Tuzak! Şapka düştü kel göründü!

Çetin Çeko
0
Bir dönemler devletin önemli askeri ve sivil kilit noktalarında görev yapmış, aralarında emekli üst rütbeli komutanlardan MİT müsteşarlarına, büyük elçilere, savcılara ve akademisyenlere varan bir çok kişi, paradigmaların yani
 kalıplaşmış düşünce formasyonlarının değişime uğradığını dile getirmekteler.

Bu değişim yirmi birinci yüzyılın “barış”, “demokrasi”, “özgürlük” ve “refah” gibi kavramlarına yeni bir yaklaşımı içermektedir. Türkiye somutunda ise bu kavramlar “Kürt sorunu”, “demokratikleşme” ve “ekonomik büyüme” olarak somutlaşmaktadır. Kuşkusuz söz konusu kavramlar kendi başlarına bir anlam ifade etseler bile, içleri doldurulmadığı takdirde pratik hayatta anlamsızlaşabilirler. Türkiye, bu kavramların içini doldurma yolunda gözle görülür pozitif bir turbulens yaşamaktadır.


“Kürt açılımı”, “devletin bütün kurumlarıyla” vurgusu özellikle yapılarak açıklanmıştı. Bundan kasıt TSK'nın bu projede hükümet ile aynı görüşleri paylaştığı, destek verdiği kanaatini kamuoyuna ve muhalefete belirtme ihtiyacıydı. Geleneksel vesayet siyasetinin alışılmış bir vurgusundan öteye gitmeyen bu açıklama, AK Parti açısından taktiksel bir manevra olsa bile, militarizmin sivil siyaset üstündeki hegemonyasını göstermesi açısından önemlidir.


Peki, TSK gerçekten bu açılıma “destek” veriyor mu? Desteğin altında yatan gerçek nedir? Vermezse ne olurdu? Elini taşın altına koyduğunu, ne pahasına olursa olsun sorunu çözeceklerini söyleyen AK Parti bu projeden vazgeçer miydi?


Darbe ve komplo anlayışı TSK'nın DNA'sında vardır. Hükümetin “Kürt Açılımı”, TSK için bulunmaz bir fırsat doğurmuş, neredeyse gökte ararken yerde bulmuştur. Bu açıdan TSK'nın açılıma desteği tuzaktan öteye bir şey ifade etmemektedir. Bu tuzak, AK Parti'nin açılım hamlesinden sonuç alamaması, Kürtlerle ve Türk milliyetçiliği ile karşı karşıya gelerek güç kaybetmesini ve iktidardan olmasını hedeflemektedir. Söz konusu planın başka bir versiyonu 22 Temmuz seçimleri öncesi “Cumhuriyet Mitingleri” ile laik cumhuriyetin tehlikede olduğu propagandası yapılarak denenmiş, fakat fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Her iki taraf açısından bunların bilinmesine rağmen “Kürt Açılımı”na zorla "devlet projesi" sıfatı eklenmeye gayret edilerek iğreti duruş tamamlanmıştır.


Kürtler cumhuriyet tarihinin önemli zaman dilimlerinden birini daha yaşamaktadırlar. TSK'ya ait darbe ve komplo belgeleri ardı ardına kamuoyuna sızdırılarak deşifre edilmektedir. Bunun Kürt sorununun çözümü konusundaki girişimlerle direkt bağlantısı vardır. En son olarak kamuoyuna sızdırılan 2007 tarihli, HRK 1700-...-07 sayılı “bilgi destek planı” adlı belge, 22 Temmuz genel seçimleri sonrası TSK tarafından hazırlanan bir iç durum değerlendirmesi raporudur. Ordunun toplumda ve siyasal hayatta etkisinin azalmaya başladığı belirtilen raporda, buna karşın neler yapılması gerektiği önerilmektedir. TSK ve onun sivil uzantısı bürokratik erkin, ayakları altındaki toprağın kaydığı teşhisi yapılarak: “TSK’yı destekleyebilecek kesimler son derece azalmıştır. Tam tersine basın, iş dünyası, ticaret odaları, sendikalar, üniversite camiasının bir kısmı TSK’nın karşısındadır.” denmektedir. TSK'nın kendisi hakkındaki bu değerlendirmeye katılmamak elde değildir


“Kürt açılımı” ardından Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yetki ve alanı dışında sivil siyasete müdahaleci beyanları hakkında onlarca dava açıldı. “Paşa paşa sen görevini yap, haddin olmayan işlere müdahale etme”, "devletin emrinde bir memursun" çağrı ve açıklamalarıyla Türkiye'de pek alışık olmadığımız, aslında olması gereken tepkilerin dozu her gün yükseldi.


