanlızca kendi tabanı için özgürlük anlayışı, AB üyeliğini kendisi için bir kalkan olarak kullanması kitlelerde hayal kırıklığı yaratmıştır.
AKP hakkında açılan kapatma davası, AKP’yi tekrardan iktidara getiren çizgiyi yakalamasına etken olabilir tabi bir şartla; Kürt sorunu karşısında radikal politikalar hayata geçirmesi ve geleneksel resmi ideolojinin Kürt sorunu karşısındaki tavrını red edip, resmi söylemden yollarını ayrımasıyla mümkündür. Şimdilik bu alternatif ufukta gözükmemekle birlikte, bu tavır Türkiye için perestroika anlamına gelir.


Burada şu soruyu sormak gerekir; Başbakan Erdoğan’ın, Gorbaçov’un gösterdiği politik cesareti ve Boris Yeltsin’in, Gorbaçova karşı yapılan darbe girişimini engellemek için tankın üstüne tırmanarak darbeyi engelleme kahramanlığının -Yeltsi’nin Komünistler’in çoğunlukta olduğu parlamentoyu bombalattığını bu arada unutmamak gerek- onda birini gösterip gösteremeyeceği... Dünyanın en kuvvetli bürokratik ve militarist aparatına sahip, uluslar mozaği olan bir devletin yerle bir edilmesinde bugün unutulmaya yüz tutsa da Gorbaçov faktörü görmezden gelinemez. Rusya gibi bir devletin politik ve stratejik özellikleri Türkiye’den daha mı ağır ve kompleksdir. Türkiye’nin Kürt sorunu karşısındaki polilitika değişikliği Sovyet Rusya’daki değişimin dünya askeri ve politik dengelerine etkisinden daha mı etkili olacaktır? Sovyet Rusya’dan ayrılan onlarca cumhuriyet, Berlin Duvarı’nın yıkılışı, ve Balkanların yeniden yapılanması, yakın tarihimizin canlı örnekleridir. Türkiye’nin bu sürece ayak diretmesi daha ne kadar devam edecektir! Türkiye’de toplumsal refahın ve özgürlüklerin yolu Kürt ulusunun ulusal ve demokratik haklarının kabul edilmesi şartına bağlıdır. Bunun olmaması durumunda güçler dengesi içinde Kürt sorunu, kemalist-militarist devlet erkini yaşatmak için kendi dışındaki güçlere karşı bir tehdid unsuru olarak kullanılmaya devam edecektir.


Ergenekon soruşturması ve AKP’nin kapatılması için açılan davalar, Türkiye’nin yeniden yapılanması yolunda kullanılması gereken önemli sıçrama tahtalarıdır. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’ndayken bile yargılanması, darbeci genareller ve aparatçıklarının neden yargılanamadıkları sorusununu gündeme getirmiş durumdadır. Artık derin devleti, derinden çok derinden deşelemenin zamanı ve şartları gelmiştir. Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorununa yaklaşımı Diyarbakır’a yapmış olduğu bir gezi sırasında yine Av. Sezgin Tanrıkulun’a; “bekara karı boşamak kolaydır” deyişiyle çaresizliğini, teslimiyetini tarif eden ruh halinden başka bir şey değildir.


Oysa Kürt sorununda Türkiye’nin ihtiyacı, hoşgörülü ve uygar bir tartışma ortamında, geçmişin özeleştirisi ve muhasabesine girişmesidir. Erdoğan’ın bu sorumluluğu almaması durumunda kendinden önceki iktidarların bir taklidi olmaktan öteye gidemez. Taklitler ise daima geri bir örneği oluşturduklarından rağbet görmezler. AKP, taklit olmayı kabul etmesi durumunda, şuana kadar tarih sahnesinden gelip geçen diğer partiler gibi isminin siyasi partiler rehberinde bulunmasından başka tarihe bırakacağı bir şeyi olamaz. 080409


Yayınlanma:: 2008-04-09
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)