12 Eylül Darbesi'ni konu alan “Bu kalp seni unutur mu” dizisinin gösterimi anti militarist tepkilerin yalnızca aydın çemberiyle sınırlı kalmadığı, halk yığınlarının da tepkisinin militarizme karşı yükseldiği görüldü.12 Eylül Darbesi'nin baş mimarı Kenan Evren'in isminin verildiği okul, cadde ve mahalle isimlerinin değiştirilmesi için girişimler arttı. Evet, militarizm hem deşifre ediliyor hem de hareket alanı kuşatılıyordu. “Güçlü ordu, güçlü Türkiye”, “ordu millet” sloganlarının vesayet sloganları olduğu açıkça dile getirilerek eleştirildi. İsveç'te halkın en güvendiği kurum mobilya şirketi IKEA seçilirken, Türkiye'de ise TSK olmadığı sahibinin kaleminden darbe ve komplo içeren ıslak ve kuru belgelerin açığa çıkmasıyla teyit edildi.


Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı '40 Vakıf İnsana Saygı' Kongresinde İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim üyesi Berat Özipek'in “Özal olsa Genelkurmay Başkanı'nı görevden alırdı” sözleri ayakta alkışlandı. Bu kez Erdoğan, “bekara karı boşamak kolaydır” sözüyle bu açıklamaya karşılık vermedi. Başbakan, “darbe olursa başkaları gibi çekip gitmem, gerekeni yaparım!” dedi. Ordunun yeniden yapılanması, hatta yeni bir ordunun baştan kurulması tartışmaları gündeme damgasını vurdu. Yine Başbakan Erdoğan sürgündeki Kürt siyasetçi Kemal Burkay ve sanatçı Şıvan Perwer'in Türkiye'ye dönebileceklerini bizzat kendisi açıkladı. Paradigmalar bir bir sarsılıyordu. Olup bitenler bunlarla sınırlı değildi. Dış politikada komşularıyla sıfır problem izleyeceğini açıklayan hükümet, Güney Kürdistan hükümetiyle ilişkilerini geliştirme kararı alarak resmi ziyarette bulundu.


Yukarıda saydığım bu gelişmeleri görmezden gelir, hafife alır veya küçümsersek resmin bütününü göremeyiz. Bu resmin geçerliliğini koruması ise, AK Parti'nin demokratikleşme sürecindeki samimiyeti ve militarist bürokratik erk karşısındaki duruşunu daha ilkeli ve kararlı hale getirip, cesur olmasına bağlıdır. AK Parti'nin zihniyet ve misyon olarak içinde barındırdığı "egemen ulus şovenizmi", "islamcı, 3 dünyacı eğilimler" gibi birçok zaafın, zayıf da olsa kendi içinden süreci baltalama riskini burada ayrıca belirtmek gerekir.


Sıcak savaşın durması silahların susmasına, soğuk savaşın son bulması ise soruna siyasal çözüm bulunmasına bağlıdır. Bu açıdan savaş ortamından çıkmanın şartı Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarının kabul edilmesiyle orantılı bir gelişmedir. Kürt sorununun çözümü aynı zamanda militarizmin çözülmesi, ordunun muktedir güç olmaktan çıkması, sivil siyasetin elinin kuvvetlenmesi ve iktidarın gerçek sahibinin sivil parlamento olması anlamına gelecektir.


Varsın Kürt sorununun çözümüne ayak diretenler, dağa çıkacakları tehdidini savursunlar. Dağdan inen gerillaları bulamayınca Donkişot misali savaşacak başka şeyler bulurlar... 091109




Yayınlanma:: 2009-11-09
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)